28 Mart 2009

Efgânî Efsânesi

TAKDİM
“Efgânî ve Masonluk”, “Efgânî ve kavmiyetçilik”, “Efgânî ve Abdülhamid Han”, “Efgânî ve Peygamberlik”, “Efgânî ve Renan” başlıklı beş makaleden mürekkep ve “İfade-i Meram”, “Mukaddeme”, “Hâtime-i Kitap”, “Zeyl (1-2-3)”, “Kitâbiyyat”, “İsim Fihristi” ve “Fihriste-i Kitap” ile toplam 12 kısım, 343 sayfadan mürekkep “EFGÂNÎ EFSÂNESİ; Cemaleddin Efgânî Etrafında Makaleler” isimli kitap...
Bu kitabı İngilizce, Fransızca, Farsça, Osmanlıca ve Cumhuriyet devrine ait 500 kadar kitap ve bir o kadar gazete ve dergi tarayarak kaleme alan Malatyalı Muhammed Reşad, pek haklı olarak şöyle takdim ediyor eserini: “Tahdis-i ni’met kabilinden ifade etmek isterim ki, Türkiye piyasasında bu kitabı ihmâl ederek Efgânî hakkında yazı yazmak, bundan sonra kâbil olmamak gerekir.”
Çünkü bu kitap, Efgânî üzerine en geniş ve en yetkin kaynak taramasıyla sahasında tek; ve Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışına nisbetle “Efgânî Efsanesi”ni yıkıyor...
Bu kitap, "akademisyen" kimliğini "mütefekkir” kimliğe karşı bir üstünlükmüş gibi görenlere de şunu öğretiyor: "Bilâkis akademisyenin vazifesi, mütefekkirin terkibî hükümlerini delillendirip tahlil ve tahkim etmektir!"
Bu kitap, piyasaya verildiği günden itibaren “çok sessiz bir gürültü” kopardı. “Sessiz”, çünkü "gık" diyemedi hiç biri... Bir tek, "mahallenin delisi" hüviyetiyle bir "Kaplan" çıktı ortaya ve dedi ki "bu kitabın yazarı meçhul!" Oysa biz, Yaşar Kaplan'ın da davetli olduğu -ama gelmediği- bir toplantıda -İlim Yayma Cemiyeti’nin Vefa'daki Konferans Salonu-, Malatyalı Muhammed Reşad'la tanıştık ve kendilerinden sonraki nesille övünen ihtiyarlar gibi, şu gencecik yaşımızda, bizden daha da genç bu kardeşimizle tanışmaktan gurur duyduk.
1996 yılında, İlim Yayma Cemiyeti’nin Vefa'daki Konferans Salonu’nda müşerref olduğumuz Malatyalı Muhammed Reşad Bey’in bu fevkâlâde eseri ile yaptığımız aşağıdaki röportaj, daha önce Akademya’da (1996) ve Furkan’da (1997) yayınlandı. Muhammed Reşad Bey’e teşekkürlerim ile tekrar arz ederim...
Mustafa SAKA


EFGANİ ve MASONLUK

- Kitabın tertibine uyalım ve Efgânî'nin masonluğundan başlayalım...

- Efgânî'nin Masonluğa intisabı, hemen bütün taraftarlarınca da teslim edilmiş bir hakikat olup, Şeyh'i anlamak için büyük ehemmiyeti hâizdir. Bizzat Efgânî'nin el yazısı ile yazdığı Mason Localarına müracaat dilekçeleri neşredilmiş, Osmanlı arşivlerinden ve masonların evrakından çıkarılmış vesikalara istinâden ciddi makaleler yazılmış, derin tetkik mahsülü eserlerde bu mevzuya uzun fasıllar tahsis edilmiştir.

- Tabiî, sevenleri de türlü türlü tevillerde bulunmuşlar?..

- Müslümanların bu lânetli müesseseye karşı nefretini bildiklerinden, mürid ve muhib taifesi bazı çareler aramışlar -Corci Zeydan gibi, "Hiç masonluk fena bir şey olsa, Şeyhim intisâb eder miydi" yollu türrehab saçanları bir tarafa- umumiyetle iki tevil tarzı kullanmışlardır. Bunlardan birincisi, Şeyh'in asrında masonluğun mahiyetinin bilinmediği, binaenaleyh mazur olduğudur.

- Varsayalım öyle! Peki bu adam ömrü boyunca masonluğun ne olduğunu anlayamamış mı?

- Avamı havassiyle bilcümle nâs masonluğu bilir ve telin ederken, nasıl olup da Efgânî bilememiş; sayısız localara aza olmuş, üstâd-ı azamcılıkda bulunmuş ve çok kimseleri intisab ettirmiştir. “Dehriyyun'a Reddiye" nam kitabında alemi fesada veren brahmanlardan, mormonlardan bahsetmiş, fakat ne hikmetse masonluk hatırına gelmemiş ve ölene kadar -artık tanımış olması icab eden!- bu müfsid müessese aleyhinde bir beyanı da işitilmemiştir. Zaten Efgânî, Masonluğu tanımadığını söylemiş değildir, lâkin muhibleri bu tevili uydurmuşlardır.

- İkinci tevilleri?

- Güya Şeyh, Masonların gayrı siyasi, pasifist bir teşekkül olduklarını görünce onları azarlayıp cemiyetlerinden istifa etmiş, (Mustafa İslamoğlu' na göre ise) "ipliklerini pazara dökerek hatasının kefaretini ödemiştir."

- Hayrettin Karaman'a göre ise “istifa etmemiş, ihraç edilmiş, hem de masonlukla mücadele etmiş"?

- Hazret galiba, "ibracı" kabulün, masonların "Kainatın Ulu Mimarı'nı inkâr ettiği için kovduk" demelerini tasdik demek olacağının farkında değiller.

- Yaa! Demek ateist olduğu için kovulmuş, öyle mi?

- Sırf bunun için müridandan uyanık olanlar, “Şeyhimiz kovulmamış fakat istifa etmiştir” derler. Hatta Hayrettin Karaman'ın, Reşit Rıza' dan nakil ve şerh ettiğine göre: “Abduh, üstadı Efgânî'nin isteğiyle ve davasına hizmet gayesiyle -davası ne ola ki? - mason cemiyetine de girmiş, bilâhere bu cemiyetin davasını gerçekleştirmeye elverişli olmadığını anlayarak çıkmış ve onunla mücadele etmiş olmasına rağmen bu da aleyhine bir puan olarak kaydedilegelmiştir.” Bu rivayetin iki râvîsî mevcuttur. Biri Reşit Rıza, diğeri Mahzûmî. İkinci râvinin de itiraf ettiği vechile, Efgânî istifa ettikten veya mason kayıtlarına göre, 'Kainatın Ulu Mimarı' dedikleri 'Yaratıcı'yı inkâr ettiği için ihraç edildikten sonra, bizzat üstadlığını yaptığı localar açmıştır. Mısır'dan kovulduktan sonra gittiği Paris'teki kısa ikâmetinde dahî mahallî localara kaydolmayı ihmâl etmemiştir. Mısır sonrası hayatı müddetince gittiği yerlerdeki hâmîlerinin, yârânının müseccel masonlar olması câlib-i dikkat bir husustur.

