Alatlı'nın "saçaklı" mantık medhiyesini (ki bahsin giriş kapısını dahi aslında aşamamıştır), özellikle her eve lâzım "safsata kılavuzu"nu, temel birtakım mantık ve diyalektik bahislerini "eksik gedik" ve yer yer Alatlı'ya küfrederek okuduktan sonra, artık iyice bilenmiş ve mevzuya ısınmış olanlarımız, Külliyattaki ilgili mantık, diyalektik, kuantum mantığı, ihtimaliyet mantığı bahislerini Hilmi Ziya Ülken'in "Genel Felsefe Dersleri"nin giriş kısmı olan "Mantık" bölümünden (artık bu bölümü bitirmek üzere olduğumuz için gönül rahatlığıyla tavsiye edebiliriz) takib edebilirler. Bahsin İslâm fıkhı veya hukuku veya anlayışı "usul"ü dairesindeki "mantık", DAHA DOĞRU BİR İFADEYLE "İLİMLERİN İLMİ" dairesindeki "mantık" çerçevesi içinse, İmamı Gazali Hazretlerinin -meselâ- başına tafsilatlı bir "Mantık" girişi yazdığı el-Mustasfa adlı eserini tavsiye edebiliriz. İmamı Gazali’nin el-Miyar’ı ve el-Mihakk adlı eserlerinin de önemli mantık kaynaklarından oldukları zikredilip, el-Kıstasü’l-Müstakim adlı eserininse "onun mantığın kıyas bölümünü Kuran’la temellendirme çalışmasından ibaret" olduğu ifade ediliyor. Felsefî ve İslami literatüre zaten hakim olan gönüldaşlarımız, (çok mühim "Safsata Kılavuzu" bölümünü saymazsak) bizim gibi "başlangıç seviyesindekileri" ısındırıcı bir çalışma olmaktan öte kıymet belirtmeyen Alatlı'yı es geçerek, direkt Ülken'den yahut direkt İmam-ı Gazali'nin adı geçen eserlerinden de başlayabilirler elbet. Bu bahiste başka gönüldaşlarımızın başka tavsiyeleri olursa, daha önce de ifade ettiğimiz üzere baştacıdır.
El-Mustasfa, İmamı Gazali'nin son eserlerinden biri ve Fıkıh Usulü merkezli bu eserin "Mantık" bahsinde uzunca bir "giriş"le başlaması ziyadesiyle dikkat çekici olmuş. Mezkur "giriş" bölümünde şöyle diyor büyük imam:
«Bu girişte, aklın idrak edebileceği hususlar ile onların tarif ve burhan konusunda kapsamını zikredeceğiz. Hakiki tarifin ve hakiki burhanın şartını ve kısımlarını, Mihakku'n-Nazar ve Mi'yaru'l İlm kitaplarında zikrettiğimizden, bir metod veya bir parça olarak zikredeceğiz. Bu giriş, Usul ilmine ait olmadığı gibi, onun özel mukaddimelerinden de değildir. Bilâkis o, bütün ilimlerin mukaddîmesidir. Bunu iyice bilmeyen bir kimsenin bilgilerine asla güvenilmez.»
(El-Mustasfa tam metin olarak şu linkte:
http://www.mecelle.com/node/43)
Yani, Talha Hakan Alp'in ifadesiyle:
"Mantık ilmi felsefeye giriş kabul edildiğinden önceleri İslam aleminde şiddetli bir tepkiyle karşılanmıştır. Felsefeye gösterilen tepki, bu ilmin araç ve mukaddimesi işlevi gören mantık ilmine de yansımış ve özellikle muhaddisler tarafından tenkit edilip tahsilinin haram olduğu ileri sürülmüştür. Bunlardan İbn-i’s-Salah, İbn-i Teymiye ve Suyutî’nin mantık eleştirileri pek meşhurdur. Fakat mantığa karşı sergilenen bu olumsuz tutum İslam dünyasının genelinde etkili olamamıştır. Asıl İslam aleminde mantık ilmine karşı Gazalî’nin fikri kabul görmüş ve mantık ilminin meşruiyeti şöyle dursun tahsilinin farz-ı kifaye olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Nitekim Gazali el-Mustasfa’nın başında "mantık bilmeyenin ilmine itimat edilemeyeceğini" belirtmiş ve mantığın “ilimlerin ilmi” olduğunu iddia etmiştir.
