Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in görüşmesine ilişkin Başbakanlık Basın Merkezi yazılı bir açıklama yaptı:
''Sayın Başbakanımız, dün akşam İsrail Başbakanı Sayın Ehud Olmert ile verimli ve kapsamlı bir görüşme gerçekleştirmiştir.
Ankara'da Başbakanlık Konutu'nda bir çalışma yemeği çerçevesinde biraraya gelen iki lider, ikili ilişkilerin yanısıra, Gazze'deki durum, ateşkes ve Filistin-İsrail barış sürecini ele almıştır.
Ayrıca Suriye-İsrail barış süreci de kapsamlı olarak değerlendirilmiş, Türkiye'nin yardımıyla sürecin nasıl ilerletileceği konusunda görüşler teati edilmiştir.
Sayın Olmert, Sayın Başbakanımıza Ortadoğu barış sürecine katkılarından dolayı teşekkür etmiştir. Sayın Başbakanımız da barış görüşmelerindeki yapıcı yaklaşımı ve gösterdiği siyasi irade için Sayın Olmert'e teşekkürlerini ifade etmiştir.''
...
Bu görüşmenin hemen akabinde, "Yahudi Ahlâkı" ile tanıştı Başbakan Erdoğan; "realite" ile tanıştı!
"Realist" olmakla övünecek kadar tanıyordu zaten "realite"yi Erdoğan; egosu tanıştı bu kez.
Müslüman gururu, onuru, şerefi, haysiyeti adına yerlerde sürünen Erdoğan, bari egosu, nefsi, delikanlılığı, karizması, Kasımpaşalılığı adına ayağa kalksın diye düpedüz yazıyorum:
Erdoğan'ın izzet-i nefsine tükürdü bu sefer "Yahudi Realitesi"...
Yukarıdaki yanak yanağa fotoğrafın ve "Başbakanlık basın açıklaması"nın hemen akabinde İsrail'in havadan ve karadan Gazze'ye saldırmasının anlamı bu değilse nedir, Erdoğan açısından?
...
7 Şubat 2003...
Kendi değerlendirmelerimin fevkinde sağduyulu birçok sesi de mündemiç olan aşağıdaki yazım, 07.02. 2003 tarihinde "Akademya" ve "Doğu Strateji" sayfalarında yayınlanmıştı. "İmkânı olanlar, Kurban Bayramı münasebetiyle en az bir AKP milletvekiline ulaşarak, 18 Şubat’ta (2003) ellerine sahip çıkmalarını tebliğ ederlerse önemli bir vazife ifa etmiş olurlar. Bayramımız mübârek olsun!" notuyla...
«Özgürlük, adalet, eşitlik, barış, kardeşlik, demokrasi... İki asır böyle geçti. İki büyük savaş yaşandı. Aslında hiç eksik olmadı savaş; katliamsız geçmedi hiçbir gün! Ama silahlardan daha güçlü kavramlar vardı ellerinde; “özgürlük, adalet, eşitlik, barış, kardeşlik, demokrasi” gibi kavramların büyüsü “düşmanlık, zulüm, haksızlık, savaş, esâret ve sömürü” gerçeğini bugüne değin kısmen de olsa örtebildi.»
«Kavramlar soyundu artık! Bundan böyle Batı’nın bize sunabileceği kelimeler, kelimelerin gerçek anlamlarıdır: “Düşmanlık, haksızlık, işgal, yağma, talan, sömürü” ve “tonlarca bomba”dır, bütün kimliğimizi yok edinceye kadar “topyekûn savaş”tır!!!»
«Bütün kavramlar, "Mütefekkir"in şahsında bütün insanlığa idam verildiği gün yırtmışlardı maskelerini, çırılçıplak kalmışlardı! “Mütefekkir”, o gün, bütün “eşref-i mahlûkât” adına “Tiyatro bitti!” diye deklâre etmişti bunu! “Belhum adâl” cephesi üç yıl direndi bu gerçeği ikrar etmemek için; nihayet bugün, “Domuzlar Diktatoryası”nın başı Buş da itiraf etti ki: “Oyun bitti”!!!»