- Yani Efgânî, Abduh, Reşit Rıza çetesinin masonlukla mücadele ettiği falan palavra; hatta masonluğun ateist takımından bunlar...

- Bırakın mücadele etmesini, aleyhlerinde tek satır yazı yazmış mı? Masonluğun iyice kokusunun çıktığı ve Mısır'da da aleyhtar cereyanların kuvvetlendiği 1920'lerden sonra, Reşit Rıza' nın sadece kendini masonluk isnadından kurtarmaya yetecek ve burada cehriyle meşgul olduğumuz Şeyhleri etrafında tesis ettiği "tevbekârlık" kılıfıyla setrine muvaffak olduğu ihanetleri ve bütün melânetini bildiği halde, sadakatinde ısrarlı olmasının tevlid ettiği, tafsili imkansız mahzurları anlatmaya bu (sohbetin) hududu müsait değildir. Lâkin 1904'de kendi mecmuasında (ELMenar), Şabin Makarios'un "ElHâkaik'ül Asliyye fî Târîb' il Masoniyyet' il Ameliyye" kitabını takdim vesilesiyle, “Fevâid-i kesîreyi hâiz bu kitabı okuyanların bu hayır ve ma' rifet cem'iyyetini tanıyacakları” ümit ediliyor.

- Bu "hayır ve marifet cemiyeti" dedikleri, mason locaları yani?!

- Hem masonluğun medh ve propagandasını yapan bir kitabı bu şekilde reklam et,
hem de aleyhinde mücadele iddiasında bulun!

- Menar' ın hangi nüshasında bu takdim yazısı?

- 12. adet, 16 Cemazilahir 1322 (28 Ağustos 1904) 7. cilt, 473. sahife...

- Bizim nazarımızda, Efgânî'nin bunca hezeyanından başka bir de mason olup olmadığının ilmî bir alâkaya mevzu olmaktan başka bir önemi yoksa da, onu İslâm adına sevenlerin hesabını muhakak vermeleri gereken bir dava bu...

- “Kökü masonlukta bulunma”, Efgânîci gürûhun çaresini bulamadığı bir derttir ve bulunacağa da benzemez. Binâenaleyh, hâlen tesirini devam ettiren, muasır Modernist / İslâmcı / Mezhepsiz / Reformist hareketi anlamak için, Efgânî'yi ve Mısır Masonluğunu bilmek, bu zevattan müteessir muasır Arap müelliflerden terceme edilmiş kitapları okuyarak dinini öğrenen Türkiyeli müslümanlar için elzemdir.

- Mısır deyince, Merhum Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi?!

- Şunların bilinmesinde fayda var ki; masonluğa dair Türkçe matbuatın umumiyetle basitliği ve aleyhindeki tenkitlerin sathîliğinden müteşekkî ve -mâlesef avamın rahat hazmetmesi mülâhazasıyla tervîc edilen-, her taşın altında bir mason arayan marazî hassasiyetten berîyiz. Masonluk, âlem-î İslâm'ın maruz kaldığı belâlardan biridir ve olduğu hâl üzere bilinmesinin, doğru teşhis ve tedavi için lüzumu aşikârdır. Bu babda maksûdumuz, fikirlerin masonluk meyanında tesbitidir. Bununla beraber bir fikrin doğrudan masonlardan alınması yahut başka bir yerden alınmış veya ilk defa icat olunmuş ve tevafukan aynı fikrin masonlukta da bulunması aslî ehemmiyeti hâiz değildir. Fakat mânâlı alâkaların mevcudiyeti melhuz ise, tesbiti vasıtasıyla belki daha şümûllü malûmata vüsûl mümkün olur. Meselâ "laiklik", masonluğun da, "Kemalizm" dedikleri şeyin de esas umdelerinden olduktan sonra, masonlar Kemalistmiş yahut Kemalistler masonmuş; bunun aslî bir ehemmiyeti yoktur, lâkin meselâ laikliğin menbaını aldığı ilhad zemini Kemalcilikte de mevcutsa mânâlıdır. (...) Vakıa akîdeler, fikirler benzer olduktan sonra, Efgânî masonmuş, yahut masonlar Efgânîci imiş, bu bir isimlendirme meselesidir. Fakat bu spekülasyonların hakiki bir karşılığı olmadığı ortadıdır. Tabir-i diğerle, Efgânî mason olmasaydı da Efgânîcilik olurdu, fakat Efgânî masondur!

- Hakikat sevdalılarına, sadece Merhum Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi' nin teşhisi bile tek başına yeterli bir delil olmalı değil mi?

- Mısır'a hicret eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, gördüğü feci manzarayı, mes'ullerini de beyanla şöyle tasvir ediyor: "Mısır'da... cevv-i 'ilmî'yi (ilmî havayı) Garb' dan esen cereyanlarla mesmûm (zehirli) buldum... onları (Mısır'lıları) Garb' ı taklidde ve ona meftunluk göstermekte, Yeni Türklerle âdetâ yarışa çıkmış bulmak bana çok ağır geldi. Türkiye' de isyân neticesinde vukua gelen inkılab, burada sükûn içinde hâdis olmuş (gerçekleşmiş) ve Ezher'de teceddüd vuku a getirmek tarîkıyla yol almıştı. (…)” Şeyh Muhammed Abduh'a isnâd olunan islâhâta gelince; hülâsâsı şudur: Şeyh, Dîn sahasındaki sarsılmaz vukûfundan Ezher' i sarsıp ayırmış, mensûbînini bu sûretle lâdînîliğe (dinsizliğe) doğru geniş hatvelerle yürütmüştür. Fakat dînsizlere, dîndarlığa doğru bir hatve (adım) bile attıramamıştır. Üstâdı Efgânî vasıtasıyle, masonluğu Ezher' e idhal eden de o' dur. (…) Şeyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin-i Efgânî zamanından beri Ezher Ulemâsının, Türkiye'de misli görülmemiş bir sûretde mezkûr cem'iyyete intisâbı, ma'nâ-yı mahsûsu hâizdir. Ya'ni Dîn, Di'n'in 'İlm-i Kadim'i ve Kadim Ulemâsı ölmüşler, hayatda kalanlar varsa, onlar da emvât (Ölüler) hükmünde add olunmuşlar, onların yerine mahsûsâtdan (beş hâsse ile hiss olunandan) başkasına iman etmeyen, ya' ni Allah' a, Melâikesine, Kütüb-i Münzelesine, Peygamberlerine, Yevm-i Âhiret'e zamanımızda hissî tecrübelerle isbât imkânı bulunmadığı için imân etmeyen Garb'ın ilmiyle âmil yeni âlimler kâim olmuşlardır."

