“Millî Kuvvetler”den kasdımız, “Baran”ı “Barem” zanneden “Ulusalcı Zamazingolar” değildir!
Zamazingo (Argo): Ciğeri, kellesi beş para etmeyen; ne işe yaradığı bilinmeyen; davul tozu; minare gölgesi; hava civa; zımbırtı; dalga dubara; şambaba; absürd...
Yahudi uşakları ile şaman çocuklarının canları cehenneme!
“Millî Kuvvetler”den kasdımız, silahlı-silahsız kuvvetler içindeki “Müslüman Evlatları”dır; muhatabımız onlardır; hitabımız onlara...
3 Kasım 2002 Milletvekili Genel Seçimleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) zaferi ile sonuçlandı. AKP, seçimlerden yüzde 34.28 oy oranı ve 363 milletvekili ile çıktı ve tek başına iktidar oldu.
Hakkındaki kapatma davası süren AKP, cumhuriyet tarihinde başbakan adayı belli olmamasına rağmen iktidarı kazanan ilk parti oldu.
3 Kasım 2002 Seçimlerine katılamayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003 Siirt Milletvekili Yenileme Seçimi ile Meclis’e girdi.
Erdoğan'ın Siirt Milletvekili olmasından sonra, 58. Hükümeti kuran Abdullah Gül, yerini Erdoğan'a bırakmak için Başbakanlık görevini bıraktı. Recep Tayyip Erdoğan, 11 Mart 2003’te 59. Hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu 59. Hükümet’in kurulmasından 4 ay önce, mezkûr seçimlerden 20 gün sonra, 25 Kasım 2002 tarihinde kaleme aldığımız bu çağrıyı, bugünün mânâ ve ehemmiyetine binâen yineliyoruz...
Eskiden "Kuvvâ-i Milliye" tesmiye olunuyordu; bugünlerde Türkçe tamlama ile "Millî Kuvvetler" deniliyor...
Bildiğimiz, kendisine atıfta bulunulan “Kuvvâ-i Milliye”, “paramiliter” bir yapılanma idi. “Düvel-i muazzama”nın işgâli altındaki İstanbul, kendisi kıpırdayamaz vaziyette olduğu için, Anadolu örgütlenmesine el altından katkıda bulunuyor, Sultan Vahidüddin, daha veliaht iken yaverliğini yapmış olan M. Kemâl’i yüklüce bir altın vererek Anadolu’ya yolluyordu... Diğer yandan, müstevlîlerin arzusu istikâmetinde, “Kuvvâ-i Milliye” önderleri aleyhine tamimler neşrediliyordu.
M. Kemâl’in kendi ifâdeleriyle; "Din-i İslâm’ı, Şeriat-ı Muhammediye’yi, Halîfe-i Rû-i Zemîn’i ve Devlet-i Âl-i Osmâniye’yi kurtarmak, müstevlîleri Anadolu’dan ve Pâyitaht’tan kovmak” maksadıyla (söylemiyle en azından) ayağa kaldırılan Anadolu’nun adı idi, “ayağa kalkmış Anadolu” idi “Kuvvâ-i Milliye”...
Bu söylemlerle Anadolu’yu ayaklandıranlar, bilâhare müstevlîlerle “gizli” bir protokol yaptılar; İngiliz, Fransız, İtalyan kuvvetleri bir iki mahallî kavga dışında hiçbir askerî direnişle karşılaşmadıkları hâlde Anadolu’dan çekildiler. Anadolu’ya girerken peşlerinden sürükledikleri ve sonra yüzüstü bırakıp gittikleri operet Yunan kuvvetleri ile bir savaş oldu sadece. Bu savaşı da Cumhuriyet’in kurucusu iki adam değil, Çerkez Ethemler ve milis kuvvetler yaptı. İsmet, 1. Ve 2. İnönü’ye tek tük tüfeklerin patladığı, en fazla bir iki kişinin ölüp yaralandığı bir intikâl yaptı sadece. Kemal, yol boyunca, Ege havalisinde mukim sivil Rumları katletti; bir tane bile düşman askeri kalmamış bir İzmir’e girdi. Sonra sarhoş kafayla “Yakın!” emrini verdi; ve gece bir tepeye çekilip “Gâvur İzmir”in alevlerini seyrederek rakısını yudumladı. Hristiyan(!) Batı, Anadolu’daki Ermeni-Yunan Hristiyan nüfusun katl ve tehcir edilmesine resmen göz yumdu. Peşinden Lozan’a gidildi. Son Osmanlı Hahambaşısı Haim Naum’un arabuluculuğuyla Lozan Anlaşması imzalandı. “Hilâfet’in ilgâsı”, “İslâm’ın reforme edilmesi” vb. Kemalist devrimler Lozan’ın gizli maddelerinde yazıldı. İhtilâflı sınırlar çizilerek komşuları ile arasında ebedî bir düşmanlık tohumu ekildi. “Türkçülük” ideolojisi benimsetilerek milli bütünlüğü ile emperyâl vizyonu parçalandı Türkiye’nin... Bu şekilde köklerinden koparılmış, hâfızası boşaltılmış, “Batı’ya bağımlı” hâle getirilmiş, bütün komşularıyla, İslâm dünyası ile ve kendi halkıyla kavgalı bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına izin verildi...
