-I-
AHLÂK’IN ANASI ve ESASI
«Ahlâkın anası ve esası şu dört şeydir: Hikmet, şecâat, iffet ve adâlet.
Bütün güzel huylar, şu dört aslın îtidâl üzere bulunmasından doğar. İfratından cerbeze, hile, hud’a ve dehâ (çapında pislik); tefrîtinden ise ahmaklık, bönlük ve cinnet meydana gelir.
Hulâsa: İyi huyların anası ve aslı şu dört fazîlettir: Hikmet, şecâat, iffet ve adâlet. Diğerleri, bunların teferruatıdır.
Şu dört hususda kemâl mertebesine yükselen, ancak ve ancak Resûl-i Ekrem Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’dir. Şu dört vasıfta Resûl-i Ekrem Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’e kim yaklaşırsa, o nisbette Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmış sayılır.
Şu fazîletleri toplayan her ferd, yaratıklar arasında itâat edilen bir hükümdâr olmayı ve insanların onun etrafında toplanıp, iş ve hareketlerinde onu örnek kabul etmelerini hak etmiş olur.
Şu dört fazîletten uzaklaşıp, bunların zıdları ile vasıflanan kimse de, insanlık ve mahlûkat arasından sürülmeyi hak etmiş olur. Zîra bu gibi insan, Allah’ın rahmetinden kovulan ve sürülen şeytana yaklaşmıştır.»
(İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi'd Din, c.3, s.127-128)
Demek ki, Ahlâk’ın anası ve esası olan hikmet, şecâat, iffet ve adâletin ifratından Çıfıt Ahlâkı doğdu; tefritinden ise Çıfıt’a uşaklık edenlerin ahlâkı...
Anlıyoruz ki, aslında bir tane “ahlâk” var; Ahlâk’ın anası ve esası olan hikmet, şecâat, iffet ve adâletin kemâl mertebesi olan “Peygamber Ahlâkı”!
Diğer bütün ahlâklar, bu kemâl mertebesine yakınlık ve uzaklığı ifade edebilmek için; yani yakınlıkları veya uzaklıkları nisbetinde iyi veya kötü ahlâklar.
Ahlâklar içinde en iyisi: Peygamber vârislerinin ahlâkı.
Ahlâklar içinde en kötüsü: “Peygamber Ahlâkı”na en uzak, şeytana ise en yakın olan “Çıfıt Ahlâkı” ile Çıfıt’a uşaklık edenlerin ahlâkı...
-II-
4 Ekim 1854; Şeyh Mustafa İsmet Garîbullah Hazretleri:
«Yüce olan Nakşibendî tarikatının Hâlidiye kolunda zamanın pâdişahına duâ etmek âdabdandır. Mustafa İsmet Garîbullah Hazretleri bu beyitlerinde de bunu anlatmaktadır. “Bütün müridler, tarîkat yolcuları pâdişaha duâ ederler.” (...) “Ey kişi (Bu pâdişaha nasıl duâ edilmesin ki), o olduğu müddetçe bu cihanda yıkılma olmaz.” (...) İslâm’a zevâl gelmez. Çünkü o, hem dinimizin, hem dünyamızın muhafazasına uğraşıyor. (...) Müslüman idareci ile din tamamlanır. Ancak o zaman Kur’an okunur, tefsir, fıkıh, arapça, hadis, akâid, tasavvuf okunur. Gereği üzere amel edilir, doğru fetva verilir.»
(Mahmud Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiye Şerhi ve İzahı, C.1, s. 54-57)
Şeyh Mustafa İsmet Garîbullah Hazretleri’nin buyurduğu üzere, “Bütün müridler, tarîkat yolcuları -bittabiî bütün müslümanlar- pâdişaha duâ ederler.” Nasıl duâ edilmesin ki; Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri’nin şerh ve izah ettiği gibi, “devlet ile tamamlanır İslâm; ancak o zaman Kur’an okunur, tefsir, fıkıh, arapça, hadis, akâid, tasavvuf okunur. Gereği üzere amel edilir, doğru fetva verilir.”
Şeyh Mustafa İsmet Garîbullah Hazretleri’nin “Risâle-i Kudsiye’yi kaleme almasından 65 yıl sonra da, Anadolu -tabiî bütün dünya- müslümanlarının duâsı, İslâmî devletin ve Hilâfet’in bekâsı içindi.