- Diğer karanlık yönleri gibi, soyismi(!)ne rağmen karanlıkta duran nesebi ve Şiâ ile alâkası hususunda, sevenlerinin rahatlığına ne buyrulur?

- Müritlerini ve bugüne kadar devam edegelen tarikatine mensup kimseleri, Şeyh'in sadece fikirlerine talip olmuş kimseler telâkki etmek tarzında bir tecrit vakıaya mugâyirdir. Şeyhlerini Eâzım-ı İslâm sırasına dahil etme maksadıyla hayatındaki pürüzleri temizleme gayretleri elbette mânâsız değildir. Albert Hourani gibi müsteşrikler belki anlamakta müşkilât çekebilir, fakat müslümanlar muktedâ bîh olacak kişiden lâyıkınca amel beklerler ve böyle olmayan adamlara ittiba edip muhabbet beslemekten, rûz-i mahşerde beraber haşr olunmaktan korkarlar. Şayet iddia edildiği gibi birileri "hâinâne maksatlara ehemmiyet vermeden", karanlık işlerine kafa yormadan” Efgânî'ye ittiba ediyorsa, bu herifleri cerh için başka bir şeye lüzum yoktur. Efgânî'yi "Şiî fikriyatının geniş tayfı içinde bir yerlere yerleştirme"ye gelince: Efgânî'nin Şiâ mezhebiyle alâkası ancak menşei itibariyledir. Sünnîler arasında takiyye yaparak gezdiği müddet zarfında kendisinden sadır olacak bir itiraf beklemenin mânâsızlığı akıl erbabına malûmdur. Bizce bu ademin illâ Şiâ tayfına yerleştirilmesi icabediyorsa, GULAT-I ŞİA'NIN MASONİYYE ŞUBESİ’ne ithal etmelidir. Asıl mevzu-ı bahs olan husus, Efgânî' nin İslâm'la alâkasıdır. İslâm'la alâkasızlığına dair kanaat hasıl olduktan sonra, Ehl-i Sünnet ve İmamiyye Şiâsının ittifakla tekfir ettiği Gulat-ı Şiâ’ya mı yoksa başka bir tasnif'e mi dahil edilir, bunun fazla bir ehemmiyeti yoktur.

- Efgânîcilik dendiğinde peşisıra sökün eden modernizm, reformizm, mezheplerin birleştirilmesi, içtihat kapısının herkese açılması, demokratik-laik bir İslâm anlayışı ve bu meyanda İslâmî devlet zarûretinin yok sayılması ve tabiî mevcut "demokratik laik-Kemalist otorite"nin meşrû sayılması fikirlerinin memleketimizdeki baş mimarlarından olarak akla gelen ilk isim Hayrettin Karaman?

- Necip Fazıl merhûm, kendine, Hayrettin Bey'in imzasının da bulunduğu bir mektupda "mezhepsizlik" isnadını reddeden üç şahsa (Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Tayyar Altıkulaç) hitaben: “... bir taraftan şarap iç, öbür taraftan da ben yalnız su içerim diye iddia et" demişti. Şimdilerde böyle ithamların yokluğundan mı, yoksa Üstad gibi kendine mektup yazacak kimseler kalmadığından mı bilinmez "mezhepsizler" var ve gayet de faal iken, ne hikmetse "mezhepsiz değiliz" deme ihtiyacında değiller.

- Hayrettin Bey'in, harf sırası hilâfına, isminin mânâlı bir şekilde hep ilk sırada zikredildiği bazı matbuatın zuhuru câlib-i dikkattir. Acaba bunun sebebi, zayi olduğundan şikâyet edilen fukahaya karşı hürmetsizliğin, "İslâm Hukuku uzmanları" vesilesiyle geri dönmüş olması mıdır? Yoksa İslâm Hukuku uzmanlığı ile fakihliği karıştıranlar mı vardır?

- Bizi burada alâkadar eden, bu hâllerin, Hayrettin Bey'in Efgânîci hüviyetiyle alâkası olup olmadığıdır. Cümlesi ehl-i iman arasında muhtelif sıfatlarla şöhret bulmuş bu zevatın, Hayrettin Bey'in “İslâm Hukuku Prof’luğuna hürmeten geride durduklarına inanmak pek makûl görünmüyor. Gerçi son zamanlarda revaç bulan bir kanaate göre, yekdiğerinin zıddı fikirlere mâlik kimseler, aynı yerde yazar, hatta tatlı tatlı "tartışırlarmış" bile... Velâkin Hayrettin Bey'in mevkii, pek de öyle aşurede nohut olmayana benzemiyor.
Efgânîciliğin, daha doğrusu Efgânî'nin mensubu ve imamlarından bulunduğu modernist, reformist, mezhepsiz hareketin Türkiye' deki seyri ve intişarı bahsinde, bu nevi "İz"ler fevkâlade mânidar olsa gerek. Bahis mevzuu davanın cidden mühim isimlerinden olan Hayrettin Bey'in İlâhiyatlar, Diyanet, İmam Hatip mektepleri, Ensar(ının) Vakfı, üstadlığını teslim eden matbuat ve bunu besleyen sermayedarlarla olan alâkasının tetkiki, Efgânîciliğin intişar haritası ile alâkalı kıymettar malûmat verecektir. Hayrettin Bey ve yârânının açtığı kapıdan geçtikten sonra, boynuz-kulak misâli, üstadlarını beğenmeyen müritlerin ve Efgânîcilik dozunu kâfi görmeyen "İslâmî Araştırmalar" mecmuası etrafında yuvalanmış "Ankara Teologları” nın aralarındaki münakaşalar, ibretle seyredilip ders alınacak şeylerdir. Aynı şekilde Hayrettin Bey'i takip ederek 1980 evvelinde cereyan eden mezhepsizlik münakaşalarında, Ehl-i Sünnet ulemâsı ve Hayrettin Bey yârânı arasında Efgânî ile doğrudan yahut vasıtalı olarak alâkadar, geniş bir literatur bulmak mümkündür.

