İşkenceciler
Salih Mirzabeyoğlu tam 10 yıldır esir olup, bu esaret tabiî ve anlaşılabilir bir durum değildir. 10 yıldır süren bu esaretin tabiî ve anlaşılabilir bir durum gibi telâkki edilmesi cinayetle eş değerdir.
Tarih, S. Mirzabeyoğlu’nun esaretini ‘verilen destansı bir mücadele’ olarak yazacaktır.
Destanlık çaptaki mücadelenin özellikle son 9 yılı telegram-betatron işkencesine karşı verilmiştir. Ve hâlâ verilmektedir.
Bu mücadelenin verimi; dünya çapında 13 (-14) eserdir.
Sayın Av. Taylan Tanay’ın ifadesiyle; ‘o şartlarda yaşamak bile zorken, Salih Bey’in bu kadar üretken olup, o kadar eser yazması takdir edilecek bir durumdur.’
Zaten kendisi de eserlerini bu mücadele esnasında yazdığını söyler, onları ‘Telegram-Betatron kitapları’ olarak anar ve son eserlerinin böyle anılması gerektiğini ifade eder.
S. Mirzabeyoğlu telegram işkencesini yaşayan biri olarak yazdı, eserleştirdi. Bu eserle birlikte herkes meseleden haberdar edildi. Ve neticede akademisyen, hukukçu, avukat, hapis yatan, gazeteci, vs, vs… her cenahtan, her meslekten bir çok kişiyle yaptığımız görüşmelerde hemen hemen aynı ifade kullanır hâle geldi: ‘Salih Bey’den dolayı meseleden haberdarız.’
‘Salih Bey’den DOLAYI’ herkesin bu meseleden haberdar olduğu, “Telegram -Zihin Kontrölü-’ isimli eserin ilk baskısı kısa zamanda tükendiği, milletvekilinden bakanına, hukukçusundan akademisyenine ve gazetecisine kadar bir sürü insan bu mevzudan haberdar edildiği hâlde bu işkence niçin hâlâ devam etmekte ve bu işkence karşısında niçin hâlâ üç maymunlar oynanmaktadır?
S. Mirzabeyoğlu 14 Kasım 2008’deki avukat görüşünde işkencecileri kastederek; ‘Bunlar kendileriyle değil, gösterdikleriyle mühimdir.’ demiş ve mühim bir hastalığın nişânesi olan küçük bir sivilce örneğini vermiştir.
Zati itibariyle bir değeri olmayan ve Salih Mirzabeyoğlu tarafından ‘Yumurtasızlar’ olarak tavsif edilen işkencecilerin varlıklarıyla gösterdiği şey; sistem ve ondaki kokuşmuşluktur.
Köhne yapıda iş gören herkes bu işkenceden haberdardır!
Ve herkes, herkes kadar mesuldür!
Herkes, herkes kadar mesul olduğu ve bu mesuliyetten dolayı eninde sonunda yargılanacağı için herkes ısrarla üç maymunları oynamakta, aynı herkes, ısrarla bu malûm sırrı dillendirmemektedir.
Meselâ?
Cezaevinden mesul olan bir ‘hukukçu’ (savcı) yaşanan işkenceden haberdar edilmiş, hem sorumluğunun ve hem de hukukçuluğunun gereği hâlinde meselenin üzerine gitmesi gereken memur zihniyetli mezkûr şahıs yapması gerekeni yapmamış ve panik hâlinde cevap vermiştir: ‘Ben böyle bir şeyi hayatımda ne gördüm, ne duydum.’ İşkencecilere ‘ben tarafsız bölgedeyim.’ diyerek bir alan açan bu memur işkenceye ortaktır.
Dolayısıyla mesûldür!
Başka?