-III-
14 Haziran 1919; Üçüncü Ordu Müfettişi, Yâver-i Hazret-i Şehriyârîleri Mustafa Kemal’in, Havza’dan Padişah’a çektiği telgraf:
«Padişahımız, Anadolu harekâtının tamamiyle meşrû olduğunu ilân ederek mevcut cereyanı, yani Kuva-yı Milliyeyi lütfen teşvik etmekte ve hatta katılarak kuvvetlendirmektedir. Beni Anadolu'ya ikna ettiniz. Hatt-ı hümayununuz milletin mücadele gücünü uyandırdı. Anadolu'ya geçmeden önce milletin bu kadar uyanık ve mücadeleye hazır olacağını hayal bile edemezdim. Millet baştan aşağı uyanık olup istiklal-i millet ve devleti ve hukuk-i âliye-i saltanat ve hilafeti teyid için kavi bir azim ve iman ile mücehhez bulunuyor. Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan kalbinizin "bu nokta-i necâta ait ilhamatı"nı, yani ülkenin sizin öncülüğünüzde millî, mukaddes bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an gibi hatırlıyorum. Sizin “ilkâ”nızdan aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum..»
(14 Eylül 1919 tarihli, Sivas’ta münteşir İrâde-i Milliye Gazetesi, Aktaran: Mustafa Armağan)
Yâverini “ilkâ, ilham ve iknâ” ile Anadolu’ya yollaması, -yanlış yâver seçmesi ayrı- Padişah’ın da mesûliyetini müdrik olduğunu gösteriyor.
“Anadolu'ya geçmeden önce milletin bu kadar uyanık ve mücadeleye hazır olacağını hayâl bile edemezdim” derken doğru söylüyor Kemal; İstanbul’da işgalcilerle işbirliği arayışında olan Kemal...
Evet, ikinci maddede zikredilen şuurla, “millet baştan aşağı uyanık olup istiklâl-i millet ve devleti ve hukuk-i âliye-i saltanat ve hilâfeti teyid için kavi bir azim ve iman ile mücehhez bulunuyor”du.
Anadolu’nun dün ve bugünkü yegâne “istiklâl ruhu”, işte bu ruhtur!
Samsun’dan Anadolu’ya güya bir güneş gibi doğan Kemal’in 1919 ruhu ise, olsa olsa -mâzallah- değdiği kâlbden imanı söküp atan tuz ruhudur...
-IV-
4 Eylül 1919; Sivas Kongresi’ne katılan delegelerin yemin metni:
«Makam-ı Celil-i Hilâfet ve Saltanat’a, İslâmiyet’e, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-i şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık a’mâlinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin ihyâsına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesâtım nâmına vallah ve billah...»
(Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, Ankara, 1986)
Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, Sivas’ta da işi sağlama almak isteyen halk önderleri bu yemin metnini koydular Kemal’in önüne. Bilemedikleri şey, “çıfıt ahlâkı” idi. Bu yemini etmediği takdirde, taşıdığı üniformaya, Üçüncü Ordu Müfettişliği ve Yaver-i Hazret-i Şehriyari sıfatlarına rağmen bu milletin kendisiyle helâya bile gitmeyeceğini çok iyi bilen Kemal, herkesten daha yüksek bir sesle “vallah, billah” derdi... Dedi!
-V-
4 Eylül 1919; Sivas’ta toplanan “Kongre”nin kararları ve nizamnâmesi:
«Madde 1. Yüce Osmanlı Devleti ile Îtilâf devletleri arasında yapılan Mütârekenâme’nin imza olunduğu 30 Teşrîn-i Evvel Sene 334 (30 Ekim 1918) tarihindeki sınır dâhilinde kalan ve her noktasında ekseriyeti İslâmlar teşkil eden Osmanlı memleketi kısımları, yekdiğerinden ve Osmanlı câmiâsından ayrılamaz ve bölünemez bir bütündür. Bütün İslâm unsurlar, yekdiğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedâkârlık hissiyle dolu ve ırkî ve ictimâî vaziyetine ve çevre şartlarına riâyetkâr öz kardeştirler.
Madde 2. Her türlü işgâl ve müdahalenin ve bilhassa Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine mâtuf harekâtın reddi hususlarında, birlikte müdâfaa ve mukâvemet esası kabul edilmiştir.