«Pablo Picasso'nun şavaş karşıtı tablosu 'Guernica', ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın dünkü konuşmasından önce BM duvarından kaldırıldı. Bir BM diplomatı, “Powell savaştan bahsederken arkasındaki duvarda en ünlü savaş karşıtı tablo olan 'Guernica'nın yer alması uygunsuz kaçıyordu” dedi. BM yetkilisi, ABD'nin BM temsilcisi John Negroponte veya Powell'ın "savaşmak, saldırmak ve yok etmek" gibi kelimelerle konuşurken, başlarının hemen üzerinde de kadın, çocuk ve erkeklerin katledildiği, ölen insanlar için korkuyla bağıran ve ölenlerin acısı karşısında utanan, dehşete kapılan hayvanların bulunduğu bir tablo olan Guernica'nın olmasının uyumsuzluğuna işaret etti.»
«"Batı” neydi? “Yunan aklı, Hristiyan ahlâkı ve Roma nizâmı”ndan mürekkep bir medeniyet mi? Hayır; “Batı” bu değil artık! “Yunan aklı” paramparça edildi; o büyük ustalar, ölü oldukları için değil sadece, hicaplarından ve kahırlarından yüzleri kıpkırmızı olduğu için toprağın altındalar şimdi, lânet okuyorlar bugünkü nesilleri için! Hristiyanlık, Judaizm marifetiyle bir din olmaktan çıkarılıp basit bir folklör hâline getirildi çoktan. “Hristiyan ahlâkı”, “Bâkire Meryem” ikonasını mini etek ve derin göğüs dekoltesiyle eğilerek öperken kilisede frikik vermek ve “kuzucuklar” katledilirken “Kilise”nin timsah gözyaşları dökmesi şimdi! “Bâkire Meryem”in gözyaşları ikonalardan taşıp boğmaya hazırlanıyor fâhişeleri! “Tanrının Kuzusu” elinde adalet kılıcıyla yeryüzüne inmeye sabırsızlanıyor şimdi! Evet, “Batı”dan geriye, akılsız ve ahlâksız barbar bir “nizâm” kaldı sadece! Batı bu şimdi; “Judaist Batı”!»
«Birkaç yıl önce, Uzakdoğu'dan, uzak görüşlü bir devlet adamının Batı'ya yönelttiği tepkinin haklılığı kanıtlandı: "Bu sizinki, insan hakları(!) emperyalizminden başka bir şey değil." İnsanlık olarak kuramsal tutarlılığını hayli geliştirebildiğimiz demokrasiyi uygulamada hemen hemen sıfır başarı noktasındayız! Monarşileri mumla aratacak post-modern faşizme dönmüşüz! Anlıyoruz ki, insanlığın kurtuluş reçetesi Batı değil.»
«Hepimiz bilmeliyiz ki, global çapta, müthiş dramatik, yeni bir oluşumun eşiğindeyiz... 1945'ten ve hatta 1914'ten bu yana süregelen Amerikan-Avrupa İttifakı, temel bir yapı değişikliğinin eşiğindedir... Olaya, sadece “Amerika Irak'ın petrolüne göz dikti” boyutundan bakmak, yetersizdir. Veya “Türkiye Kuzey Irak'a girsin, ama savaşın dışında kalsın” benzeri düşünceler üretmek, cahilcedir... Amerika da, Avrupa da, Batı sistemine ve uygarlığına yönelmiş tehlikelere karşı, önlem alınması konusunda aynı çizgideler... Bunu anti-faşist, anti-komünist ve anti-terörist mücadeleler sırasında hep gördük... Ancak Amerika, Avrupa'ya göre daha radikal ve daha köktenci; farkları sadece bu...»
«Irak'a müdahalenin özü: Dünyanın öfkesini kışkırtmamak için sırtlan çehresini ustalıkla gizleyen İsrail'in mânevî önderliğinde “Judaist” bir saldırı olduğudur.»
