«(Musa, döndüğünde) Dedi: Ey Harun! Bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit seni engelleyen ne oldu? (Neden) benim yolumu takip etmedin? Emrime âsi mi oldun? (Harun:) “Ey annemin oğlu, dedi, saçımı sakalımı yolma! Ben, senin: “İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!” demenden korktum. Musa: Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî? dedi. O da: Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi, dedi.» (Tâhâ, 92-96)
Tevrat da, İncil de böyle tahrif edildi: İtikadî hükümler (Meselâ Tevhid) hikmetler (Meselâ Teslis) derecesine indirilerek veya hikmetler akîdeleştirilerek... Müteşâbih ayetleri ahkâm veya apaçık hüküm bildiren ayetleri teşbih sayarak... Mecazlara resmen sûret biçerek veya sûretâ farz kılınan amellere mecaz diyerek...
[Olursa -olmayacak!- Çeçenistan’da da böyle olur: O elçinin izinden bir avuç toprak da atarak, “Başka türlü Tur Dağı’ndan çıkaramayız ki Musa’yı” diye yontulur buzağı... Emir Seyfullah Sorar: «Biz Emir Dokko'ya şunu nasıl diyebiliriz: "Kardeş, sen bir süre kafir olmalısın. Yoksa bizim düşmanı yenmemiz zor olacak!" Bazıları bize itiraz edebilir ve bunu yapması için bizim onu zorladığımızı söyleyebilir. Ve baskı sebebiyle kafirleri aldatmamızın bir ihtiyaç olduğunu söylebilir. Benim cevabım ise şu olacaktır: Allah'ın diniyle oynamayın! Eğer herkes askeri veya siyasal bir zorunluluk sebebiyle küfrünü açıklarsa, bizim dinimizden geriye hiçbirşey kalmaz. Bütün Ehl-i sünnet alimleri kalbi imanla dolu olduğu halde ikrah (İslam'ın belirleği ölüm tehditi derecesinde bazı zor durumlar) dışında düşünerek küfür kelimeleri söyleyen herkesin kafir olacağı konusunda ittifak etmişlerdir.» (Bakınız Kahtani, "El-Vela ve'l Bera, Cilt 1, Sayfa 60.)]
Olursa -olmayacak!- böyle olur: O elçinin izinden bir avuç toprak da atarak, “Başka türlü Tur Dağı’ndan çıkaramayız ki Musa’yı” diye yontulur buzağı...
«Hakikati “Mustafa Kemal sağ olsaydı...” kalıbıyla söyleyemeyeceğini zannedenler beter yanıldı.» denir; alenen ve zerre kadar tevil imkânı bırakmadan tepelenir bütün bir tarih muhasebesi; ve “mücahid” bile ilân edilir Ahbes...
“Elini küfre değdirse Şeriat doğuran”, “zehir yese, onu şifaya tahvil eden” diyalektik, bu şarabı içmenin mübahlığına delil olarak kullanılır; “şarabı tabiî sevmiyoruz; içiyoruz ama, bi sorun bakalım keyfimizden mi içiyoruz; biz şarabdan Şeriat doğuruyoruz, zehiri şifaya tahvil ediyoruz” denilir...
Daha ileri gidip, “Daha yakın tarih muhasebesi yapacağız” denilir...
Büsbütün küstahlaşıp, «‘İşin itikadî veçhesi’… Neymiş o?» diye dalga bile geçilir...
MK’e iyi veya kötü demek, evet itikadî bir meseledir!
MK’e iyi veya kötü demek, evet ideolojik bir meselesidir!
MK’e iyi veya kötü demek, evet itikadî ve ideolojik vecheleri tamamen tefrik edilemez bir meseledir!
Sıradan biri değil çünkü MK; remz şahsiyetlerinden biri Küfrün!
İman ve Nikâh-Talâk bahsinde nasıl şaka bile olmazsa; küfrün remz şahsiyetlerine “mücahid” demenin de şakaya veya açılıma gelir yanı olamaz!