Vatanımızda, öteden beri birlikte yaşadığımız bütün Müslüman olmayan unsurların tâbiyet haklarına tamâmen riâyetkârız. Bunların mal, can ve ırzlarının dokunulmazlığı; dinin icapları, millî gelenekler ve kanunî esaslarımızdan olmakla; bu esas, Kongre’nin genel kanaatiyle de tekrar edilmiştir. (...)
Madde 3. Osmanlı hükûmetinin dağılma tehlikesine karşı, İslâm hilâfeti ve Osmanlı saltanatının devamlılığı, esas maksadı teşkil ettiğinden, birlikte müdâfaa ve mukâvemet esası kabul edilmiştir.
Madde 4. (...) Osmanlı hükûmeti, bir devletler baskısı karşısında, -Allah göstermesin- bütün vatanın tamamen yok olmasına bir başlangıç demek olan, buraları terk ve ihmâl etmek çâresizliğinde bulunduğu takdirde, yani vatanımızın, Osmanlı hükûmetine ve hilâfet makamına bağlılığı, anlaşmalar imzalamak ve îtilâf devletlerine muhtıra ve notalar verilmek sûretiyle veya inandırıcı diğer siyâsî belgelerle, terk ve ihmâl olunduğu meydana çıktığı hâlde, mukaddes hilâfete ve Osmanlı saltanatına bağlılığımızı muhâfaza ve temin etmek ve vatanımızı Rum ve Ermeni ayakları altında çiğnetmemek üzere, derhâl, bir geçici idâre kurulacaktır. Ve hâlen mevcut olan teşkilât ve yüce Osmanlı devletinin yürürlükteki kanunları çerçevesinde, işleri döndürmeye devam edilecektir. (...)
Madde 6. Memleketimizin parçalarının, nasıl yekdiğerinden ayrılmaz bir bütün teşkil ettiğini ve buradaki İslâm hukukunun istikrar ve kapsamının hiçbir şekilde yok edilemeyeceğini, dünya kamuoyuna göstermek ve bildirmek (...)
Maksat: Osmanlı vatanının bütünlüğünü ve yüce hilâfet ve saltanat makâmının ve millî bağımsızlığın dokunulmazlığını temin zımnında, Kuvâyi Milliye’yi etken ve millî iradeyi hâkim kılmaktır.
Teşkilât: a) Bütün İslâm vatandaşlar, cemiyetin tabiî üyelerindendir. (...)»
(Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri, Derleyen: Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, Mayıs 2008, s. 45-49)
a-) Birinci maddedeki “vatan” ve “millet” ve “kardeşlik” ölçülerine dikkat!
b-) İkinci maddede, İttihadcıların bugünkü Türkiye’nin doğusunu Ruslara ve Ermenilere kaptırmalarını önlemekle beraber, aynı İttihadcıların “harbî” olmayan Ermenileri ve Rumları katletmelerine de mâni olmak gayesi güdülüyor; “harbî” olmayan Ermeni ve Rumların İslâmî örf ve kanunlardaki hak ve hukuklarının altı çiziliyor.
Çünkü İttihadçıların tamamına yakını “Dönme”; Yahudi asıllı... Buna mukâbil, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’daki yahudi nüfusu 10.000’den az… Hristiyan nüfus ise 200.000 civarında… Ticaret ve finans, Hristiyan kökenlilerin kontrolünde; bürokraside Hristiyanlar güçlü... Yahudilerle Hristiyanlar arasında bu alanda yüzyıllardır süren yoğun bir rekâbet var… Yüzyıllardır, Yahudiler kaybeden, Hristiyanlar kazanan tarafta… Osmanlı, Ortodoks Hristiyanlara daha yakın…
Yahudi ve Sabetaistler, güç ellerine geçince Hristiyanları tasfiye ettiler… Schiller Enstitüsü’nden Joseph Brewda, 1994 tarihli konferans metinlerinde, İspanya’dan kaçan Yahudilere kucak açan Osmanlı’nın, 400 yıl sonra bu kişiler tarafından yıkılmasına dikkat çekiyor ve şöyle diyor: «Zaferlerini, önce İmparatorluk içindeki Hristiyanları (Ermenileri, Rumları ve Âsurîleri) öldürerek kutladılar.»
