12 Mayıs 2008

Bir Başarı Modeli Olarak Saul-Paul Olgusu

-Başarılı helâkın mânâ ve ehemmiyetine binâen!-

Yahudi ismi ile Saul, Romalı ismi ile Paul, Yunan ismi ile Pavlos…

Sahtekâr deyip geçemeyeceğimiz bir isim; inançsa inanç, azimse azim, çaba ise çaba, hicretse hicret, sürgünse sürgün, hapisse hapis, işkence ise işkence, idamsa idam...

Neticede İsa’nın hakkını İsa’ya (hâşâ tanrılık) vererek kendi peygamberliğini kabul ettirmeyi, Sezar’ın hakkını Sezar’a vererek Yunan’ı ve Roma’yı Hristiyanlaştırmayı başarmış ya! Öyle ki, başarısı yaşıyor hâlâ; Hazret’i İsâ Aleyhisselâm yeryüzüne tekrar teşrif edene dek de yaşayacağa benziyor!..

...

«İlâhi varlığı tenzihte sabit kaldıkça, topyekûn zaman ve mekânın Peygamberi zâhir oluncaya kadar hak din olan İsevîliğe ilk tahrif tohumunu kim atmıştır?..

Şüphesiz ki, Yahudi...

Ama kim?.. Bizim şüphemiz (Sen Pol) üzerindedir. (Sen Pol) bir Yahudidir. Onu biraz yakından görelim: (Sen Pol) ve (Sen Piyer)... İşte katolisizmin ve Roma kilisesinin iki kurucusu... (Sen Piyer) baş kurucu ve ilk papa kabul edilebilir. Papalığın bütün kanunlarını o koymuştur. Fakat tahrif onunla mı başlıyor, bilmiyoruz. Asıl şüphe (Sen Pol) üzerinde... (Sen Pol), asıl ismi (Saul), şahsiyeti ve hayatiyle son derece dikkate değer bir tip... Gayet çirkin bir adam... Küçük, çipil, hummalı, sabit bir noktaya dikili gözler... Felç geçirmişçesine çarpık ve sırıtkan bir ağız... Avrupalının, Batıya (mistik) ruhu aşıladığını kabul ettiği bu adam, İsevîliğin başında ilk mazlumlardan biri olan (Sen Etyen)in idamında sehpanın karşısına geçiyor ve feci manzarayı sonuna kadar seyrediyor. İş bitince de Romalı askerlerin yanına gidip mahkûmun üzerindeki elbiseleri istiyor. Veriyorlar... Hristiyanlığın en büyük azizlerinden bilinen bu adam günün birinde seyahata çıkıyor. Tarsuslu Yahudi (Saul) dört beş iklim aşıyor, dağlara çıkıyor, çöllere iniyor, dere tepe düz, gidiyor. Bir gün kuytu bir sahradan geçerken birdenbire güneşin ziyasını kapatan müthiş bir şimşek şûlesi karşısında kalıyor. Rivayet onlardan... Yere kapanıyor, “Efendimiz, efendimiz! “ diye haykırıyor. Ve güya gaipten bir ses geliyor: “Beni incitmekte devam edecek misin?” Bu ses, yine güya Hazret-i İsa’nın... (Saul) işte o andan başlıyarak yeni bir adam olmuştur. Derhal Hristiyanlığa kapılanıyor, havârilerin kısa zamanda başına geçiyor ve “putperestlerin yola getiricisi” ismi altında harekete koyuluyor.

O zamanlar iki cereyan var Hristiyanlık yolunda... Biri Yunan, Öbürü Yahudilik cereyanı... Bir kısmı Hristiyanlığın kültür bağını Yunan’a çekmeye bakarken, bir kısmı da Yahudiliğe doğru çekme gayretinde... Bu cereyanların ikisi de gerçek İsevîliğe zıt... Hele Yahudilik cereyanı, getirdiği sahte (mistik) ve bâtıl itikatlar yüzünden büsbütün aykırı... Bu cereyanın bağlıları halis İsevîlere yapmadığı zulüm bırakmıyor.

İşte bu hava içinde (Sen Pol), nam-ı diğer (Saul) Anadolu içinden bir hat çizerek Yunanistan’a ve oradan da Roma’ya gidiyor. Roma’da öldürülecektir. Fakat öyle bir ölüm şekliyle ki, ancak hak yolunda muazzam bir vecd sahibi bir müminin can verişi gibi... Görülüyor ki, (Sen Pol) kendi bâtılına bizzat inanmış vaziyette... Kendisini ayağından asmalarını istiyor. Başı aşağıda, o şekilde can veriyor ve böylece hayatiyle de Batıya aşıladığı sahte (mistik) mânaya misal oluyor.

