27 Mart 2009

Edeble Varış Lütufla Dönüş

Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin. Hürriyet, Allah’tan başka hiçbir sebebe bağlanmamaktır. İffet, kendi nefsi veya başkasının hesabına değil; söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır. (s.6)

İhlâs, illet ve gâye olmaksızın yalnız Allah için günahı terk ve emrleri yapmaktır. Bu hâlde sebat etmenin zâhirine takvâ, özüne ihlâs ismi verilmiştir. (s.6)

Aklı-ı selîm, tab-ı müstakîm akıllı; bunun dışındakiler delidirler. (s.6)

Eğer ilim insanı gaflete sevkediyorsa, ne felâkettir. (s.8)

Sözü seni Allah’a, özü de seni O’na sevketmeyenle sohbet etme. (s.10)

“Delil”in menşei şüphe ve vesvesedir. (s.11)

İddia ettiğiniz sevgi, kâlbin bir şeye meyletmesinden ibarettir; sevgi olsaydı, itâat olurdu. (s.13)

Cemaatla huzur olmuyorsa, yalnızlıkta namaz kılmakla huzur oluyorsa, şeriatın emri kırıldığından o huzurun nefs ve şeytandan olması ihtimâli vardır. (s.14)

Çok konuşanın aklı azalır; aklı azalan kimsenin dini azalır. (s.14)

Tahammülsüz, efendi olmaz. (s.14)

Allah’a hamdolsun, Şâh-ı Haznevî’nin bütün müridlerini velî biliyorum, onları kendime duacı inanıyorum. Nitekim duaları da kabul oldu. (s15)

Şer’î hükümler birdir. Hakikat, kâbil-i taksim olmayan yine şeriatın kendisidir. (s.18)

Çokça derinleşmeye lüzum yoktur; bazan muhatab, söz söyleyenin muradının dışında düşünür. (s.20)

Kendi iradesini başkasının eline vermeyen, kendi hatalarını müşâhede edemez. (s.21)

İslâm dini âdabdan ibârettir. Âdab, âdab, âdab lâzımdır vesselâm. (s.21)

Müctehid-i kirâm, ulemâ-i a’lâm, evliyâ-i izâm en çok bedenî amele önem verdiler. Meselâ namaz huşû’ ile kabûle şayandır. Huşû’suz namaz ibâdet değil, âdet olur. Fakat huşû’nun meydana gelmesine vesîle tâdil-i erkândır. (s.24)

Bugün gerek Mûsevîlerin gerekse hristiyanların ellerindeki Tevrat ve İnciller birer tarih mecmuası durumundadırlar. (s.34)

Salihlerin meclislerine devam etmek, yanlarında bulunmak ihsandan sayılmıştır. Zira salihlerin meclisleri insana bilfiil büyük utanç verir. (s.36)

İnsan teslim makamına geldiği an, insî ve cinnî şeytanlar saldırmaya başlar. (s.37)

İmam Gazâlî diyor ki: “Eğer sen nefsini muhasebeye çekip ona günahlarını terk ettiremezsen, bu takdirde salih, kâmil ve taat ve ibadetlerde çalışkan bir zâtın sohbetinde bulun, sözlerini dinle, yaptıklarına bilfiil uy.” (...) Eğer buna imkân bulamazsan, birçok ehl-i ilmin dedikleri gibi, vefat etmiş önceki evliyânın menkıbelerini okumak ve yaptıklarına uymak, insanı muhasebeye muvaffak kılar ve nefsi istek ve arzusundan alıkoyar. (s.45)

Riyânın tarifi de, Cenâb-ı Hakk’tan başkasına amelini göstermek, yahud amelinin güzelliği ile kendini başkaya beğendirmektir. (s.45)

İnsanın bilmediği bir şey için “bilmiyorum” demesi ilimdir. (s.50)

Amellerde niyetin saflaştırılması, amel yapmaktan daha zordur. (s.51)

Bütün mesele riya ve nifaktan paklanmaktır. Bu oldu ise Allah Azze ve Celle sadık ve muhlis olan kullarını ya Ebdal yapar yahud da Ebdalle tanıştırır. (s.53)

Tarikat söz konusu olsun olmasın, her müslümanın cennetin anahtarı olan imanını muhkemleştirmesi, yani tashîh-i itikad etmesi, bütün farzlardan önce farzdır. (s.54)

“Ben O’yum, O da ben” fikri hristiyanların fikridir, müslümanların değildir. (s.57)

Zamanımızda müctehid olmadığına göre, tashih-i itikadla birlikte amelî tatbîkat, dört mezheb imamlarından öğrenilir ve buna itaat edilir. (s.58)

Tashih-i İtikad için, “Ehli Sünnetin Nazarı İtikadın Ölçüsüdür” adlı eserimiz kâfi gelmektedir. (s.59)

Farz ve sünnetlerde devam etmekle bid’atlerden sakınan hak yolun üzerindedir. Sıddîkıyye yolu da sünneti ihyâ, bid’ati terk etmekten ibarettir. (s.61)