Ne kadar köle, ne kadar kukla olursa olsun; devlet olmanın fıtratı icabı ister istemez bir hâkimiyet tavrı, bir bağımsızlık irâdesi gelişmedi degil tabiî... Şimdi işte bu hâkimiyet ve bağımsızlığı elinden kayıyor Türkiye’nin. Tabiî olarak çok çarpık gelişmişti Türkiye’de bu tavır ve irâde; Hem “Türk” hem “Dönme”, hem halkçı hem halka düşman, hem müslüman hem Kemalist, hem demokrat hem işkenceci, hem Batıcı hem Batı karşıtı bir hilkât garîbesi çıkmıştı ortaya. Fahişe bir sistemin kasıkları arasında, eski iki kutuplu dünyanın tampon bölgesinde, artı-eksi bulutların itim alanında kendisine asalak bir hayat imkanı bulabilen bu paradigmanın ayakları yere basmıyordu zaten... Mütefekkir’in daha 80’lerde işaret ettiği üzere, 90’lardan itibaren derin bir hava boşluğuna düşmeye başladı. Kurulduğu gibi yıkılmaya başladı paradigma; geldikleri gibi gitmeye başladı mümessilleri... Türkiye şimdi büsbütün kuşatılmış durumda. Ankara işgâl altında. Geçen yüzyılın başındaki İstanbul’dan daha komplike, daha soft, daha sofistike bir işgâl bu seferki. Bu süreçte birileri, hiç de güven telkin edici olmayan bazı bildik isimler bazi bildik kanallarda tesbitler, tahliller yapıyorlar; ve mevhum “Millî Kuvvetler”e atıfta bulunuyorlar... Bizler için sevinilmeyecek gibi değil hani... Ama hayır; bununla mutmain oluyor da olacak da değiliz...
Bir adam, yana yakıla “Şems”ini arayan Mevlana’nın yanına sokulup bir adres verir; “Şems burada” der. Mevlana Hazretleri, bu müjdenin karşılığı olarak çıkarıp cübbesini verir adama. Etraftakiler bu adamın bir sahtekar olduğunu, böyle bir adresin bulunmadığını soylediklerinde, der ki Mevlana: “Biliyorum. Ben Şems’in yalanına verdim cübbemi; gerçeğine canımı verirdim.” Halkımız da, birtakım şaibeli ilişkileri bulunduğu halde, sırf Anadolu çocuğu oldukları için Ak Partililere % 35 verdi. Bir dönme çocuğunun “Açın Türkiye’nin önünü, durduramazsınız; Türkiye geliyor!” yalanına % 7 verdi. Sistemin omurgasını teşkil eden bütün eski partileri sandığa gömüverdi. Anadolu, ölmediğini gösterdi; “ben buradayım” diye ses verdi!
Bu milli iradenin tecellisi olarak, sistemin bütün kademelerinde bugünler için mevzi tutmuş olan “Milli Kuvvetler”!
"Mülteci" sıfatımla, yani hakkelyakîn bir bilgiyle söyleyebiliyorum ki: “Demokrasi”, kadim Yunan’dan, eski Atina pratiğinden bir milim daha öteye götürülebilmiş, ilerletilebilmiş, zenginleştirilebilmiş, umûma teşmîl edilebilmiş değildir. Yine vatandaşlar var; demokrasi onlar için, kendileri için var; ve yine bizim gibi köleler var... Oturup afiyetle yedikleri reçel kavanozunu bizim ancak dışından seyretmemize, en fazla camını yalamamıza izin veriyorlar; bir de “ne kadar lezzetliymiş” dememizi, zevkten geğirmemizi ve teşekkür etmemizi bekliyorlar... Benim durumumdan daha iyi değil Türkiye’nin statüsü. Mütefekkir’in dediği gibi: Türkiye gibi ülkelere revâ görülen paryalık statüsüdür. Beynelmilel sermayenin kârhânesi ve ham beygir gücü olmaktır...
Avrupa Birliği, dünya tarihinin belki de en kırılgan birliğidir; gelecek vadetmemektedir... İnsanlık nâmına idealsizdir, ideolojisizdir... Avrupa ülkeleri arasındaki tarihî hiçbir sorun köklü bir çözüme kavuşturulmuş değildir; küllenmiştir sadece... Sadece Almanya, daha dünün on yedi parçalı bir sorunlar yumağı idi. Daha bir sürü ülkeyi şimdilik bir araya getiren şey sadece “imaj”dır. Oysa reklâm filmlerinde söylendiği gibi “imaj” her şey değildir! Türkiye’yi absorde edebilecek bir güçte ise hiç değildir Avrupa. Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde hiçbir problemle karşılaşılmasa ve hemen yarın tam üye olsa bile, problem “güvenlik”tir; Kıbrıs’tan önce Anadolu’nun güvenliğidir! Anadolu’nun güvenliği kimseye, hele böyle kırılgan ve üstelik “yabancı” bir ele emanet edilemez. BM’nin ve NATO’nun bugüne değin müdâhil olup da güvenlik temin ettiği tek yer gösterilemez. Kaldı ki AB ne tek başına, ne de BM ve NATO’ya katkı anlamında bir güvenlik sağlayabilecek durumda değildir... İsrail’den bağımsız değildir; ABD'ye nazaran terazinin öbür kefesi hiç değildir...