Mantık ilminin tahsilinin hükmü bir tarafa bugün klasik İslamî ilimlerin ve özellikle bunlar arasından kelam ve usul-i fıkıh ilimlerinin dili mantıkî ölçülere göre dizayn edilmiştir. Tarifler, taksimler, ispat ve redler hep mantık sistematiğine göre yapılmış ve mantık bu hususlarda umumî bir kriter kabul edilmiştir. Bu sebeple klasik İslamî metinleri sıhhatli biçimde anlamak için iyi derecede mantık bilgisi gereklidir, desek abartmış olmayız."
(Makalenin tam metni için:
http://www.talhahakanalp.com/index.php? ... &Itemid=53)
El-Mustasfa müterciminin bu bahisteki yorumu da aynı istikamettedir:
"Mustasfa'nın diğer fıkıh usulü kitaplarından ilk bakışta göze çarpan farklılığı, baş tarafında Mantık ilminin özetlendiği bir Mukaddime ile başlamış olmasıdır. Gazâlî, ´bunu bilmeyenin ilmine güvenilmez´ dediği Mantık ilmini Fıkıh usulü alanında yazdığı Mustasfâ´nın başına koymuş olmakla birlikte, bunun yalnızca Fıkıh usulü için değil, diğer tüm ilimler için de geçerli olduğunu ve isteyenlerin bu Mantık Mukaddimesini atlayarak doğrudan Fıkıh usulü konularından başlayabileceğini belirtmiştir. Mantık'ı fıkıh usulüne katan ilk kişi Gazâlidir."
Netice olarak, "İBDA diyalektiğini iyi öğrenin" tavsiye, ikaz veya ihtarına icabette ilk adım olarak, bizim dar tecrübelerimize dayanarak gönüldaşlarımıza tavsiye edebileceğimiz ve en başta kendimize tatbik ettiğimiz öğrenme usulü bu şekilde. Formel ve diyalektik mantık bahsinin ilmî, hikemî ve felsefî çehrelerine "temel" itibariyle bu yolla bir âşinâlık kesbettikten yahut kesbettiğimize inandıktan sonra bizim ilk yapacağımız iş ise, bilmem kaçıncı defadır okuduğumuz "İBDA Diyalektiği"ni, bugüne dek kuşkusuz yeterince anlayamamış olduğumuzun itiraf ve mahcubiyetiyle tekrar okumak olacak.
Başka gönüldaşlar bambaşka yollardan neticeyi devşirebilirler elbette. Tavsiyelerini hasretle bekliyor, yalnız bu güzel teşebbüsün başı sonu belirsiz değerlendirmeler halinde değil de, mümkünse etraflıca takdim edilmesini rica ediyoruz. Her değerlendirmede de, bir şeyin, bir eserin veya kimsenin "basitçe" iyi yahut kötü olduğunun dillendirilmesini kafi görmüyor, mümkünse tek tek "ne bakımdan, hangi ilmin veya tekniğin çerçevesine ve kısmına göre, kime göre, hangi ölçüye nisbetle, hangi güvenilir verilere göre, hangi zaman ve zemine göre, hangi şartlara göre, hangi gayeyi yahut faydayı temine göre..." sorularının cevabıyla birlikte takdimini arzu ediyoruz.
Yoksa, Nasreddin hocanın hikayesindeki gibi, "herkes" aynı zamanda haklı, "herşey" aynı zamanda faydalı; yahut bu kez ters istikamette "herkes" aynı zamanda haksız, "herşey" faydasız hükmüne çıkarılabilir. Hemen herkes ve herşeyin, aynı zamanda haklı yahut haksız, aynı şekilde faydalı yahut faydasız veçhesi mevcuttur çünkü. "Tuz faydalıdır" demek yetmiyor, ne bakımdan ve kime göre? Yahut, "Tuz zararlıdır" demek yetmiyor, ne bakımdan ve kime göre? Bebek için mi, genç için mi, yaşlı için mi, hasta için mi, sağlam için mi, çiftçilik için mi, hayvancılık için, kimya için mi mi? Yine, bir ilaç için mi, bir mamul madde için mi, bir yemek için mi, bir yiyeceği mıuhafaza için mi, içme suyu için mi vs?