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun eski başkanı cezaevlerini ziyaret etmiş, S. Mirzabeyoğlu ‘hukukçu’ olan bu şahsı hücresinde kabul etmiş, kendisine meseleyi anlatmış ve mukabilinde; ‘Sizin iddianızın doğru olduğunu nereden bilelim.’ gibi son derece ahlâksızca bir cevap almıştır. ‘Rahatınız yerinde mi, çorbalarınız sıcak geliyor mu?’ gibi saçma-sapan sorularla meseleyi sulandırmaya çalışan, ardından da zılgıtı yiyen, bu şuur seviyesiyle ele aldığı işkence hususundaki ‘derin hassasiyetini’ her mahfilde dile getirmekle övünen aynı ‘hukukçu’, Meclis’teki makamında birçok kez ziyaret edilmiş, kendisine mevzu tafsilatlandırılmak suretiyle anlatılmış, Telegram kitabının yanı sıra telegrama dair birçok doküman verilmiş, ancak her görüşmede partisinin bakanı ile bir türlü görüşememekten dolayı dert yanıp, topu zamanın Adalet Bakanı’na atmış, ısrarlı takiplerimizden sıkılmış ve en nihayetinde artık bizimle görüşmeyerek meseleyi kendince hâlletme yoluna gitmiştir.
Bu şahıs işkenceden mesûldür!
Başka?
Kendisinden gerekçesi ile birlikte randevu talep ettiğimiz, fakat randevumuza cevap vermek yerine araya koyduğumuz kişileri ‘Senin onlarla ne işin olabilir?’ diyerek fırçalamayı tercih eden, F Tipi Cezaevleri’ni ‘devlet konuk evi gibi temiz, rahat’ ifadeleriyle öven, yakın zamanda cezaevlerine ziyaret gerçekleştiren, bu ziyaret kapsamında Bolu’ya da giden, gariban birkaç adlî mahkûmla görüşüp onların sorunlarını dinleyerek ‘görevini yerine getiren’, S. Mirzabeyoğlu ile görüşmeyerek meseleyi kendince hâlleden, geçmişte sol kadrolaşma ile nam yapan ve meseleden haberdar edildiği vakit ‘Bizim söylemek isteyip de söyleyemediğimiz şeyleri Salih bey söylüyorken bizim böyle bir işte nasıl dahlimiz olabilir ki.’ diyen eski Adalet Bakanı kadar bile meseleyle alâkadar olmayan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin işkenceden mesûldür!
Başka?
Telegram-betatron işkencesinin en yoğun yaşandığı dönemde Dışişleri Bakanlığı yapan, şimdilerde Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Abdullah Gül de gerek birebir sohbette ve gerekse çeşitli aracılar vasıtasıyla meseleden haber edilmiş ve fakat işkenceye dair hiçbir şey yapmamıştır.
Mesûldür!
Başka?
Salih Mirzabeyoğlu’nu her yönüyle düşman belleyen, O’nu en çok da ‘ehl-i sünnet’ yönüyle ele alan, Hz. Ali ‘aşkına’ Yahudilerin kucağına oturan, şaman kırması bir inancı inanç belleyen, tam netleştirememekle beraber II. Metris operasyonunda da güdücü olarak aktif bir şekilde görev yaptığı kuvvetle muhtemel olan bir ‘klik.’
Başka?
TC’nin milli burjuvazi yaratma teşebbüsünün neticesinde zenginleşen ilk ve en büyük sermaye.
Başka?
‘Yeşil sermaye’nin ilk temsilcilerinden olan, öldürülene kadar İhsan Güven ile görüşen, ilk ‘milli’ sermaye olan ailenin finanse ettiği telegram işinin taşeronluğunu seve seve üstüne alan, telegram işkencesinin gerekli teknik alt yapısını televizyon ve hastanelerinden tedarik eden, ‘Acer’ ismindeki bilgisayar markasının bir dönem Türkiye distribütörlüğünü yapan, gerek yaptığı işkencelerle ve gerekse teknolojik alt yapıya dair vukufiyeti ve yaptığı teknik modernizasyonlarla nam yapan C.T.Ç. isimli komutanı emekli olur olmaz holding bünyesinde işe alan ve H.H.I.’a damatlık yapan şahıs.
Başka?