«Mamüretü’l-aziz Vilayeti’nin Eğin kazasının nefs-i kasaba mahallelerinden Arpeki sakinlerinden ve teb’a-yı devlet-i aliyyenin Ermeni milletinden Parinçoğlu Estepan ve Haçador veled Kifork nam kimesneler»in (Chronicle, 11. sayı) veledi, “devşirme” Kemalist çapulcu Doğu Perinçek’in içeriye alınmasında “hikmet” bulmuş olmanın heyecanıyla, «Doğu Perinçek'in içeriye alınmasının "hikmeti", "özür diliyoruz" kampanyasıyla biraz daha netleşiyor. Hakikati tesbit etmek adına şunu sormamız gerekir: Doğu Perinçek dışarıda olsaydı Liberal Çapulcular bu kampanyayı bu kadar pervasız yürütebilirler miydi?» diye soran yazara, “tutarlılık” diye bir şeyin olduğunu hatırlatmak adına biz de şöyle sorsak: Aynı derginin filan nüshasında “Ermeni Katliâmının İçyüzü” başlıklı makaleyi ne diye yayınladınız öyleyse?! Neyse... Çapulcu çapulcudur, ha Liberal ha Kemalist!
c-) Diğer maddelerde ısrarla vurgulan: “Maksat: Osmanlı vatanının bütünlüğünü ve yüce hilâfet ve saltanat makâmının ve millî bağımsızlığın dokunulmazlığını temin zımnında, Kuvâyi Milliye’yi etken ve millî iradeyi hâkim kılmaktır.”
Ve fakat, şekere bulanmış ilk zehiri de görüyoruz burada: “MİLLÎ İRÂDEYİ HÂKİM KILMAK” ibaresi...
-VI-
13 Eylül 1920; Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu Tasarısı:
«Maksat ve Meslek: 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî sınırı dâhilinde hayat ve bağımsızlığın temini ve hilâfet ve saltanat makamının kurtarılması ahdiyle teşekkül eylemiştir.(...)
5. Hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasına muvaffakiyet hâsıl olduktan sonra padişah ve müslümanların halîfesi esas kanunlar dairesinde muhterem ve yüce mevkiini alır.
6. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdâre usûlü, halkın mukadderâtını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. (...)»
(Age, s. 59-60)
Şekeri akmaya başlıyor zehirin: “Millî İrade”den maksat, “İlâhî İrade”nin gayrı... “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir”; -hâşâ- “Allah’ın değil” yani... “Hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasına muvaffakiyet hâsıl olduktan sonra, “İlâhî İrade”nin yeryüzündeki mümessli olan padişah ve müslümanların halîfesi “esas kanunlar” dairesinde” hâll edilecek...
-VII-
22 Ekim 1927; Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnâmesi:
«Madde 1. Cumhuriyet Halk Fırkası, Cemiyetler Kanunu uyarınca teşekkül etmiş cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi, siyâsî bir cemiyettir ve merkezi Ankara’dadır.
Madde 2. Fırka, Türk milletini itibar ve refah mevkiine devamlı yükseltmekte olan ve her türlü istibdat ve tahakküm idaresi imkânını kapayan yegâne devlet idaresi şeklinin, millî hâkimiyetin en gelişmiş şekli olan Cumhuriyet olduğunu (...)
Madde 3. Fırka, inanç ve vicdanları siyâsetten ve siyâsetin türlü müdahalelerinden kurtararak (...) yani devlet ve millet işlerinde din ile dünyayı tamamen birbirinden ayırmayı en mühim esaslarından sayar. (...)»
(Age, s. 80-81)
“Hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasına muvaffakiyet hâsıl olduktan sonra padişah ve müslümanların halîfesi esas kanunlar dairesinde” hâll ediliyor; “dinsiz (lâik) devlet” kuruluyor yerine...
-VIII-
13/14 Mayıs 1931; Cumhuriyet Halk Fırkası Programı:
«Vatan: Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcûdiyetlerini muhafaza eden eserleriyle yaşadığı bugünkü siyasi sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2- Millet: Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve toplumsal topluluktur.
3- (...) Hakimiyet birdir, kayıtsız, şartsız milletindir. Devlet şekillerinin en uygunu bu olduğuna Fırka kanidir.
4- Kamu Hakları: (...) Ancak vatandaşı, seçeceğini tanıyabilecek vasıflar, şartlar ve vasıtalarla donatmak lâzımdır. (...)