Sâlik hangi zâtın menkıbesini, evrâdını okursa o zat okuyana şefkât etmeye devam eder. (s.63)

Her bir evliyânın meşrebinden bir parça alarak, sonra almış olduğu parçalardan kendine bir yön tayin eden faydalanamaz. Bu hata binnetice sâliki yoldan çevirip münkir de edebilir. Artık fıkıhta telfîkle amel etmek caiz olmadığı gibi tasavvufta da telfîkli amel caiz değildir. (s.63)

Feyz ve nisbet şeyhin kemâlâtı nisbetinde gelmez, bilakis müridin teslim, ihlâs ve yekîni üzere gelir. (s.70)

“Kâmil şeyhin alâmeti: Bir müridi İstanbul’da, bir müridi Tatvan’da, bir müridi İsfahan’da ve aynı anda sekeratta olsalar, üçünün başında hazır olmasıdır. Aksi takdirde şeyhliği terketsin, Koçero gibi milleti soysun; daha az günah kazanır.” (s.72)

Evliyâyı da sevmek imanın esas şartlarındandır derim, kemâl şartındandır demem. (s.75)

İttibâ’ şeyhedir, tatbikat şeriattır, maksad Allah’tır. (s.75)

Tevbe Canâb-ı Hakk’ın ilk kapısıdır. Onda muvaffak olan her yerde muvaffaktır. (s.76)

Şeyh Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Seyyid Nizameddîn’e yani Van müftüsüne gönderdiği mektubda şöyle der: “İyi adamlarla beraber olan kötü insan iyilerden, iyi insan kötülerle beraber olursa kötülerden sayılır.” (s.76)

Eğer mürid talib olmazsa, şeyhin gölgesi onun üzerine gelirse de muvakkat olur. Nitekim Ebû Tâlib’in üzerine Peygamber’in gölgesi düştü amma kendi iradesiyle teslim olmadığı için faydalanamadı. (s.80)

Huzura kavuşmanın ilk kapısı tevbe-i nasuhtur. Bu kapının açılması zordur. Bu kapı açılırsa öbür kapılar rahatlıkla açılır. (s.83)

Evvelki günahlardan mahcub olmak ve halihazırda Allah’tan utanmak, aşktan daha ziyade kavuşturucu müstakil bir yoldur. (s.84)

İçinde kul hakkı olan zinada helalleşmekte fitne vardır; bundan helalleşmeye lüzum yoktur, demişlerdir. (s.92-93)

Amelsiz ilim yahudi, ilimsiz amel nasrânîlerin yoludur. (s.96)

Dostum bana düşman olabilir diye hazırlıklı ol. (s.104)

Gavs-ı Hizânî: “İnsanın tevbe ve biat arzusunu tehir etmesi, ruhânî olan kabiliyetini öldürmesi demektir.” (s.108)

Tehzib makamında kibirliliği, gösteriş, benlik ve cimriliği kalbden silmek, namaz gibi farzdır. Hatta bunları kalbinden silmeye gücü yetmeyenin kâmil üstada teslim olmaları farz olur. (s.115)

Gözümüzün nuru, kalbimizin hekimi ve zamanın Lokmanı olan Gavs-ı A’zam: “Aşırı günah işleyenlerden korkmuyorum, fakat kalbinde kibirlilik ve mağrûriyet olanlardan çok korkuyorum; onlara hatme ve teveccüh tesir etmez, akıllarınca ayet ve hadisleri de tevil ederler, nerede ise Allah’ın ahkâmını kendi nefslerine uydurmak isterler. Sıddıkiye sâdatları kibirlilikten başka her şeyi tedavi ederler. Ezcümle Ebû Tâlib’in küfür üzere ölmesine sebep kibirliliği olmuştur.” buyurdu. (s.117)

Bazı tarîkatlerde “Müridin Fenâ Fişşeyh olmazdan evvel Fenâ Fil’ihvan olması gerektir.” dediler. Şâh-ı Hazne de: “Şeyhinizden fazla da müridlerine hürmet edin.” buyurmuştur. Zira kullar Allah’ın iyalidir; iyaline kemâliyle feda olmayan, O’ndan feyz alamaz. (s.119)

Hatta beynamazın yemekleriyle bile kalbin gözü kamaşır. (s.120)

Dili susturmak gibi kalbi de susturmaktır; en güzel sükut budur. (s.120)

İnsî şeytan, cinnî şeytandan daha fazla insanı yoldan çıkarır. (s.131)

Fâsıkı terketmek, fıskı terketmekten daha zordur. (s.131)

Kalbi, bedeni terbiye olmaksızın mücerred dille Eûzu Besmele çekmek insandan şeytanı uzaklaştıramaz. (s.132)

(İsmail Çetin, Edeble Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, Isparta, Tel: 00 90 246 232 33 21 – 223 84 91, Avrupa: http://www.kitapci.nl/dilara-tr/toon.categorie.boekhandel.artikelen.php?id=9)
RSS feed Twitter.
İsim: Email:
Blogger tarafından desteklenmektedir.