Telegram-betatron işkencesinin S. Mirzabeyoğlu’nda ne türden tezahürlerinin olduğunu günü gününe takip ve kritik eden, içeriden birinin söylediği şekliyle ‘S. Mirzabeyoğlu’nun çektiği zikir çilesinden kuduran’, çıfıtlara erketelik yapmayı bir onur addeden Allahsız iki Kemalist karı-kocanın sevk ve idaresinde olan ‘vatan’sız bir gazetenin güdücüleri.
Başka?
Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanıp sorgulanan ve fakat hemen serbest bırakılan, elindeki bütün bilgi ve belgeleri ‘Yeni Gladio’ya verdiği, bundan sonra Yeni Gladio nam ve hesabına çalıştığı herkesçe bilinen, Telegram işkencesinde de ismi geçen Sisi’nin artık nam ve hesabına iş gördüğü Pansilvanya’dan yönetilen Yeni Glodio.
Başka?
Salih Mirzabeyoğlu’nun verdiği mücadeleye bîgane kalan, S. Mirzabeyoğlu’nun esaretini tabiî ve anlaşılabilir bir şey olarak gören herkes, fert fert hepimiz...
İşkenceler
En büyük işkence; işkencenin bildik yöntemlerle ispatlanamaması, işkenceye muhatap kalan şahsın meseleyi ifade edememesi ve en nihayetinde kendi içinde boğulmasıdır.
Bu işkencenin bir sürü çeşidi var. İspatı en zor ve dolayısıyla en garanti ve fakat en pahalı yöntem elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır.
İlaçla yahut başka usulle yapılanın isbatı nispeten daha mümkün. Alaattin Çakıcı’nın ‘bana mektup geliyordu, adamıma açtırıyordum, birgün yine bir mektup geldi, adamım açtı ve öldü.’ meyanındaki sözlerini ve bu sözlerin üzerine gidilmesi gerekirken niçin üstünün örtülmek istendiğini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlamak pek mümkün değil.
Zira diyalog şöyle gelişecektir:
- “Şikayetin nedir? Derdini anlat…”
- “İşte şöyle oluyor, böyle oluyor…”
- “İspatlayabilir misin, psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishane şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar…”
Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur:
- “Bahsettiğim elektirikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir ispat istiyorsunuz?”
24 saatin 25 saatinde işkence gören Salih Mirzabeyoğlu da aynı küt bakışlara muhatap kalmış olsa da, O, bu mânâda da bir ilktir. Zira O işkenceyi yaşamış, yaşayan biri olarak yazmış ve meseleyi temellendirmiştir. Ve kendisi için de daha ziyade mühim olan; ‘bu meseleyi duyurmaktır, ondan sonra iş nereye kadar giderse gider.’
İşkence nasıl olsa ispatlanamaz. İşkenceye muhatap kalan ısrarla meseleye dikkat çekerse kestirmeden ‘majör depresyon’ teşhisi konulur, alttan alta da ‘kafayı sıyırmış.’ düşüncesi zekredilir. Majör depresyon ‘teşhisinde bulunan’ doktor bile meseleyi izah etmeye kalkan ‘hastasını’ daha ilk cümlesiyle boğar: ‘Siz böyle bir şeyin olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’
Bu söze muhatap kalan kişi eğer Salih Mirzabeyoğlu değilse, yaşadıklarını anlamlandıramaz, kendinden iyice şüpheye düşer ve işkenceden maksat hasıl olur: İşkence katlanarak artar, insanın iradesi esir alınır, kişinin en başta kendisine, daha sonra ailesine ve tedricen çevresine yabancılaşması sağlanır.
İşkence aynı zamanda fizikîdir de. ‘İnsandaki arazın, hastalığın ortaya çıkarılması suretiyle gerçekleşen’ saldırılardan bir kaçı:
S. Mirzabeyoğlu’nun özellikle son 1.5-2 ayda yaşadığı şiddetli bel ağrısı bu türden... Geçmişte zaten var olan bel ağrısı azdırılmış, uyruk kemiğine yapılan saldırı ile dizlerinin üstünden omzunun altına kadar olan kısım komple bloke edilmiştir. S. Mirzabeyoğlu: ‘Uyruk kemiğimden sırtıma kadar elektrik verip rahatsız ediyorlar. O bölge toptan bloke oluyor, yürüyemez hâle geliyorum.’