«Amerika 1992 yılında, resmi belgelerinde, fırsat bulduğu ilk anda Ortadoğu'da güç dengelerini değiştireceğini, dünya düzenini yeniden kuracağını ilan etti. Amerika yeni bir emperyal imparatorluk kurmaya çalışacak; bu niyetini açıkça beyan etti. Bu süreç içinde “Ben savaşa ahlâken karşıyım” demek, içi sıfır olan yeni bir lâf etmekten başka bir anlam taşımaz. Bugün dünyada 10 yıl önce var olan düzen artık yok. Yeni kavramlar, yeni yaklaşımlar var; totaliter yaklaşımlar... 21. Yüzyıl çok büyük bir savaşa gebe; tarihe bakarsanız eğer, çok büyük savaşların öncesinde yaşananlar yaşanıyor bugünlerde. Türkiye'yi yönetenler, geçmişinde dünyayı idare etmenin ne olduğunu bilen insanların genetik kodlarını umarım hala daha taşıyorlardır. Çünkü yeni dönemde bizi tek kurtaracak şey tamamen soğuk kavramlarla düşünmeyi bilen devlet adamlarının ortaya çıkıp ipleri ele almasıdır.»
«DYP lideri Mehmet Ağar, hükümetin Kuzey Irak'a girilmesi konusunda geç kaldığını ileri sürdü.»
«AKP lideri "Türkiye'nin savaş denkleminin içinde bulunması gerektiğini" söylüyor ve ekliyor: "Harekatın başında denklem dışı kalınırsa, harekatın sonunda gelişmeleri yönlendirecek konumda olmak mümkün olmayabilir..."»
«Bir gün "Savaşa hayır" ve "Bizim için bağlayıcı olan BM güvenlik konseyi kararıdır" diye yattık, ertesi sabah "Savaşın başında yer tutmazsak sonunda masaya oturamayız" diye uyandık.»
«Başbakan Gül, aynı gün, ABD başkan yardımcısı Dick Cheney ile, telefonda yaptığı, "Yabancı asker konuşlandırma yetkisini ancak bayram sonrası Meclis'e sunabiliriz" pazarlığını, 'barışa hâlâ şans var' diye düşündüğü için yapmış olmalı. Oysa, savaşın 'ahlâkî yönden' yanlış olsa da 'siyaseten' doğru olduğu söylendikten sonra, o pazarlığa hiç gerek yoktu.»
«Başbakan Abdullah Gül, Irak'ta barışın sağlanması için Türkiye'nin elinden geleni yaptığını belirterek, "Artık günah bizden gitti. Bundan sonra Türkiye'nin orta ve uzun vadeli çıkarlarını korumak zorundayız" dedi.»
«Başbakan Abdullah Gül, ABD'nin üs ve limanlarda genişletme çalışmaları yapmasına imkân hazırlamak için getirilen tezkerenin 3 ay ile sınırlı olacağını belirtirken, yabancı ülkelere asker gönderme ve yabancı ülke askerlerini Türkiye topraklarında kabul etmeyle ilgili ikinci tezkerenin ise 18 Şubat'ta TBMM'ye sunulacağını ifade etti.»
«Gül, "Türkiye bir savaşa girmiyor" dedi. Gül şöyle konuştu: "Türkiye katliamı önlemek ve sınırında yeni bir devlet kuruluşunu önlemek için vaziyet alıyor. O bitince dönecektir."»
«Başbakan Gül, "Türk askerinin silah atmaması için Amerikan askerinin olması gerekiyor. Türkiye'nin savaşa girmemesi için bir miktar Amerikan askerinin bulunması isteniyor" diye konuştu. “Belki hala barış imkanı olabilir, ama bizim stratejik ortağımız ABD'dir. Ulusal çıkarlarımızı düşünerek, ABD ile beraber hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz.”»
«Amaç, "varolanı (sınırlarımızı) korumak ve pazarlık masasında yerimizi almak”... Bunun için de, "dünyanın en haksız savaşı"na taraf olmamız isteniyor.»
«ABD'nin Ortadoğu'yu dizayn etme çabasından pay kapılacağını beyhude bir şekilde ummak, ülke bütünlüğüne işaret ederek ABD'den geleceği varsayılan tehditler etrafında hareket etmek tümüyle yanlıştır. Korkulan gelişmelerin gerçekleşmesini ortadan kaldırmayacak, tersine hızlandıracak bir faktördür.»
«ABD'nin savaş sonrası hesaplarında, bölgeye vereceği yeni biçim için, Türkiye'nin herhangi bir belirleyici yeri ve rolü yoktur. Washington, 'Roma İmparatorluğu'nu günümüzde canlandıracak yeni bir dünya düzeni peşinde... O düzende, İsrail-ABD ve İngiltere dışındaki ülkelere söz hakkı yok; Bu yüzden, "Savaşın başında yer almazsak paylaşım masasında yerimiz olmaz" görüşü boş bir hayaldir...»