- Bugünlerde, İslâmî devlet anlayışı ile Kemalist devlet pratiğini, "hükmetme" müşterekliğinden ötürü “ikisi de totaliter” diyerek bir ve müsâvî gören Mehmet Metiner'in "Girişim" safları, daha dün, Karaman başkanlığında, "Dâr-üt'Takrîb" girişimlerine sahne oluyordu. Bu işin de pirî Efgânî olsa gerek?

- Hem selefilik iddiacısı Reşit Rıza ve emsâllerinin "Mezhepsizlik mezhebi" ihdas etmek gibi mütenakız hareketlerinin, hem de son zamanlarda ihyasına çalışılan Sünnî-Râfizî vahdeti için kurulmuş Dâr-üt’Takrîb'in mânevî müessisinin Efgânî olduğundan bahsedilmesi acaip bir tevafuktur. Şeyh' in müritlerinden Abduh, Şeltut ve başkalarının karıştığı “sun'î vahdet” e dair, Mutahharî’nin, -Şiâ' nın batılları için söylediği, fakat ayniyle Ehl-i Sünnet' in hakikatleri için de mer'î olan- şu sözleri kâfidir: "Nasıl olur da, bir mezhebin takipçilerinden, İslâm'ın vahdetinin ve müslümanların vahdetinin muhafazası hatırına, hak bildikleri herhangi bir itikadî ve amelî esastan sarf-ı nazar etmelerini istemek mümkün olur? Bu, benim, İslâm' dan bir cüze, İslâm adına ona gözlerimi kapamam veya gözardı etmem hükmündedir... Biz kendimiz Şiâ'yız ve de Ehl-i Beyt'e tâbi olduğumuz için iftihar ediyoruz. (Biz de Sünnîyiz ve Ehl-i Beyt' e ve cümle Ashab-ı Kirâm Hazerâtına tâbi olduğumuz için iftihar ediyoruz!) En küçük bir esası dahî, hatta bir müstehabı veya küçük bir mekruhu bile anlaşma zemini olarak tanımıyoruz..." (Devamında, Dâr-ut’Takrîb'den gayenin Rafizîliğin Ehl-i Sünnet arasında intişarı olduğu, bu niyetle kurulduğu ve nisbeten muvaffak olduğunu anlatıyor.)
Keşke sünnî geçinen ulemamız da bu dürüstlükte konuşsalar. Takiyyesiz, yalansız, tam bir vuzûh ile böyle konuşan adamlarla, hakikaten küffara karşı pek lüzumlu bir siyasî itilâf mübahese edilebilir. Ve bu hakiki, muhkem bir itilâf olur. Yoksa, Sünnîlikle alâkası olmayan adamların -pazarlık yapar gibi- "ben Hazret-i Muaviye Radıyallahü Anh'dan vazgeçeyim, sen de İmamet' ten" yollu gülünç senaryolarıyla değil.

- Bütün mezheplere eşit mesafede veya hoşgörüde bulunmakla, bütün dinlere eşit mesafede veya hoşgörüde bulunmak arasında, "küfürde terâkki" den başka fark yok ve zaten masonluk da bu değil mi?

- Efgânî ve müritlerinde, kâh Ehl-i Sünnet'le Ehl-i Bid'at arasında, kâh İslâm ve batıl dinler arasında mevcut ihtilâfları kaldırmak şeklinde tezahürlerine rastlanan mezhepsizliğin, masonik bir lakaytlığa müstenit olması mümkündür. Mahmut Paşa El Mahzûmî’nin rivayetine nazaran, Şeyh' in ahir ömründe, İstanbul’da iken, İslâm'ın Yahudilik ve Hristiyanlıkla hemfikir olduğundan babisle, dinlerin birliğinden dem vurması ve Abduh'un da Şeyh'ine ittiba etmesi, câlib-i dikkat hususlardandır. İslâm'ın bâtıl dinlere üstünlüğünün reddinden geçen bu şeytanî vahdet davasına itikat etmeden mason olunamayacağı muhakkaktır ve masonluğun bütün dinlere müsamahakâr olması da aslında hepsinin münkiri olmasının bir neticesidir. Bir meselede mezhebi olmak (hakiki mânâsıyla) ancak o meseleye ehemmiyet veren ilim ehline mahsus olduğu malûmdur; ve mezhebî ihtilâfların kaldırılmasından bahsedenler -şayet cahiller güruhundan değillerse-, bu ihtilâfların istinat ettiği esaslara bir itirazları olmalıdır.

- Fener Rum patriği ile hoşgörücü Fethullah Hoca’nın sevişmelerinin kıskanılacak bir tarafı yok o hâlde; öte dünyada da sevişmeyi göze almışlarsa, sadece "recâ" ederiz!


EFGÂNÎ VE KAVMİYETÇİLİK

«Efgânî'nin tebliğ faaliyetinin en esaslı tesiri, İran'da, Mısır'da mahallî kavmiyetçi hareketin doğumunu teşvik etmek oldu. Bu suretle İslâm âleminin cihanşümhul bir devletin himayesinde birleşmesinin önünde yeni
ve dehşetli mâniler husûle getirdi.»
(Arnold. J. Toynbee, A Study of History, Londra-1954, 8.c., The Ineffectiveness of Panislamism, Panislamizm' in tesirsizliğine dair; Nikki R. Keddie, Pan-Islam as Proto-Nationalism, The Journal of Modern History mecm., Mart 1969, I. aded; 41. c., 27. sh.’ den naklen...) 692-695. sh.;

- Arnold J. Toynbee’nin ifadesi, Efgânî sempatizanı bir müslümanın altından asla kalkamayacağı kadar çok ağır; Ulusalcılıkla alâkası nedir Efgânî’nin?

- Vaktiyle “Türk Yurdu” mecmuasını neşreden kavmiyetçiler, Efgânî'nin imzalı resmini hediye ediyorlardı; hem de şu takdim yazısıyla: "Irk ve milliyet fikirlerinin şiddetli bir taraftarı olan merhum Şeyh Cemaleddin Efgânî" -Türk Yurdu'nun hediyesi-3. yılın 6. cildinin 8. sayısına ilâve...

- Korkunç! Başka?

- (…) Mehmet Emin Yurdakul: "Beni o yuğurmuştur; Cemaleddin'in ruhu bende yaşıyor..."