Özetle ve bir başka deyişle, "NE olmuş", dedikoducu avamın etrafında izdiham oluşturduğu, "acaba NİÇİN olmuş" ise az sayıda seçkin insanın ilgisini çeken sorudur ki, tüm İBDA bağlıları asıl bu ikincisini sorar, bunun cevabını arar, böylece her mevzuun "dedikodu"dan öte hakikatini araştırır. Tüm zeminlerde olduğu gibi, forum zeminlerinde de asıl ihtiyaç ve dikkatimizi yalnızca bu nokta oluşturuyor, hepimiz gibi.
Hepiniz Allaha emanet olun.
El-Mustasfa, İmamı Gazali'nin son eserlerinden biri ve Fıkıh Usulü merkezli bu eserin "Mantık" bahsinde uzunca bir "giriş"le başlaması ziyadesiyle dikkat çekici olmuş. Mezkur "giriş" bölümünde şöyle diyor büyük imam:
«Bu girişte, aklın idrak edebileceği hususlar ile onların tarif ve burhan konusunda kapsamını zikredeceğiz. Hakiki tarifin ve hakiki burhanın şartını ve kısımlarını, Mihakku'n-Nazar ve Mi'yaru'l İlm kitaplarında zikrettiğimizden, bir metod veya bir parça olarak zikredeceğiz. Bu giriş, Usul ilmine ait olmadığı gibi, onun özel mukaddimelerinden de değildir. Bilâkis o, bütün ilimlerin mukaddîmesidir. Bunu iyice bilmeyen bir kimsenin bilgilerine asla güvenilmez.»
(El-Mustasfa tam metin olarak şu linkte:
http://www.mecelle.com/node/43)
Yani, Talha Hakan Alp'in ifadesiyle:
"Mantık ilmi felsefeye giriş kabul edildiğinden önceleri İslam aleminde şiddetli bir tepkiyle karşılanmıştır. Felsefeye gösterilen tepki, bu ilmin araç ve mukaddimesi işlevi gören mantık ilmine de yansımış ve özellikle muhaddisler tarafından tenkit edilip tahsilinin haram olduğu ileri sürülmüştür. Bunlardan İbn-i’s-Salah, İbn-i Teymiye ve Suyutî’nin mantık eleştirileri pek meşhurdur. Fakat mantığa karşı sergilenen bu olumsuz tutum İslam dünyasının genelinde etkili olamamıştır. Asıl İslam aleminde mantık ilmine karşı Gazalî’nin fikri kabul görmüş ve mantık ilminin meşruiyeti şöyle dursun tahsilinin farz-ı kifaye olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Nitekim Gazali el-Mustasfa’nın başında "mantık bilmeyenin ilmine itimat edilemeyeceğini" belirtmiş ve mantığın “ilimlerin ilmi” olduğunu iddia etmiştir.
Mantık ilminin tahsilinin hükmü bir tarafa bugün klasik İslamî ilimlerin ve özellikle bunlar arasından kelam ve usul-i fıkıh ilimlerinin dili mantıkî ölçülere göre dizayn edilmiştir. Tarifler, taksimler, ispat ve redler hep mantık sistematiğine göre yapılmış ve mantık bu hususlarda umumî bir kriter kabul edilmiştir. Bu sebeple klasik İslamî metinleri sıhhatli biçimde anlamak için iyi derecede mantık bilgisi gereklidir, desek abartmış olmayız."
