Yoksa, yarını bilemiyoruz, takdir de edemiyoruz; "mukadder" olan neyse, o oluyor...
Başarıyı verecek olan Allah'dır; bize düşen, "ahlâklı ve ilkeli" eylemler!
Sahih bir itikad, sahici bir dünya görüşü, sağlam bir ahlâk ve salih ameller ile "Muntakîm" olan Allah'tan intikâmına memuriyet dileyebiliyor muyuz?!
İlkesiz ve ahlâksız bir başarı umuyoruz ve henüz yapacakları olan bir elle dua ediyoruz; ve aldanıyoruz!
Yahudiler de, insanlık aleminin ve imkân alemindeki bütün varlıkların, yani taşın, toprağın, kuşun ve ağacın vicdanından kazıyıp atıyorlar kendilerini; arkasına saklanacakları taş ve ağaç bulamayacakları günü hazırlıyorlar kendilerine, kendi elleriyle...
Allah Resûlü ve vârisleri yalan söylemez!
Ve kimseye zulmetmez Allah!
Filistin kurtulur elbet; ve zulmünde boğulur zalimler!
Ya biz?!
Kim kurtarır nefslerine zulmetmekte ısrar edenleri?!
Kim, ne ve nasıl kurtarır bizi; daha çok sevmedikçe ölmeyi, sürünmekten?!
2003 Ocağı'nda yazılmış bir yazı, aşağıdaki; "Panik Odası"...
Orijinal Adı: Panic Room
Yönetmen: David Fincher
Senaryo: David Koepp
Görüntü Yönetmeni: Conrad W. Hall, Darius Khondji
Müzik: Howard Shore
Oyuncular: Jodie Foster (Meg Altman), Kristen Stewart (Sarah Altman), Forest Whitaker (Burnham), Dwight Yoakam (Raoul), Jared Leto (Junior)
Ülke: ABD
Yapım Yılı: 2002
Dil: İngilizce
Süre: 112 dk.
Dağıtımcı: Warner Bros
Gösterime Giriş Tarihi: 31 Mayıs 2002
Hollywood'da, 11 Eylül saldırılarının ardından beyaz perdeye aktarılan 'Panik Odası' adlı film, İngiltere Kraliyet Ailesi'ni de dürtmüş. Kraliçe II'nci Elizabeth, muhtemel “İslâmcı terör(!)” saldırılarına karşı panik odası yaptırmış kendisine.
İngiltere'de yayınlanan The Sunday Times Gazetesi'nin haberine göre; Windsor Kalesi ve Buckingham Sarayı'na yaptırılacak odaların her biri en az 1 milyon sterline mâl olacakmış. Güvenlik odalarının duvarlarının yaklaşık 10 santim kalınlığında olacağı belirtilen habere göre: “Yüksek güvenlikli sığınma odalarının tavan ve duvarları kurşun geçirmez olacak ve yangına karşı dayanıklı malzemeden yapılacak. Karbon filtresiyle donatılacak duvarlar, hafif bir uçağın doğrudan çarpmasına bile dayanabilecek.” Miş!
The Sunday Times’a göre, bu odalar 11 Eylül saldırıları sonrasında oldukça yaygınlaşmış. Geçen yıl ölen Ana Kraliçe'nin malikanesinde küçük bir sığınma odası olduğunu öne süren gazete, Prens Charles'ın da aynı girişimde bulunduğunu yazmış.
Bir filmden etkilenmek, duygulanmak elbette insanî bir durum... Ancak yukarıda künyesini verdiğimiz filmin ve bu meyandaki filmlerin son zamanlarda yolaçtığı etkilere baktığımızda; artık hayâlle gerçeğin, beyaz perde ile kara haberin, herşeyin ama herşeyin içiçe geçtiğini görüyoruz...
“Klostrofobi” ve “agorafobi”, birbirine zıt iki klinik tablonun adı; birincisi kapalı alan korkusu, ikincisi açık alan korkusu oluyor. Bu hastalıklardan birine müptelâ olanlar ya içerde kalamıyorlar veya dışarı çıkamıyorlar; ve ya kendilerini dışarı atarak veya eve kapatarak bir nebze rahatlıyabiliyorlar...