- “Bu Türkçüler de bir âlem; fikir atalarından biri Diyarbakır'lı bir Kürt, 'öbürü süzme yahudi, bir de İran'lı Efgânî!.. Tabiî, en az bu kadar ilginç olan; Efgânî'nin, hem Türkçülerin, hem de "Evrensel(!) İslâmcılar"ın şeyhi olabilmesi... Bu manzara karşısında, Mümtazer Türköne, haklı olarak, "Türkiye'de Efgânî'yi referans alan bir gelenek yaşamış olsaydı, bu gelenek İslâmcı bir gelenek değil, Türkçü bir gelenek olacaktı" diyor. Şimdi pek merak ettiğim, Şeyhin İslâmcı(!) müridleri nasıl tevil ediyorlar bunu?

- Bunlardan Hayrettin Karaman' ın kanaatince, “39 müstâkil İslâm devletinin hürriyet ve istiklâl mücadelelerini teşvik için harekete geçiren liderlerin başında Cemaleddin Efgânî vardır." (…) "Türkiye, Mısır gibi en önemli İslâm ülkelerini dolaşan Efgânî... (buralardaki) kurtuluş ve kalkınma hareketlerinin başlaması veya hızlanmasında âmil olmuştur." (…) Ömrünün bir döneminde "halkın millî iradesiyle oluşacak" "millî şuuru uyandırmaya" çalışmış, diğer döneminde "hürriyet ve bağımsızlığı elde etmiş müslümanların birliği için çalışmış" imiş.

- Nerede söylüyor bunları Karaman?

- (Hayrettin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, 1989, Nesil Yay., 314-135-458. sayfalar..)

- Merd-i Kıptî şecaat arzederken, sirkatini söylermiş...

- Ümmetin 39 parça olmasından şeyhlerine iftihar payı çıkaranlara mübarek olsun! Bu lafların sahibinin, vaktiyle AT’a (Günümüzdeki adıyla Avrupa Birliği-Furkan) girme fetvaları veren şahıs olması, bihakkın "Efgânîcilikte" mertebe sahibi olduğunu gösteriyor.

- Başka?

- Efgânî'nin kavmiyetçiliği tahrik etmesini, "dünyanın gidişatını" keşfedip, "Osmanlı topraklarını uluslaştırma sürecine gireceğini" –kerametiyle(!)- anlamak ve bu sebeple "Sultan Abdülhamid'e "adem-i merkeziyetçi" bir politika takip edip, bugünkü eyalet sistemine benzer özerk yönetimler, ya da devletler konfederasyonu biçiminde bir siyasal yapı önermeyi" yakıştıran Mustafa İslamoğlu gibiler de vardır.

- Başka?

- Efgânî'ye adem-i merkeziyetçilik nisbet edenlerden biri de Yaşar Kaplan'dır. Güya Şeyh, adem-i merkeziyetçiliği "daha İslâmî" buluyormuş! Yaşar Bey Hazretleri de bunu şerh buyuruyorlar; "Mısır'ın İstanbul'dan idaresinde" hata varmış.

- Bunu nerede yumurtluyor?

- (Yaşar Kaplan, Afgani Hakkındaki İddiaların Kaynağı,Vakit Gazetesi, 30 Mayıs 1994)

- Koyun gütmekten aciz adamlara bak!

- Şâd olsunlar! Emperyalist kâjirler, Efgânî gibi antiemperyalistlerin ve onların ardından giden ahmakların himmetleriyle bu "hata'yı en İslâmî(!)" şekilde çözdüler; ümmeti paramparça ederek... Mısır artık İstanbul' dan idare edilmiyor. Vakıa İstanbul da İstanbul'dan idare edilmiyor. Cümlesi bir yerlerden idare edildikleri iddiasındalar. Lâkin nihayetinde gene "bir yer"den idare ediliyorlar.

- Nereden?

- Ankara'dakilere sorun... Fetvasını da Yaşar Bey'den, Mustafa İslâmoğlu'dan ve diğerlerinden...

- Benim bildiğim; bunun bir İngiliz siyaseti olduğu... Müslümanlar arasındaki cetvelle çizilmiş sınırlar ortada...


EFGANİ VE ABDÜLHAMİT HAN...

«...Hilâfetin elimde olması, sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle, Cemaleddin Efgânî adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar Hilâfetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke Şerifi Hüseyin'in Hâlife ilan edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemâleddin-i Efgânî'yi yakından tanırdım. Mısır'da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana, bir ara, Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı ve çok muhtemelolarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer, Blund'la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul'a çağırttım; bir daha İstanbul'dan çıkmasına izin vermedim."
(Abdülhamid Han, Sultan Abdülhamid Han'ın Hatıra Defteri, Pınar Yay., 8. tab, 1986, 73. sh.)

- Allah'ın âyetlerini bile nefslerine göre tevil etmekten utanmayan Efgânîci güruh, asrının dünya çapında en güçlü istihbarat teşkilâtına sahip Abdülhamid Han'ın, şeyhleri için söylediklerine de muhakkak bir kılıf uydurmuş olmalılar?

- Muhibbândan Yaşar Kaplan, Adâb-ı İslâmiyeden nasibine dair bir kanaat veren şu satırları döktürmüş: "Abdülhamid'in Efgânî Hakkında "maskara adam" demesinin şer'î bir önemi yoktur. Abdülhamid'in söylediği o söz, niçin Sultan'ın kendisi için de geçerli olmasın?"
Biz de ilâve edelim; o söz Yaşar Kaplan için de geçerli olsun. Bu teşhis isabetli olur. Abdülhamid Han'ınki tarihî vesika olur, Yaşar Kaplan'ın yaptığı ise, edep hududunu aşmak olur. Zaten Yaşar Kaplan'ın sözünün, Şer'î-gayrı Şer'î bir ehemmiyeti yoktur. Belki bu ehemmiyetsiz lâfları tenkide lüzum da yoktur. Lâkin kendilerinden menkul kerametlerine Efgânî mütehassıslığını da ilâve eden hazretin, külahı arşa değmektedir. Meydanı boş bulunca, "Efgânî hakkında kendi eserlerine dayalı en gerçekçi ve en geniş eleştiriyi yapmışım" diye naralar atıp, "ileri müktesebata sahip ilim adamıyım" demek kolaydır. Fakat iş "ilmini konuşturmaya" gelince, Abduh'un lâyıhasını Efgânî'ninmiş gibi takdim edip dünya gözüyle rezil olmak da vardır.

- Mustafa İslamoğlu da Yaşar Kaplan'dan geri kalmıyor ve Abdülhamid Han'ı bilgisizlike itham ediyor...