«Bu noktada Türkiye'nin önünde, Erdoğan'ın ABD'nin yanında yer alma gerekçesi olarak zikrettiği "savaş sonrası oluşacak denklemde yer almak"tan başka bir politik ufuk görülmemektedir. Peki, "denklemde bulunmak" ne demektir? Cevabı belli... Savaş sonrasında ABD liderliğinde dağıtılacak pastadan pay kapabilmektir. Ama, Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması politikası bu paylaşım umuduyla örtüşmemektedir. Ayrıca, Irak'ın parçalanması yüksek bir ihtimaldir ve savaşın pratiği gereği Tükiye'ye yeni paylaşımdan pay verilmesi anlamsızdır. Çünkü, Türkiye Irak Savaşı'na aktif bir güç olarak katılmamaktadır. Öte yandan, Başbakan Gül'ün ısrarla tekrarladığı, "savaşa girmeyeceğiz" sözü bir tercihi ifade ediyor ama Türkiye'nin tercihi bu olmasaydı da ABD'nin zaten savaşa girmemize engel olacağı açıktır. Şu anda Kuzey Irak'ta bulunan askeri varlığımıza da karşı çıkmaktadır. Bunun yanısıra, Irak'ın toprak bütünlüğü kaybolduğu takdirde, yıllardır ABD'nin yolunu bekleyen KDP ve KYP'nin mevcut de facto devlet yapılarına kalıcı bir statü kazandıracaklarını tahmin etmek de güç değildir. Bu gelişme de Türkiye'nin politik avantaj ve mevzi kaybetmesine yol açacaktır.»
«Başbakan, "bizden günah gitti, artık stratejik ortağımız Amerika'nın yanında yer alacağız" demektedir, ama ABD, Türkiye'ye stratejik ortak değil, lojistik imkân gibi davranmaktadır.
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, yakın gelecekte hükümet ve Ak Parti'yi en fazla sıkıştıracak olan hususun, denklemde tatmin edici bir pozisyon bulup-bulamamanın olacağı anlaşılmaktadır. Dış politikadaki kaybın ya da kazanamamanın siyasi faturası da, ekonomideki kriz beklentisinin Türkiye'ye yükleyeceğinden daha ağır olacaktır.»
«Bazılarının göstermeye çalıştıklarının tersine, ABD'nin, Türkiye'yi savaşın tarafı bir 'muharip güç' olarak görmediğidir... 1991'de, kuzeyden ikinci cepheyi Türkiye'nin açması söz konusuydu; Turgut Özal'ın planı dönemin Genelkurmay başkanı tarafından değil ABD tarafından bozuldu. Bugün de, ABD, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin Irak'a girmesini, Kuzey Irak'ta nâzım bir rol oynamasını istemiyor. Güneye kaydırılan birlikler, göreceğiz, orada kalmaya devam edecekler. Bu sebeple, "Kuzey Irak bizim ilgi alanımız, savaştan uzak durursak arzu etmediğimiz gelişmeler yaşanabilir" yaklaşımı bir safsatadır...»
«Türkiye'nin kâr ve zararını tayin edecek olan temel yaklaşım, Ankara'nın savaşı nasıl tanımladığıyla yakından ilgilidir. Kaçınılmazlığı besbelli bu savaşın tarafı olmayı, Türkiye'nin bir dünya devleti olabilmesi ihtimaliyle uzlaştırmaya çalışmanın anlamı yoktur. ABD denetimindeki statükonun iştahının kabarmasından ibaret bu durumu, yeni bir dünya sisteminin doğuşuna delâlet sayıp, Türkiye'nin desteğini ciro etme bahanesi olarak vaz'etmek ise, tarihi yanılgıdan başka birşey değildir.»
«Washington, Ankara'dan, ülkenin her tarafını bir askerî üs gibi kullandırmasını istiyor. Limanlar, havalimanları, Doğu'da (muhtemelen Diyarbakır'da) kurulacak dev bir yeni üs... Askerinin bir kısmını transit olarak Irak'a taşısa bile, epey bir miktarını Türkiye'de bırakacak ABD. Savaştan sonra da, çok sayıda Amerikan askeri (bu sayı 40 binin üzerine çıkabilir), Türkiye'de kalmaya devam edecek... Afganistan operasyonu sırasında Pakistan'ın bile ABD'ye göstermeye yanaşmadığı bir kolaylıktır bu.»