Bu mevzulara aşina olan, daha doğrusu ihtisas alanı bu olan bir profesör de yapılan görüşmede hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır: ‘Bir noktaya teksif edilen elektro-manyetik dalgalarla o bölgedeki rahatsızlık azdırılabilir, belli yerler bloke edilebilir.’
Salih Mirzabeyoğlu’nun 2007’de, Bolu’daki duruşmasında da aynı şey gerçekleşmiş, göz ve çevresi olduğu gibi bloke edilmiş, bununla da kalınmayıp algılarda değişikliğe sebebiyet verecek şekilde rahatsız edilmiştir. Bu hususu anlattığı esnada; ‘Efendim duruşmaya girerken de kafanız eğikti, devamlı önünüze bakıyordunuz.’ demiş ve; ‘Maksat da zaten o, insanın tabiîliğini bozmak. Adımlarımı normal atsam da bu bana öyle gelmiyor, sanki adımlarım birbirine dolaşıyor. Hani çizgi filmlerde koşunca ayaklar birbirine dolanır gibi olur ya, işte öyle. Normal adım atmak için bile adımlarıma bakmak zorunda kalıyor insan.’ cevabını almıştık.
Bel ağrısının yanı sıra özellikle sağ kasık bölgesine de şiddetli tazyik uygulanıyor. O kadar ki en basit hareketleri yapamaz durumuna getiriliyor.
Yine özellikle son üç haftadır yapılan; vücuda, hususen de boyun, göğüs ve tenasül uzvuna kaşıntı vermek…
28 Kasım 2008 tarihli görüşmede konuşmasını birden kesti ve ‘bakın şu ânda dilimi yakıyorlar.’ dedi.
Kâh yakma, kâh şiddetli şekilde vurma, kâh kaşıntı verme şeklinde birçok kez yaşanan bu vb. hâdiseler 5 Aralık 2008 tarihli görüşmede de tekerrür etmiş, konuşmasını yarıda kesen S. Mirzabeyoğlu sağ gözünü göstererek; ‘marifetlerini gösterecekler ya, şimdi gözümü yakıyorlar.’ demiştir.
‘24 saatin 25 saatinde işkence gören Salih Mirzabeyoğlu’ ifadesi klâsik avukat diyalektiği yahut da dikkat çekmeye matuf belagatli ifadeler olarak telâkki edilmemelidir.
Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifade ve görüntülerden, vurma, yakma, bloke etme, kaşıntı verme şeklinde gerçekleşen fizikî saldırılara kadar işkencenin her türlüsünü yaşayan S. Mirzabeyoğlu’nun günlerce uyumadığı da oluyor.
Uyuyabildiği dönemlerde de fizikî olarak tazyik sürüyor, uyku ile uyanıklık arasında bir hâlle karşılıklı cedelleşme devam ediyor.
‘Deliksiz ve rahat’ bir şekilde 2 saatlik bir uykunun ardından ‘tamam, bu kadar yeter!’ denilerek yine uyandırılıyor.
Gerek görüntülü ve gerekse fizikî saldırı en çok da namazda yapılıyor. Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifadeler, küfürler S. Mirzabeyoğlu namaz kılarken ediliyor, yine aynı nispette ahlâksızca görüntüler namaz kılma esnasında veriliyor. Öyle ki namazın bozulduğu dahi oluyor.
İşkence türlü türlü… Mevzuunda ihtisas sahibi olanların da teyid ettiği türden yöntemler:
Her insanın kendine has bir elektriği var. Sevinçli, hüzünlü, sinirli… her hâlde değişen bu elektriğin/enerjinin tespit edilmesi ve daha sonradan insana giydirilmesi... Yani? Şöyle: İnsanın hüzünlü ânında tespit edilen elektriği başka ve farklı bir ânında insana veriliyor. Ve insan meselâ hiç de hüzünlü değilse birden hüzünlü bir hâle bürünüyor.