- Muhibbân taifesinin en hararetlilerinden Mustafa İslamoğlu, Anadolu İslâmî hareketini tahlil iddiasındaki kitabında, Abdülhamid Han'ın hatıratından naklettiğimiz paragrafı aynen alıp tenkidine kalkışıyor: “Sultan'ın bariz bilgi hataları vardır.” Zira “… bir kere bu dönemde Mekke Şerifi Hüseyin değildir. O'nun amacası Arnavut Refik'tir. Şerif Hüseyin b. Ali 1908'e kadar Şerif ol(a)mamıştır. (Abdülhamid Han'ın) ‘Efgânî o tarihlerde Mısır'da bulunuyordu’ demesi ... gerçek bilgilerle uyuşmaz."

- Eee?

- Hazret, "gerçek bilgiler"ini saçmaya devam ediyor: “(Efgânî) 1879'da (Mısır’dan) ayrılmış, halbuki ... O Mısır'dan ayrıldığında, değil Şerif Hüseyin, Blund, Abdülhak Hamid isimlerinin siyaset sahnesine çıkması, Abdülhamid dahi mutlak anlamda, henüz Sultan olmuştu. Yani 1879'dan önce ne hilâfet meselesi vardı ortalıkta, ne yukarıdaki isimler." Bu lâfları duyanın "herhalde bir bildiği var" diyeceği allame nihayet hükmünü basıyor: “Demek ki tanırım dediği Efgânî'yi tanımıyordu.”

- Herhalde bir bildiği yok mu?

- Üç ciltlik kitabının 70 sahifesinde, hususî fasıllar hâlinde, geri kalan sayısız yerlerde ise alâkalı alâkasız, seriye teberrüken, ismini yâdettiği Efgânî'ye dair malumatı fevkâlade sathî olan ve kitaplarını velveleci Arap müelliflerinden devşirdiği mübalağalarla doldurmuş bu şahsın, elinde kalem, meydan yerinde gezmesi, Türkiye'li müslümanlar için büyük bir talihsizliktir.

- Yani hakikaten bir bildiği yok mu İslamoğlu'nun?

- Evvelen; Mekke Şerifliği yapmış iki Hüseyin vardır. Bunlardan birincisi, "Şerif
I. Hüseyin b. Muhammed Avn" olup, 1908' de Şerif olan "Şerif 2. Hüseyin b. Ali b. Muhammed Avn"ın amcasıdır. Hatırat’ta bahsi geçen, Şerif I. Hüseyin' dir. Abdülhamid Han emrinde çalışmış Şerif Hüseyin'leri karıştıracak cehalette bir zat değildi. O hâl, ahir zamanın cüretkâr müverrih müsvettelerine ait olsa gerek.
Saniyen: I. Hüseyin b. Muhammed, Avn' in şerifliği esnasında, Efgânî' nin Mısır'daki ikameti 1871-1879 arasındadır. Demek ki Abdülhamid Han, Efgânî'yi "doğru zaman"da tanıyormuş. İşin garip tarafı, Mustafa İslamoğlu, kendi kitabının 455. sahifesinde Avnurrefik'in 1882'de Şerif olmasından bahsederken, 265. sahifesinde 1879'da Mısır'ı terkettiğini söylediği Efgânî'nin "dönem(in)de Mekke Şerifi Hüseyin değil, amcası Avnurrefik'tir" deyip, aklınca Abdülhamid Han'ın "bariz bilgi yanlışı"nı çıkarıyor! Yani Efgânî'nin Mısır'ı terkettiği tarihten üç sene sonra, 1882'de Avnurrefik'in Şerif olduğunu -kendinin de söylediği- hâlde, Efgânî'nin Avnurrefik "döneminde" Mısır'da bulunduğunu yazıyor! Mustafa İslamoğlu, galiba kendi yazdıklarını da okumuyor veya yoldaşı Yaşar Bey'in dediği gibi "okuduklarını anlayamayacak kadar geri mi kaldı?" Hazret bir de “(bu kitabımı okuyanlar) İslâmî hareket üzerinde ciddi bir bilgilenme kaynağına kavuşurlar" demez mi?


EFGANİ VE PEYGAMBERLİK...

“Her sanat ki, ânın mevzuun ve nef’i her bir nesneye şamil ola; ol sanaat peygamberlik ve feylesofluk ve halifelik ve fakihlik gibi sanayinin eşref ve erdalidir."
(Cemaleddin Efgânî, Ahmet Halil Fevzi Efendi, Suyufûl Kavâtı terc., 12. sh.'den naklen)

- Künyesinin "Efgânî" olması ve Afganistan'ın o zaman İngiliz hâkimiyetinde bulunması hasebiyle, İngiliz sefaretine "ben sizin vatandaşınızım, bendeniz vatandaşınızın iltica talebini kabul ederek beni istibdattan kurtarın" diye bir müracatı da var...

- İstanbul'a geleli henüz altı ay kadar bir zaman geçmiş, Efgânî, hâmisi Batıcılardan aldığı cüretle verdiği bir konferansda, "Peygamberlik sanatlardan bir sanattır" dedi ve bu meyanda şeyler söyledi. Efgânî’nin konferans verdiği salon karıştı ve mesele büyüdü. Nihayetinde Şeyhülislâmlık hadiseye müdahale etti ve İstanbul camilerinde bu hezeyan aleyhinde vaazlar verildi. Abdülaziz Han'ın iradesi, Şeyhülislâm emriyle, devrinin ilm-i kelâmdaki kudretiyle şöhret bulmuş ulemâsından Filibeli Ahmet Halil, Fevzi Efendi, "Suyûfil Kavâtı limen Kâle İnnennübüvvete San'aten mi'Essanayi", yani "Peygamberlik Sanatlardan Bir sanattır Diyene Keskin Kılıçlar” ünvanlı risalesine yazmaya memur edildi. Hadiseler büyüdüğü için, Efgânî'den İstanbul'u terketmesi istendi. Şeyh'in hamilerinden Mösyö Tahsin, konferansa sebep olduğu için azledildi. Böylece mühim bir fitne defedildiği gibi, ulema, Batıcılar aleyhinde mühim bir zafer kazanmıştı.

- Hadisenin seyri bundan ibaret! Peki bunun arka planı; delâlet ettiği netice?

- “Şeyhülislâm'ın savaşının asıl hedefi, Efgan'lı konferansçı değil, üniversitenin kendisi ve arkasındaki Saffet, Münif, Tahsin ile Fransız eğitim projesidir... Şeyhülislâm'ın seferber ettiği Halil Fevzi Efendi'nin, kendisini sünnî göstermek için Efganlı lakabını takan Efgânî hakkında yazdığı "Suyûf'il Kavâtı" adlı kitabı, ulemanın, heretik (zındık) hurufilik kokularını sezemeyecek kadar cahilleşmemiş olduğunu gösteriyor." (Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay., 238. sh.)