«Bir kere ABD Türk askerini Kuzey Irak'ta istememekte ve Türk ordusunun desteğini reddetmektedir. Bunun Türkiye'nin Güneydoğu'sunda fiili durum yaratması ciddi bir ihtimaldir. Bu durumda pay alınmaz, pay kaybedilir. Ve bu tür ilişkilerde tehdide boyun eğen, her boyun eğişle biraz daha taviz vermek zorunda kalır.»
«Irak'a yönelik saldırı planlarında Kuzey Cephe'nin açılması zorunluluğu ve Türkiye'nin buna karşı direnmesi, ABD için BM kararından bile daha etkili bir unsurdu, engelleyici ve geciktirici bir husustu. Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları ve muhtemelen bunu takip edecek karar ve uygulamalarla savaşın önünde hiçbir engel kalmamış, Türkiye hızlandırıcı ve meşrulaştırıcı bir rol üstlenmeye soyunmuştur. Daha öte yeni Roma İmparatorluğu'nun payandası olmayı kabul etmiştir.»
«Anadolu insanının geleceği "güçlüden yana" politikalarına emanet edilemeyecek kadar yatay ve dikey, kültürel ve tarihi, stratejik ve siyasi ilişkilerin kesiştiği faktörlere bağlı. Şu an fark edilmese de böylesi ilişkilerin kesiştiği bir zaman diliminde duruyoruz. Amerika'nın Türkiye'yi içine sürüklemek istediği savaşın bizim için anlamı, savaş sonrası masada pay kapma pragmatizminden öte bir anlam taşıyor…»
«Bölgenin tarihî hafızasını, bu coğrafyada varolmasını meşrû kılacak kültürel dokusunu tahrip edecek bir süreci başlatacak savaşa evet diyeceklerle tarih hesaplaşacaktır.. Bağdat bombalanırken tahrip ettiği sadece bir şehir olmayacak, düşen bombalarla bölgenin zaten zayıflamış 'ben idraki' tahrip edilecek; bölgede oluşmakta olan kendi olma, var olma şartlarının altyapısı çökertilecek. Durum bu kadar açık; ve görülmesi gereken de budur.»
«Biz 1. Dünya Savaşı’na girmemiştik; şöyle oldu böyle oldu "girmiş” sayıldık. Biz 1. Dünya Savaşı’nda yenilmemiştik, ama müttefikimiz Almanya yenilince, bizi de “yenilmiş” saydılar! Daha ilkokul sıralarında böyle safsatalarla yıkadılar beyinlerimizi. Verilmek istenen mesaj açıktı: Türk güçlüdür! Biraz aklımız ermeye başlayınca şu soruyu sorduk: Bir savaşa girmediği hâlde girmiş sayılıyor, yenilmediği hâlde yenilmiş sayılıyor; peki Türk bu kadar salak mıdır?! Türkiye hem güçsüz şimdi, hem de en salakça şeyi yapıyor; bir daha varolmamacasına kendini ateşe atmak demek olan bir savaşa “calladı”nın kucağında giriyor. Savaşın tarafı ve hatta mağlûbu olmaktan daha kötüsü, kendi celladının tarafı olmaktır; kazanan taraf bile olsa... “İslâmî bir tarih ve hâl muhâsebesiyle” baktığımızda, bu savaşın mutlak mağlûbu, kazanması mutlak zannedilen taraf olacaktır! Zafer, bu çağdaş Firavuna “Allah mısın ulan!” diyebilenlerin olacaktır! »
«Neler yazıyor, neler diyorlar: "ABD Ordusu elini kolunu sallaya sallaya Bağdat’a girecek." Oh ne iyi, kan, barut, gözyaşı yok yani. Sahi bu kadar basit mi?.. Gelin akıl yürütelim: ABD, Irak’ta sürekli kimyasal silah aradı. Buldu mu? Hayır. Irak’ta kimyasal silah yok mu? Var. Peki ABD niye bulamadı? CIA, son 10 yılda Saddam’ı devirmek için onca darbe plânı yapıp, suikast girişiminde bulundu. Başarılı oldu mu? Hayır! ABD, Irak yönetimini bölmek istedi, bu amaçla milyar dolarlar harcadı. Başarılı oldu mu? Hayır! Irak’taki kimyasal silahları bulamayan, onca darbe teşebbüsünden başarı elde edemeyen, Irak yönetimini bölemeyen ABD, "elini koluna sallaya sallaya gireceği" Bağdat’a nasıl hakim olacak? Soru çok: ABD’nin cephe savaşını kazanması, savaşı kazandığı anlamına gelir mi? "Derin Irak" ABD’ye tamamen teslim olur mu? Mogadişu’ya (Somali) giremeyen, kafasını Kabil’den (Afganistan) çıkaramayan ABD, “derin” Irak’a hakim olacak öyle mi? Türkiye "Hayır!" dediği ve “kolaylık” sağlamaya karşı çıktığı sürece, ABD'nin zafer kazanamayacağı apaçık bir gerçektir.»