«(...) “Kelime-i küfür”den bahsediliyordu. Bunu söylemeye mecbur olursa adam, ne olur? “
Marksist literatürde “seks işçileri” diye geçen Bolivyalı fâhişeler, devrime katkı olsun diye kazançlarından aidat veriyorlardı Che’ye. Müslüman bir devrimci olsaydı Che, fahişelerin kazancından aidat alabilir miydi? Daha da ötesi, arkadaşı Fidel gibi, “Ülkemiz fahişeleri bizlere çok para kazandırıyor” diye övebilir miydi fahişeliği?
Veya Ümmet’in herhangi bir ferdi, -farzedelim- Ümmet’in çoğunun ve Ümmet’in başının hayâtî derecede hayrına olan bir şeyi ele geçirebilmenin tek yolunun filân fâhişenin bacakları arasından geçtiğinden emin olsa; geçebilir mi?
«(...) Her şeyden önce İslâm’ın şan ve şerefini her hâliyle temsil ve telkin etmek ve savaşır tarzda yürütmek vazifesi, müslümanı düşmana zarar vermekle izinli kılarken, bu müsadenin küfürden faydalanmak şeklinde istismar edilemeyeceğini bilmek icap eder. Nerede olursa olsun, bütün haramlar yerinde ve yalnız belli noktalarda bazı müsadeler ortadadır. Bu izin, demek değildir ki, müslüman “Dârülharp”e sürmek için domuz ticareti yapar...» (Necip Fazıl, İman ve İslâm Atlası, s.250-251)
Zinayı zina bilerek, tevbeler ederek geçti farzedelim; «Hakikati “Fahişenin bacakları omuzlarımda olsa...” kalıbıyla söyleyemeyeceğini zannedenler beter yanıldı.» diye yazabilir mi bir müslüman?
Olursa -olmayacak!- böyle olur: O elçinin izinden bir avuç toprak da atarak, “Başka türlü Tur Dağı’ndan çıkaramayız ki Musa’yı” diye yontulur buzağı...
«Rezillerin en rezili insanların, aşağılığın en bayağısı tertiblerle ve benzerleri arasında da gerçekten sefillerin en sefili düşünceleri-aşureleri adına beni yok etmek veya “mankurt adam yapmak” istemeleri, aslında benim şahsımda davama duyulan korkudan, -1999Metris ve Bandırma destanlarındaki gerçeklemelerde-, ve söylemeliyim; lisân-ı hâl ile tersinden gösterdikleri hayranlıktandır. Necip Fazıl’la beraber Efendi Hazretleri’ni de tanıdıklarını sanan ve kendi rezilliklerine uygun şekilde Telegram yoluyla onları bana kötülemeye çalışan bu salaklar ordusu, bana niye ille de Atatürk hakkında kitap yazdırmak istesinler ve DGM’de ille de “Atatürkçüyüm!” demem için çalışsınlar? Hikâyesi B-7 Koğuşu’nda.» (S. Mirzabeyoğlu, Telegram, s.23-24)
«“Bütün insanlar, yahudilere hizmet için yaratılmıştır!” dinî anlayışı yerine, “bütün insanlar, Türk’ten geldi, Türkler de Atatürk’ten; bütün insanlar hâkimiyetimize girecek!” anlayışı; bahsettiğimiz rastgele karıştırmalardan meydana gelmiş altyapı aşuresinde, yahudi okültüzmi yanında, alevî mistisizmi ve “alevden alevî” dedikleri zerdüşt motifler ve Orta Asya Şaman unsurlar esaslı bir yer tutarken, iflâh olmaz bir İslâm düşmanlığı asıldır. Lâfta Türk ve Türkçü, sebep ve netice hâlinde Yahudi uşağı bir yapılanma!» (Age, s.25)
«İslâm düşmanı ve dini içten veya dıştan yıkmaya çalışanlar, İslâm’ın “küfür tek bir millettir!” hükmü dairesindedirler. Bunun yanında, İslâm’a karşı oluşta müşterek bu tek milletin, türlü çeşitli birbirini nakzeden ve birbirine düşman kutublara ayrılması da, “mihraksız tümevarımın zafiyeti” olarak tabiî bir neticedir...» (Age, s.35)
Allâhumme eş’arizzâlimîne bizzâlimîn!!!