Dünyada, AB’nin de yörüngesinde olduğu tek güç var: Judaizm! Fare kadar cüssesiyle İsrail ve onun kuyruğundaki Amerika fili! Judaizm’in plânı: Hazırlanmakta olduğu “Kıyamet Savaşı” öncesinde Türkiye’de yeni bir “ara ideoloji” ihdâs etmek, Türkiye’nin sınırlarını biraz daraltmak ve kalanını da AB kapısına bağlamaktır! Vaziyet budur! Yeni haritalar çizilmiştir; Türkiye, müstevlîlerce -şimdilik- harita üzerinde de olsa paylaşılmıştır. Türkiye’de böylesi bir işgâle karşı direnebilecek yegâne güç Anadolu, yani milli iradedir! Bunun için; bu güç ve irade, AKP iktidarına göz yumulmak yoluyla hadım edilmek, teslim alınmak istenmektedir.
"Milli Kuvvetler"!
Bu beynelmilel plân, bu durum aslında bulunmaz bir imkân ve firsattır! Türkiye ve bütün İslâm âlemi ve dünyanın tüm mazlum halkları için, çok sofistike bir manevra ile tarihin akışı tersine çevrilebilir! Bunu yapabilirsiniz; bunu ancak Anadolu yapabilir!
Dünya üzerinde hiç olmazsa bir mekân işgâl etmeye yaradığı için bugüne kadar “Kemalist paradigma”ya ihtiyaç bulunduğunu “realite” olarak kabul etsek bile; bu realitenin bugün için bir geçerliliği kalmamıştır. Vazgeçilmesi imkânsız olan, vazgeçildiği takdirde bu dünya ve ötesinde bir zarara ve cezaya taallûk eden bir inanç ve değerler sistemi de olmadığına göre bu; bunda ısrar etmenin hamakatten başka hiçbir mantıklı gerekçesi olamaz. Seksen yıllık süreçte, “Kemalizm”i iman düzeyinde benimseyen bir kesimin yetiştiğini de inkar etmiyoruz; fakat bunların hepsi parmakla sayılacak kadar azdır, azınlıktır. Zaten bir çoğu dönme olup, bunların psikolojileri de “azınlık”tır; üzerlerinden geçilmesi çok kolaydır. Bunlar, dış güçler tarafından tasmaları çözülmezse davranamaz, ağızları açılmazsa hırlayamaz, salınmazlarsa saldıramaz, dişleri bilenmezse ısıramazlar... Korkmayın!
Şunu bilin ki Anadolu çocukları bu vatanın haini olamazlar; onları dış güçlerle flörte zorlayan malûm paradigmadır. Onlarla konuşun, anlaşın, senkronize olun! Flörtlerine devam etsinler; dış güçleri rahatlatacak ve diğerlerine ihtiyaç duyurmayacak bir rüzgâr estirmeyi sürdürsünler... Siz de içerde gereken hazırlıkları yapın... Aslında zinde güçlerin en zindeleriyle siyâsî erk arasında bir problem olmadığını; halk ile, halkın mukaddesleri ile barışmak istediğinizi ima eden ara çıkışlar yaparak halkı kazanın. Karşı takımın medyadaki ve Çankaya’daki sözcüleriyle yaptığı varlık gösterilerini sulandırın. Mekanizmayı her koldan yalama edin. Hangisi kafasını uzatmaya davranırsa maymuna çevirin...
Sistemin her kademesindeki dönmeler ile bizden dönmüş olanları ve aslında bizden olanları; yani yangında ilk koparılacakları ve kotarılacakları tek tek tesbit edin... Sistemin sinir merkezlerini bir gecede laçka edip ele geçirici plân ve hazırlıklarınızı tez elden tamamlayın...
Kaçınılmaz görülen Irak müdahalesi için, ABD-İsrail’i rahatlatıcı şeyler söyleyip önlerine koridor açın; ve “o gün” için bir kadim “hilâl stratejisi” hazırlayın...
Kemalizm nasıl olsa tasfiye edilmekte olduğuna göre... Kendi gücü ve iradesi ile de bir varlık belirtemeyeceğine göre... Anadolu coğrafyasında “Anti İslâm” ve “şövenist” olan, Anadolu’nun ruh köküne dayanmayan, emperyal bir vizyonu bulunmayan hiçbir yapılanmanın hayat şansı bulunmadığına göre: “Büyük Doğu” ideolocyası ve “Başyücelik Devleti” projesi, mevcut tek seçeneğinizdir!
Mevcûdiyetinizin yegâne temeli budur!!!
Allah yardımcınız olsun!..
25 Kasım 2002 / Nisi
http://www.geocities.com/
mim.saka@googlemail.com