- Herhâlde Efgânîci güruhun, şeyhlerinin bu sözüne de uydurdukları bir kılıf vardır. - Lâkin, Şeyh'in, peygamberlik akidesi, bu konferansda sarfettiklerinden ibaret değil; Renan'a verdiği cevapta da aynı minvalde sözleri var...

- Bazı saflar, "Akif, Efgânî' nin konferans metninin aslını bulmuş" gibi laflar etmişler, müsteşrikleri kendilerine güldürmüşlerdi. Bunlardan Osman Nuri Ergin'in tabiriyle "Cemaleddin'in söylediği hitabenin aslını bulup", hadiseyi "nurlandır"mış. Hakikat-i halde bütün yaptığı, Muhammed Abduh'un, Şeyh'i hakkında yazdığı müdafaanameyi terceme edip, belki bir iki hakaret ilave etmekten ibaret... (…) Abduh
rivayetinin en enteresan tarafı, “peygamberlik sanatlardan bir sanattır." cümlesinin sarfedilmediğinin iddia edilip, (…) arzettiğimiz teşbihle iktifa edildiği iddiasıdır. Böyle vâhîm bir inkâra sapmalarının sebebi, tevilde çektikleri müşkilâttandır. Hâlbuki bu cümlenin o mecliste söylendiğine Filibeli Ahmet Halil Fevzi Efendi ve kendini yazdıkları takrizlerle tasdik eden ulemâ, Şeyh Mustafa Mağribi Efendi gibi zevatla beraber, Efgânî'nin sual edilmesine bizzat iştirak eden Ahmed Cevdet Paşa ve Saffet paşa, Abdülhak Hamîd gibi zevât şahittir.
(…) Bu taifeden bazıları ciğerlerindeki yarayı kusup, ulemâ-yı İslâm'a “Gerici ruhaniler” (Hamit İnayet), "makam endişesine düşen" müfteriler (Mustafa İslâmoğlu), "içinden nefret besleyen basiretsizIer" (İbrahim Sarmış), "iskolastik zihniyetin tamamen esiri olan dar kafalar" (İ. Osman Keskioğlu) gibi elfâz-ı kabiha saçmışlardır. Bu mahlûkat nazarında, ulemâ-i İslâm, bir kimseyi -öyle olmadıkları halde-, sırf şahsi garez, yahut makam hırsından ötürü tekfir edebilmekte, kanını helâl görebilmektedir. İllâ kendi anlayacakları ağızdan konuşmak lâzımsa, ruhlarındaki marazı, başkalarına aksettirmek, onlara nisbet etmek şeklinde tarif edilen projeksiyon afetine duçar olmuş bu adamları ancak Şeriat paklar.


EFGANİ VE RENAN...

«İşlerimiz senin sünnetin üzeredir; "Din'in kafasını, Din'in kılıcından gayri ile kesmeyin!" demiştiniz...»
(Muhammed Abduh, Mecmua-ı İsnâd ve Medârik Çap Neşode der bâre-i Seyyid Cemaleddin; 138-139. tasvirler, 65. levha…)

-“Din’in kafasını, Din’in kılıcı ile kesmek sünneti” mi?!!

- “Kim ola bu münâfık ki; hemrahı çömezine bu elfaz ile nasihat ede? Din-i Mübîn’i tahrip için dahilden rahneler açmayı taktik vere? Ya bu münafıklar sarıklı iseler; bu adamlara ne etmek lazım ey ehl-i iman?

- Keselim mi? Leşlerini sürelim mi?

- Yâ! Lâkin bir küçük mesele var ihvan-ı din; bu münafıkların adları Efgânî ve Abduh...

- Hangi Efgânî ve Abduh?

- Hangi Efgânî ve Abduh mu? Mühim mi efendim; ahkâm, adamına göre değişiyor mu?

- İbn-i Kemal Hazretleri'nin dediği gibi o zaman!

-"Şeriat kim sarây-ı kibriyadır, murassâ kal'adır
Hakîkat bâbıdır, muhkem binâdır;
Ânın bir taşını her kim koparsa,
Yerine başın koymak revâdır!"

- Efendim, nedir şu "Renan'a cevap" hikayesi; ne demiş Renan?

- Renan, konferansında hulâseten şunları söylüyordu: "... İslâmiyet, ilme ve felsefeye daima eziyet etmiş ve nihayet onları boğmuştur... İslâmiyeti müdafaa eden serbest fikir sahipleri onu tanımıyorlar... İslâmiyet, rûhânî ile cismânînin birbirine kaynaşması, bir akidenin tahakkümü, insanlığa vurulan zincirlerin en ağırıdır... İslâmiyet, fethettiği memleketlerin fikrî ve rûhî varlığını ezmiştir... İnsan zekâsı için, İslâmiyet yalnız zararlı olmuştur... Bir müslümanı ayırdeden vasıf, ilim düşmanlığıdır."

- Hadi o Renan isimli bir kefere; Cemâleddin Efgânî ne diyor cevaben?

- Efgânî, bunca hezeyan karşısında, bir misli hezeyan da kendi ilâve edip şunları yazdı: "İlmin tekâmülünde İslâm'ın bir mâni teşkil ettiği doğru ise de; bu mâninin birgün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? İslâm bu mevzuda diğer dinlerden hangi cihetle ayrılır? Bütün dinler kendi bünye ve üslûplarına göre müsamahasızdırlar. "

- Müslümanlığı sırtlarında bir kambur, bir uyuz gibi taşıyanların nefs-i müdâfaa(!) üslûbu bugün de aynen sürüyor... Büyük Doğu Mimarı'nın tabiriyle: "NE ATTIGINI TAM ATABİLEN, NE ALDIGINI TAM ALABİLEN" reformist soyu bunlar...

- (Hristiyanların cemiyeti, Hristiyanlık mânisini aştıktan sonra) ... hür ve serâzâd terakkî ve ilim yolunda ilerlemektedir. Hâlbuki İslâm cemiyeti henüz dinî vesâyetten kurtulamamıştır…"

- Başka?

- (Hristiyanların dinlerinden kurtulmalarından bahisle) “... İslâm cemiyetinin de birgün bu vesâyet bağını koparacağı ümidini beslemekten kendimi alamıyorum. Batı cemiyeti için Hristiyan akidesi bütün şiddet ve müsamahasızlığına rağmen hiçbir zaman yenilemeyecek bir mâni olmamıştır. Hayır, İslâm'da bu ümidin beslenmediğini kabul edemem. Ben burada M. Renan' a karşı Müslümanlığı değil, barbarlıkta ve cehalette yaşamaya mecbur kalacak yüz milyonlarca insanı savunuyorum. Müslümanlığın, ilmi ve ilmî tekamülü yok etmek istediği bir hakikattır..."