Batı adamı, (Sen Pol)ün bu haline “Salip cinneti” ismini verir. Gerçekten bir cinnet... Tasavvuf bahsinde göreceğimiz gibi, muvazeneli ve kıvamlı, zaptedilmiş ve murakebe altına alınmış ve herşeyden evvel hak kutbuna bağlı cezbeyle bu cinnetin arasındaki fark sonsuzdur. İslâm tasavvufunun gerçek velîlerince makbul tutulan hal ile bunun arasında bir ters-yüz durumu vardır.

(Sen Pol)ün bir de "tenimizdeki diken, kıymık” diye bir tabiri var... O da çok uzaktan gördüğü “nefs”e işaret...

Sırası gelmişken söyleyelim ki, “nefs” kelimesi Arapçadan başka hiçbir dilde yok... Bu kelimesinin çerçevelediği mâna, muazzam... Kalbin hakikatini ifade eden nefs ile ruh arasındaki bağ, Allah’a erme dâvasında en ince ukdeyi belirtir ve çözümü sadece ve sadece İslâm tasavvufundadır. (Sen Pol) ise, herşeyde olduğu gibi bu dâvada da işin sahte cephesini temsil etmekte... Ama yanan ve tutuşan bir insan olduğu besbelli... Suriye’den Anadolu’ya, oradan Yunan illerine, oradan da Roma’ya doğru bir orman yangını halinde etrafını yaka yaka ilerliyor. Roma’da (Sen Piyer) ile buluşuyor. Oradaki gerçek ve masum İsevîlerle (katakomp)larda müthiş bir vecd hayatı sürüyorlar ve sonunda asılıyorlar.

Burada derin (nüans-gamıza) var... İsevîlik, topyekûn zaman ve mekânın Peygamberine kadar hak din... Fakat Allah’ı tenzihte dalâlet ve felâkete düşmemek şartiyle... Kâinatın Efendisinden sonra ise topyekûn bâtıl... O devirde henüz Son Resûlün çağına 5-6 asırlık bir mesafe bulunduğu için, dalâlet ancak Allah’ı tenzih bahsinde olabilirdi ki, işte bu yüzden Yahudi parmağının oynadığı rolü (Sen Pol)e bağlamakta kendimize bir şüphe hakkı tanıyoruz. Yoksa katiyetle tespit ediyoruz ki, Allah’ı tenzihte hataya düşmeksizin, yani babasız hak peygamber Hazret-i İsa’ya tam bağlılık içinde olanlar o devirde hak dinin halis velîleridir. Bu noktayı nazara alarak umumî bir kıymet hükmü içinde havârilerin hakikatlerini Allah’a havale etmek lâzımdır.

O devirde İsevîlik vecdi o kadar derindi ki, (plâstik) ve dışa bağlı Romalının ruhu tamamiyle içe dönmüş ve benliği bu vecd içinde erimiş bulunuyordu. Meselâ putperestlerce hesaba çekilen bir Romalı; “kimsin, nesin, nerelisin, ne düşünüyorsun?” sualine “ben bir İsevîyim!” cevabından başka bir karşılık vermiyor ve seve seve arslanların dişlerine atılıyordu. Ammâ ki, bu ilk masumların başlarında (Sen Pol) ve (Sen Piyer) gibilerin telkinleri, İsevîliğin ilk tahrif hareketi olarak acaba ne gibi bir yön gösteriyordu? Tespiti zor...

(Sen Pol) için "Hristiyanlığa mistik buudu getiren insan!” diyen Batı adamı, böylece nisbet iddia ettiği Peygamberi küçülttüğünün ve herşeyi, vahdâniyet bayraktarı büyük Resûl’den koparıp belki bir tahrifçiye bağladığının farkında değildir.

(Sen Piyer)e gelince, hakkında fazla bir şey tesbit edemiyoruz. O, Roma kilisesini kuran havâri... Fakat (Katolik) mektebinin ilk tahrif kitabiyatını düzenleyen o mudur, bilmiyoruz. Şüphe, (Sen Piyer)den ziyade (Sen Pol) üzerindedir. Bunu tekrarlayalım...» (Necip Fazıl, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu)

«Bir rivayette şöyle gelir: “Sünnetime devam ettiğiniz müddetçe düşmanlarınıza karşı yardım olunacaksınız. Eğer sünnetimi tatbikten çıkar (ayrılır)sanız Allah-u Teâlâ size, sizi korkutan bir kuvveti musallât kılar. Sünnetime dönünceye kadar bu korku kalbinizden çıkmaz.” Bu Hadis-iŞerif’i herkes ezberlemeli. İnsanın kalbinde bir Hadis-i Şerif’in yer etmesi az şey midir?» (İrşadü’l Müridin, Mahmut Ustaosmanoğlu, shf. 335)

mim.saka@googlemail.com
RSS feed Twitter.
İsim: Email:
Blogger tarafından desteklenmektedir.