«Bütün gayeleri "Dünya İmparatorluğu”dur, “Büyük İsrail”dir; hedef Türkiye’dir! Şair İsmet Özel’i anmanın tam sırası; Türkiye “celladına gülümsüyor” tam iki yüz yıldır! Şimdi ise, boynunda ilmek, kahkahalar atıyor darağacında! Türkiye, bugünden tezi yok kendine şiddetli bir tokat atmalı, kaybettiği hâfızasını bir anda kazanmalı, kendine gelmelidir! Türk’ün bin yıllık beynelmilel tarifi: “Müslüman”dır! İslâm yoksa “Türk” de yok; bunu hatırlamalıdır! Bu tarifin dışındaki “millî kuvvetler”, “ulusal güçler” filân hikâyedir; bunu anlamalıdır! Bunun böyle olduğunu Şişli Âbide-i Hürriyet Meydanı’nda gördük en son! "Milli kuvvetler - ulusal güçler" ittifakının Şişli Abide-i Hürriyet Meydanı'nda düzenlediği "Denktaş'a Destek Mitingi" nasıl fiyaskoyla sonuçlandı... 10 milyon nüfuslu İstanbul'da düzenlenen mitingde en fazla bin beş yüz kişi vardı... Bu fiyaskonun üç nedeni olabilir... Bir: O gün hava çok soğuktu... İki: Destek istenen herif namussuzun önde gideniydi... Üç: Mitingin sözcülüğünü Kemal Alemdaroğlu, Zekeriya Beyaz gibi namussuz tipler üstlenmişti.... Hangisinin sebep olduğunu test etmek “ulusal güçler”in elinde; çok merak ediyorlarsa, havalar düzelince bir miting daha yapmalılar...»
«Bu saldırıyı kendisine yapılmış saymayan hiçbir müslüman "müslüman" sayılamaz! Gayrımüslimlerden dahî, bu saldırıyı kendisine yapılmış saymayan hiçbir insan "insan" sayılamaz. Türkiye için, İslâmlığın ve insanlığın fevkinde, ne idüğü belirsiz bir "ulusal çıkar" ise hiç olamaz! Bu dakikadan sonra, kelimenin en sahih anlamıyla "millî" olan güçler için yapılacak tek şey kalmıştır: "İşgâlci güçleri arkadan vurarak tarihî önderlik borcunu ifa etmek! Bütün İslâm âleminin ve bütün insanlığın pervâneler misâli bu kurtuluş çerağına koşacağından hiç kuşku duymamak lâzımdır!»
«Son sözümüz, "müslüman" AKP’lilere: Kendinizi, melânet meclisinin kapalı kapıları ardında ne kadar gizlerseniz gizleyin; gizlenemezsiniz! “Tarih”, sizin hangi elinizi kaldırdığınızı gördü 6 Şubat’ta, 18 Şubat’ta da görecek ve hep öyle hatırlayacak; öyle de haşrolunacaksınız! Bu savaşa “evet” diyen herbiriniz için kıyâmete dek beddua edecek, “Tebbet yedâ ...!" diyecek ins-ü cin ve melâike; "Elleriniz kurusun emi!!!"»
7 Şubat 2003 / Nisi