- Başka?

- “(Din ehli), ... bir öküzün arabaya koşulduğu gibi bir doğmanın, mezhebin esiri olarak, şeriat ehli tarafından evvelce çizilmiş yolda aynen yürümeye mecburdurlar."

- Başka?

- "Gayet açıktır ki, (İslâm) dini, yerleştiği bir yerde ilmi bertaraf etmek istemiş ve bu gayesini gerçekleştirmede, despotizmin yardımından çokça faydalanmıştır."

- Bu İslâm düşmanı sözlerin sahibi Cemâleddin Efgânî... Bu sözleri bir Batılı söylemiş olsa, onunla ilim felsefesi ve bilim metodları üzerine -hatta tamamen Batı'dan örnekler getirerek- fikrî bir tartışma yapılabilirdi... Ama bu sözler, bir mürtedin ilhad itirafnamesi ise, yapılacak şey, İbn-i Kemâl Hazretleri'nin dediğinden başkası olamaz! Devam edin lütfen...

- "Dinler, isimleri ne olursa olsun, biribirlerine benzerler. Dinlerin felsefe ile uyuşmaları mümkün değildir. Din, insana, iman ve itikadı zorla kabul ettirir. Halbuki felsefe, onu itikadlardan tamamen veya kısmen uzaklaştırır... Din üstün olduğu zaman, felsefeyi bertaraf etmiştir. Felsefe hâkim olduğu zaman ise aksi varid olmuştur. İNSANLIK VAR OLDUKÇA, NASS İLE SERBEST TENKİT, DİN İLE FELSEFE ARASINDAKİ MÜCADELE BİTMEYECEKTİR. BU HIRSLI MÜCADELEDE, HÜR DÜŞÜNCENİN GALİP GELEMİYECEĞİNDEN KORKUYORUM.”

- Küfrü de, irtidadı da -realiteyi kabul plânında anlarız; ama anlayamadığımız, “Renan'a cevap”, bunun neresinde? Ne cevabı; basbayağı hoş beş ediyorlar yahu!

- Renan bu cevapnâmeden aşka gelip, bir cevap daha yazarak, Efgânî'ye olan hayranlığını ilân etti. İşte Renan'ın takdirleri: "(…) serbest düşüncelilerin bu muhtelif noktalar üzerindeki anlaşmazlığı, derin bir anlaşmazlık değildir. Çünkü, İslâmlığın lehinde de olsalar aleyhinde de olsalar, hepsi de aynı amelî neticeye varmaktadırlar. Müslümanlar arasında öğretimi yaymak... (bu olursa) BİZİM KATOLİKLİKTEN AYRILDIĞIMIZ GİBİ İSLÂMLIKTAN AYRILACAK SEÇKİN ŞAHSİYETLER YETİŞECEKTİR. ŞEYH CEMALEDDiN KADAR SEÇKİNLERİ HERHALDE AZ OLACAKTIR (…) Şeyh Cemaleddin, din fetihlerine karşı ırk haklarının itirazını temsil eden ruhun en iyi bir nümûnesidir. (…) ŞEYH CEMALEDDİN, İSLÂMLIĞIN PEŞİN HÜKÜMLERiNDEN TAMAMEN KURTULMUŞ BİR EFGANLIDIR; fikirlerindeki serbestlik, asil ve mert karakteri, kendisi ile konuştuğum sırada, İbn-i Sina ile İbn-i Rüşd gibi eski aşinalardan birinin, tabir-i diğerle o beş asır insan zekâsını temsil eden o “BÜYÜK İMANSIZLAR”dan birinin dirilip karşıma çıktığı hissini veriyordu." (Ernest Renan, Nutuklar ve Konferansıar, müt. Ziya İhsan, 1946. MEB. Yay.)

- “BÜYÜK İMANSIZ”!!! Peki ya müritleri bu methiyeyi inkâr mı ediyorlar, tevil mi?

- Bir mümin için hakaretlerin en büyüğü olan "imansızlık" isnadını, Renan'ın Efgânî 'ye verdiği cevabı öğrenmek isteyen müslümanlara nasıl naklederler! Müminler bunu okursa, şeyhlerinin itibarı ne olur sonra? Hem bazı mütecessis kimseler çıkar da, "Yâ Hû! Bizim şeyh ne demiş ki, Renan kendüne böyle iltifat etmiş?" diyerek, Şeyh'in makalesini okursa... Hâsılı, İstanbul'dan Kâbil'e, Bağdat'tan Kahire'ye kadar Efgânî-Renan muhabbetinden bahseden (...) kimseler, kasıtları sabit olunca, en ağır cezaya müstehak bir faaliyete tevessül ettiler...

- Tahrif ettiler yani?

- Abdurrahman er-Rıfai: "Karşısında durup kendisiyle konuşurken, kendimi İbn-i Sina, İbn-i Rüşd veya Doğu'nun efsânevî filozoflarından biriyle konuşuyor gibi hissediyordum... "

- "Büyük imansız", "efsanevî filozof' diye çevrilmiş ha! Başka?

- Türk Kavmiyetçisi Resulzade Mehmet Emin: "Bu şeyhi görünce, İslâm bahar-ı temeddününün İbn-i Sina gibi şukûfeleri pîş-i çeşmimde tecessüm ediyor.."

- "Büyük imansız", şimdi de çiçek açmış... “Yahudileşmek Temâyülü” bu olsa gerek!!! Herhâlde bu kadarı kâfi!..

- İmdi... Mâdem şeyhleri Efgânî'dir ve masonluğu, ajanlığı, mezhepsizliği ile bu (kitabımızda) ve derin tetkik mahsulü eserlerde ne olduğu ortaya çıkmış, pek gizli bir tarafı kalmamıştır; Efgânî Efsanesi artık bitmeli ve bu efsane ile rabıtalı efkârdan ve harekattan geriye ne kalacağı tekrar muhasebe edilmelidir. Gümbürtüsü afakı dolduran, müflis Efgânîci dalâleti terkeden, akıl insaf sahibi müslümanlara düşen; nefslerini hesaba çekip, tutarsızlıktan kurtulmak, Resûl-i Zişan Hazretleri'nin akâid ve a'mâlinden ibaret olan ve veresetünnebî meşâyıh, ulemâ, umerâ vasıtasıyla bize intikâl eden "Ehl-i Sünnet" mezhebine ittibâ etmektir.

- "Bize kalan borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan..."
(Necip Fazıl)
RSS feed Twitter.
İsim: Email:
Blogger tarafından desteklenmektedir.