İngiliz kraliyetinin korkusuna bakılırsa “agorafobi” gibi görünüyor. Fakat yine görüyoruz ki bunlar içerde kalmaya da tırsıyorlar. Yani hem agorafobik hem klostrofobik bir klinik ötesi durum... Doktorlar bu tabloyu nasıl okur bilemem; ben siyâseten bakmaya çalışıyorum...
İsrail devleti, kurulduğu günden bu yana bir panik odasında yaşıyor... Daha doğrusu ne içerde rahat edebiliyor, ne rahat rahat dışarı çıkabiliyor; hem klostrofobik hem agorafobik yani... Keza Amerika ve İngiltere de tersinden böyle; 11 Eylül’e kadar kendi adalarında yani kendi panik odalarında güvenlikte hissediyorlardı kendilerini... Oysa şimdi ne dışarda ne içerde güvenlikte değiller!
Bu yüzdendir ki çıkarmaya mecbur oldukları “Kıyamet Savaşı”nın sebebi olarak Irak petrollerini gösteren yorumcuları iki grubda değerlendiriyorum: Dezenformatörler ve dezenformasyona kanmış zavallılar! Petrol bir alt sebeptir sadece!
“Savaşa katılalım, ki savaş ertesi barış masasından pay kapalım” gerekçesiyle Türkiye’yi mazlum ve müslüman Irak halkına karşı savaşa itmeye çalışanlar ise tek kelime ile “hâin-i vatan”dırlar! Çünkü bu savaşı Amerika-İngiltere kazanırsa şayet, savaş ertesinde “Türkiye” diye birşey kalmayacak! İsrail, yarım asırdır yaşadığı panik odasında bunalmış durumda artık; genişlemek zorunda! Sadece Irak’ı değil, diğer Ortadoğu ülkelerini ve tabiî Türkiye’yi işgal ederek odasını alabildiğine genişletmeyi, böylece korkularından kurtulmayı ve nihayet Judaizmin dünya hakimiyetini ilân etmeyi tasarlıyorlar!
AKP hükümeti ve Erkân-ı Harbiye’deki Anadolu çocukları şunu bilsinler: Saddam’ın bir şekilde Irak’tan çıkartılmasına katkıda bulunarak savaşı önlemek(!), barışa hizmet etmek demek değildir! Saddam bu şekilde Irak’tan çıkartılırsa, Amerika hiç zahmetsiz ve zayiatsız Irak’a yerleşecek ve işgalin diğer adımlarını çok daha rahat atabilecektir! Düşmanın Irak’a yerleşmesine izin vermek demek, Anadolu’nun işgaline yardımcı olmak demektir!
“İman dolu göğsümüz gibi serhaddimiz var” diyebiliyorsak hâlâ, korkmayalım; “Nasıl böyle bir imanı boğar, medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”!!!
Daha geniş bir zaviyeden baktığımızda, asıl mesele “güvenlik” de değil “güven” aslında... Güvenlik meselesi hiçbir alanda minimize edilebilir, sıfırlanabilir bir şey değildir zaten; velevki “güven” olmaya... Burada tırnak içine aldığım “güven” kavramından kasdım: Sahih bir din ve sağlam bir ideoloji yani “iman” ve “vizyon”; teşkilât ve silâh yani “tedbir” ve “taarruz”; ve nihayet “sabır”, “tevekkül” ve “dua”dır...
Düşman, bu anlamda güven sahibi olmadığı için çok saldırgan ve çok tahripkâr bir savaş makinası gibi ilerliyor...
Yarınki Kıyamet Savaşı madde ile ruhun, makine ile insanın savaşı olacak!
Sahte tanrılarla Allah’ın savaşı olacak!!!
Elbette Allah’ın dediği olacak; ruh, prangalarından kurtulup özgürlüğüne kavuşacak ve topyekûn insanlık kazanacak!!!