Salih Mirzabeyoğlu’na sıklıkla yapılmak istenenlerden biri de budur. Meselâ telefon görüşmesi yaparken ve hiç de hüzünlü bir hâli olmadığı hâlde yapılan saldırı ile hüzünlü bir hâle sokulmaya çalışılıyor. Bu en ‘masum’ saldırı…
Gerek suretine ve gerekse bedene yapılan bunun gibi nice saldırıdan haberdar olduğu için mukavemet edebiliyor.
Mukavemet edemezse işkencenin tezahürü belli: Durup dururken ağlamalar, yahut gülmeler, yahut sinirlenmeler… Hiçbir saldırının olmadığı ve insanın kendi hâlini kritik ederken düştüğü çelişkiler… Bu çelişkilerle birlikte kendi benine yabancılaşma… Akla-hayale gelmedik olan ve ancak ensest çocuklarının yapabileceği türden ahlâksızca yapılan saldırılarla hasıl olan düşünceleri kendi ‘ben’inden zannetme… Bu düşüncenin hasıl olması ile birlikte yaşananlardan kendini mesul tutma ve ardından kendinden iğrenme… Ve işkenceciler açısından mesut netice: Kendi benine, ardından aileye, ardından çevreye yabancılaşma… Herkese ve her şeye, en başta da kendi benine yabancılaşan insanın bütün bu süreçte iradesinin teslim alınıp, istenildiği gibi sevk ve idare edilir hâle gelmesi, güdülmeye teşne bir nesne olması…
İşkenceci Ruhîyatı ve Yapılması Gerekenler
Betatron işkencecilerinin ruhîyatını gerek S. Mirzabeyoğlu’nun ‘Yumurtasızlar’ tavsifinden ve gerekse sayın Dr. Hakkı Açıkalın’ın bu mevzua dair yazdığı makalelerden süzmek mümkün.
İşkenceyi yapan piyonlar, S. Mirzabeyoğlu’nun sırtından prim yaparak Türkiye’nin en büyük mafyası olma hayaliyle işe başlamıştır.
S. Mirzabeyoğlu’nun ‘ben sizi büyütmem, siz birer kantin dilencisisiniz.’ demek suretiyle çapları ifade edilen bu işkenceciler, kendilerini daha sonra ‘özel harekatçı’ olarak ifade etti. O da tutmayınca ‘(…)’ın adamlarıyız.’ şeklinde kendilerini mühimsetme yoluna gittiler. O da olmayınca, ‘askerî mahkûm’ oldular. Bu da tutmadı ve neticede ‘(…) tarafından kandırılanlar’ oldular. Son zamanlarda söyledikleri; ‘herhalde devlet bizim gençleri işsiz bırakmaz.’dır.
Peki kim bunlar?
Vasıfları: ‘Yumurtasız.’
Çapları: ‘Eline verilen âleti kullanmayı bir meziyet zanneden bir tinerci.’ kadar
Alâmet-i farikaları: ‘Hepsi ensest çocuğu.’
Psikolojileri: ‘Bir paket sigara için kendi bir tarafa, anasını bile satacak olan kantin dilencisi.’
Arkasındakiler: Kantin dilencilerine, ensest çocuklarına iş paslayacak kadar aciz bir seviye belirten müesses nizâm.
Yapılması gereken?
Türkiye’de kanun maddesi ile hukuk aynı şey zannediliyorsa, hukuk tutanın elinde işlevsellik kazanan bir maşa mesabesindeyse, ispatı nispeten daha kabil olan ve ölümle neticelenen işkencelere bile ses çıkartılmıyor ve bir ‘pardon’la gerekenin yapıldığı zannediliyorsa, betatron-telegram işkencesinden herkes haberdar olduğu hâlde hiç kimse bir şey yapmıyor bilâkis ‘hukuk adamları’ bu işkenceye göz yumuyorsa, o zaman bu mevzua dair mevcut yapı içinde hukukî olarak yapılacak pek bir şey yok!
Av. Ali Rıza Yaman