D- Fırka, devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin ilim ve fenlerin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir.
Din anlayışı, vicdani olduğundan, Fırka, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır ilerlemede başlıca muvaffakiyet etkeni görür.»
(Age, s. 127-129)
Devlet, vatan, millet ve kardeşlik tarifleri yeniden yapılıyor; Batı’ya karşı güya zafer kazananlar “Batılılaşma”yı idealize ediyor, dayatıyor...
-IX-
17 Mayıs 1931; Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnâmesi:
«(...) Fırka’ya kabul edilme (...) her Türk vatandaşı, Türkçe konuşmakta bulunmuş, Türk kültürünü ve Fırka’nın bütün umdelerini benimsemiş ise, girebilir. (...)»
(Age, s. 141)
“Bütün İslâm vatandaşlar, cemiyetin tabiî üyelerindendir.” diyerek çıkılan yolun sonunda “Türkischer Nationalismus”a varılıyor.
Irkıma dahleden bâri Türk olsa!
Dahl: Girme, karışma, nüfuz, tesir...
-X-
14 Mayıs 1935 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Programı:
«Girit (Giriş): (...) Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk devriminin başlangıcından bugüne kadar yapılmış olan işlerle, yalın olarak ortaya konulmuştur.
(...) Parti’nin güttüğü bütün bu esaslar, KAMÂLİZM’in prensipleridir.
(...) Vatan; Türk ulusunun eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerindeki eserleri ile bugün, üstünde yaşadığı, siyasal sınırlarla çevrilmiş, kutsal yurttur.
(...) Ulus; dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurddaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür.
(...) Türkiye; ulusçu, halkçı, devletçi, laik ve devrimci bir Cumhuriyet’tir.
(...) A- Parti, ulus egemenliği ülküsünü en iyi ve en sağlam surette imsileyen (temsil eden) ve taplayan (uygulayan) devlet şekli Cumhuriyet olduğuna kanığdır (kânîdir). Parti bu sarsılmaz kanağatla, Cumhuriyet’i her tehlikeye karşı, bütün araçlarla korur.
B- Parti, ilerleme ve gelişme yolunda ve arıulusal (beynelmilel) değetlerde (temaslarda) ve ilgilerde (ilişkilerde) Türk sosyetesinin, çağdaş uluslarla yanyana ve bir uyumda yürümekle beraber, ikinci maddede izah olunduğu üzere kendine özgü ıralarını (karakterlerini) ve erkin (bağımsız) benliğini korumayı esas sayar.
(...) Eğitim, her türlü urasadan (hurâfeden), yad ve yabancı fikirlerden uzak, üstün, ulusal ve yurtçu olmalıdır.
(...) Partimiz, vatandaşların, Türk’ün derin tarihini bilmesine üsnomal (fevkalâde) bir önem verir. Bu bilgi Türk’ün kapasite ve enerjisini, nefsine güven duygularını ve ulusal varlığa zarar verecek bütün akımlara karşı sarsılmaz dayanımını besleyen kutsal bir evindir (cevherdir).
(...) Türk dilinin ulusal, tükel (yetkin) bir dil haline gelmesi hakkındaki ciddiğ çalışmalara devam olunacaktır.
(...) Klasik okul yetiştirmesi dışında, yığına, devamlı ve Türkiye’nin ilerleyiş yollarına uygun bir halk eğitimi vermeği önemli görürüz. Bu hizmet için çalışan halkevlerini devlet, imkân elverdiği kadar koruyacaktır. (...)
BAŞKAN- Maddelerin Osmanlıca’dan Türkçeye çavrilmişinin genel heyete okunması bitti. Şimdi yüksek reyinize sunulacaktır. 73 maddeden ibaret olan programı kabul eden arkadaşlar lütfen el kaldırsın (Alkışlar). İttifakla kabul edilmiştir. Program partimize kutlu olsun arkadaşlar. (...)»
(Age, s. 171-193)
Kamâl’ın kaleminden “Kamâlizm”...
“Kemalizmin en çok buğz edilmesi gereken yanı”na; dilimizin, dolayısı ile idraklerimizin nasıl iğdiş edildiğine dikkat!..