(Makalenin tam metni için:
http://www.talhahakanalp.com/index.php? ... &Itemid=53)
El-Mustasfa müterciminin bu bahisteki yorumu da aynı istikamettedir:
"Mustasfa'nın diğer fıkıh usulü kitaplarından ilk bakışta göze çarpan farklılığı, baş tarafında Mantık ilminin özetlendiği bir Mukaddime ile başlamış olmasıdır. Gazâlî, ´bunu bilmeyenin ilmine güvenilmez´ dediği Mantık ilmini Fıkıh usulü alanında yazdığı Mustasfâ´nın başına koymuş olmakla birlikte, bunun yalnızca Fıkıh usulü için değil, diğer tüm ilimler için de geçerli olduğunu ve isteyenlerin bu Mantık Mukaddimesini atlayarak doğrudan Fıkıh usulü konularından başlayabileceğini belirtmiştir. Mantık'ı fıkıh usulüne katan ilk kişi Gazâlidir."
Netice olarak, "İBDA diyalektiğini iyi öğrenin" tavsiye, ikaz veya ihtarına icabette ilk adım olarak, bizim dar tecrübelerimize dayanarak gönüldaşlarımıza tavsiye edebileceğimiz ve en başta kendimize tatbik ettiğimiz öğrenme usulü bu şekilde. Formel ve diyalektik mantık bahsinin ilmî, hikemî ve felsefî çehrelerine "temel" itibariyle bu yolla bir âşinâlık kesbettikten yahut kesbettiğimize inandıktan sonra bizim ilk yapacağımız iş ise, bilmem kaçıncı defadır okuduğumuz "İBDA Diyalektiği"ni, bugüne dek kuşkusuz yeterince anlayamamış olduğumuzun itiraf ve mahcubiyetiyle tekrar okumak olacak.
Başka gönüldaşlar bambaşka yollardan neticeyi devşirebilirler elbette. Tavsiyelerini hasretle bekliyor, yalnız bu güzel teşebbüsün başı sonu belirsiz değerlendirmeler halinde değil de, mümkünse etraflıca takdim edilmesini rica ediyoruz. Her değerlendirmede de, bir şeyin, bir eserin veya kimsenin "basitçe" iyi yahut kötü olduğunun dillendirilmesini kafi görmüyor, mümkünse tek tek "ne bakımdan, hangi ilmin veya tekniğin çerçevesine ve kısmına göre, kime göre, hangi ölçüye nisbetle, hangi güvenilir verilere göre, hangi zaman ve zemine göre, hangi şartlara göre, hangi gayeyi yahut faydayı temine göre..." sorularının cevabıyla birlikte takdimini arzu ediyoruz.
Yoksa, Nasreddin hocanın hikayesindeki gibi, "herkes" aynı zamanda haklı, "herşey" aynı zamanda faydalı; yahut bu kez ters istikamette "herkes" aynı zamanda haksız, "herşey" faydasız hükmüne çıkarılabilir. Hemen herkes ve herşeyin, aynı zamanda haklı yahut haksız, aynı şekilde faydalı yahut faydasız veçhesi mevcuttur çünkü. "Tuz faydalıdır" demek yetmiyor, ne bakımdan ve kime göre? Yahut, "Tuz zararlıdır" demek yetmiyor, ne bakımdan ve kime göre? Bebek için mi, genç için mi, yaşlı için mi, hasta için mi, sağlam için mi, çiftçilik için mi, hayvancılık için, kimya için mi mi? Yine, bir ilaç için mi, bir mamul madde için mi, bir yemek için mi, bir yiyeceği mıuhafaza için mi, içme suyu için mi vs?
Özetle ve bir başka deyişle, "NE olmuş", dedikoducu avamın etrafında izdiham oluşturduğu, "acaba NİÇİN olmuş" ise az sayıda seçkin insanın ilgisini çeken sorudur ki, tüm İBDA bağlıları asıl bu ikincisini sorar, bunun cevabını arar, böylece her mevzuun "dedikodu"dan öte hakikatini araştırır. Tüm zeminlerde olduğu gibi, forum zeminlerinde de asıl ihtiyaç ve dikkatimizi yalnızca bu nokta oluşturuyor, hepimiz gibi.
Hepiniz Allaha emanet olun.
Mir Hasan