-XI-
11 Nisan 2008; Derlemeci Doğu Perinçek’in değerlendirmesi:
Geçen yıl bir araştırmacımız “Atatürk’ün Bütün Eserleri” Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek’e başvurmuştu. CHP’nin 1931 ve 1935 programlarını arıyormuş. Önce bazı kurumlara gitmiş, bulamamış. “Perinçekler’e git, onlarda vardır” demişler. Arkadaşlarımız arşivden çıkarmış vermişler.
Atatürk’ün 1919’dan 1937’e kadar hazırladığı programları, çalkantılar içinde çözümler arayan Türkiye’mizin önder kadrolarının incelemesine sunuyoruz.
Nutuk’un ilk on sayfasında bulacaksınız; bütün Nutuk’un özetidir; orada Atatürk der ki, “Müslümanların halifesine karşı milleti ve orduyu isyan etttirmek lazım geliyordu.” Milletin ve ordunun İstanbul’daki padişaha karşı isyanını örgütlemek için Ankara Hükümeti kurulmuştur. Gerçi (...) padişah ve halifeyi kurtarmaktan da söz edilir. Doğru anlaşılmalıdır. Aslında padişahın ve halifenin işi bitirilmiştir. Ankara’da kurulan hükümetle fiilen bitirilmiştir. Fakat padişahlığı ve halifeliği kaldırmayı, hukuki metinlere o gün koymuyor. Çok doğru...
Atatürk’ün kendi el yazısıyla kaydettiği proğram hazırlığı, Ekonomi başlıklı Üçüncü Kısım’ın ilk iki maddesinden sonra kesilmektedir. Atatürk, ya çalışmalarını tamamlayamamıştır. Ya da el yazılarının 10. sayfadan sonrası kaybolmuştur.
(Age, s. 7-42)
a-) Argo tabirle, “sallamak”tan hayâ etmez Perinçek; 28 Şubat ertesinde, “Genel Kurmay anketlerine göre tek başına iktidara geliyor”du meselâ... Fakat, herhangi bir araştırmacının Perinçekler’de belge araması da normaldir; Ergenekon’un idârî şemasında ilk 10 numara içinde değilse de, “Basın Sözcüsü”dür Perinçek; meselâ iktibaslar yaptığımız mezkûr kitaptaki bazı belge ve bilgileri Perinçekler’e vermeyi tercih etmiştir Genel Kurmay.
b-) Doğru söylüyor Perinçek: “Milletin ve ordunun İstanbul’daki padişaha karşı isyanını örgütlemek için Ankara Hükümeti kurulmuştur. Gerçi (...) padişah ve halifeyi kurtarmaktan da söz edilir. Doğru anlaşılmalıdır. Aslında padişahın ve halifenin işi bitirilmiştir. Ankara’da kurulan hükümetle fiilen bitirilmiştir. Fakat padişahlığı ve halifeliği kaldırmayı, hukuki metinlere o gün koymuyor. Çok doğru...”
c-) Kendi el yazısıyla kaydettiği proğram hazırlığının, Ekonomi başlıklı Üçüncü kısmının ilk iki maddesinden sonra kesilmesinin sebebi, ne çalışmalarını tamamlayamamasıdır Kemal’in, ne de el yazılarının 10. sayfadan sonrasının kaybolması... Kemal’in dilinden ve kaleminden akan tahrifatçı yahudi ahlâkı ile mücehhez olan Kemalistlerin, Atalarının sözlerini ve yazılarını tahrif etmeleri de, icabında bir kısmını yok etmeleri de pek tabiîdir... Meselâ “Nutuk”ta yapılan bazı tahrifat örneklerini görmek için, Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden Y. Kemal Erdem’in “Tarih-Lenk” kitabına bakılabilir.
«Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerimin üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse,tezgahını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.» diye vasiyet etmesi nedendi Üstad Necip Fazıl’ın?!
«Elbette yeşile boyanıp, Müslüman kılığına da giriyor “Çıfıt”!
Hangi renk ve kılığa bürünürse bürünsün; Türk’ün ruh kökünü baltalamaktan, İslâm damarlarını kesmekten, sızdığı yeri ifsat etmekten, inançsızlığı, ilkesizliği, takıyyeciliği, opportunizmi ve ahlâksızlığı yaymaktan başka bir gâye tanımıyor.
Sızdığı her yerde, “Çıfıt”a en büyük düşman görünüyor “Çıfıt”; böylece gücünü abartıyor…
Dışımıza, içimize, yöremize, yanımıza bir göz attığımızda, n’idüğü belirsiz bir “başarı”yı tüm değerlerimizin üstünde bir yere koyup; “başarı” için, bize ya her pisliği hoşgörücü bir teslimiyetçiliği veya takıyyeciliği, opportunizmi veya kaba radikalizmi, nihilist fedâyı telkin ediyorken görüyoruz “Çıfıt”ı!» (Mustafa Saka, Çıfıt Kalesi, Aylık Dergisi, 7. Sayı, Nisan 2005)
-XII-
BÜYÜK DOĞU’NUN TARİH HÜKMÜ
«(…) Türkler'e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir serî konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk'ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır.
Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika'da hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
"Siz Türkiye'nin mülkî tamâmiyetini kabul ediniz Onlara ben İslâmiyet'i ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum."
Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş, üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.
Hayim Naum, o sırada Ankara'ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs (Mustafa Kemal) nezdinde emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına (Mustafa Kemal’e) tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk'ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır. (…)»
(Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu, 29. sayı)
-XIII-
İBDA’NIN HÂL ve İSTİKBÂL HÜKMÜ
«(...) hüküm cümlesi: Rejim, siroz hastalığından gebermek üzere olan ibneliği tescilli bir adamın zavallı perişan hali gibi, son günlerini yaşamaktadır ve gömüleceği yer de "anıtkenef”tir!..
(...) Evvelâ Kemalist rejimin mahiyetini ortaya koymak lâzım: Kemalizm, insan ve toplum meselelerini kuşatıcı bir İdeolocya manzûmesi değil, sadece İslâm'a karşı ve İslâm'ı tahrib tavrının adıdır... Rejim de, bu rejim…
(...) mevcut rejimi güden zihniyet, bir ruh ve fikir mimarisi halinde taleblerinin içyüz ukdelerini temellendirmiş bir ahlâk ve dışyüz çerçevesini adam gibi çerçevelemiş bir proje belirtmiyor; bu haliyle de tabiî olarak o olmayan şeyin tesirinden bahsedilemeyeği gibi bir gerçeklik içinde, hiçbir motivasyona sahip değil… Neyi istemediği belli: İslâm… Neyi istediğine gelince, ortada yalnız kuru fasulye gazından çıkan bağırsak gürültüsü kalıyor….
(...) Rejimin kendi yönünden ortaya koyamadığı ulvî idealler ve oluş hedeflerinin yerini, yine kendi yönünden ve kendi yetiştirmesi halinde nefsânî güç ve iktidar tutkusu -bunun meftunları- almaya başlamıştır… Hem de rejimin aleyhine olarak…
(...) “Polis-mafya-siyasetçi” üçgeninden bahsediliyor ama, ortada polis, korucu, asker, mafya, siyasetçi” beşgeni var… İster beşgen , ister kırkgen olsun: Düzen, kendini yiyecek (yiyen) taraftarlarını yetiştirmiştir… Belediyeye âit yetkiyi çiğneyerek zorbalıkla dilediği yere heykel diken paşa da, hukuku yiyen sınıfından olarak bu mânâ içindedir… Düzeni tasvib makamında lâf etsinler diye boyuna seyir plânına çıkarılan kaşar uzman(!) hocalar(!)da… Sözkonusu ilişkilerin rejim açısından neyi ifade ettiğini açıkladığıma göre, Müslümanlara şu ikazı yapayım: Pek yakında kopacak olan mahşerî kargaşa şartları için hazır olun ve güçlerinizi ikmâl edin!..
(…) Bir İdeolocya manzûmesine bağlı siyasî hareket halinde, öyle de olsa gelecek olan biziz, böyle de olsa gelecek olan biziz... Tıpkı, karşısındakinin her hamlesini onun aleyhine kullanabilen satranç ustasının, "Şah mat!" hedefini kollaması gibi... Bu mânâda, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, şöyle davranarak veya böyle davranarak, bizim hareketimize hizmet eden unsur veya şahıslar sayısız…
(…) Öyle de olsa gelen biziz, böyle de olsa gelen biziz; biz bu işin satrancını bileniz!..»
(Salih Mirzabeyoğlu, Kemalizmin Son Demleri, Adımlar, İbda Yayınları, 1996)
Blogger tarafından desteklenmektedir.