Doğru, deli gömleği sayılabilecek ideolojiler vardı. Fakat hiçbir deli gömleği, “ulusçuluk” ideolojisi kadar delirtici, bölücü, yıkıcı ve öldürücü olmadı.
Türkçe mi, Uygurca mı, Moğolca mı olduğu bilinmiyor, ama “Göçebe Aşîret” demektir “ulus”! Bir saksı zannettiler vatanı, vatan nedir bilmeyen üç bin yıllık göçer soyu! Bir milleti köklerinden koparıp; on yılda on beş milyon genç yaratmaya ve bir ulus yeşertmeye kalktılar saksıda.
Vatanı çömlek zanneden bir rejimin bütün ideal ve motivasyonu da, tabiîdir ki “bölünmemek”, yani çömleği kırdırmamaktan ibaret oldu. Saksıya sığdıramadıklarını ve komşu saksıları da düşman ilân ettiler.
«Sömürgelerde egemen gücü oluşturan yabancıların politikası, yerli halk arasında gruplar oluşturmak ve her grubun kendi içindeki birlik duygusunu teşvik etmek olmalıdır. Çünkü, hükmedilen halklar kendi grup, cemaat, parti bütünlüklerine ne kadar çok kapanır ve benliğini ne kadar çok eritirse, şahsiyetsizlik acısı da o kadar hafiflemiş olur. Ve böylece, sefaletin hayâl kırıklığına ve nihâyet isyana dönüşmesi önlenmiş olur. “Böl ve yönet!” diye bilinen siyaset, birbirleriyle rekabet eden ve birbirine kuşku ile bakan kapalı topluluklar meydana getirmek yoluyla yapılabilir.»
Makro plânda, aynı milletten farklı uluslar meydana getirerek yaptı bunu sömürgeciler. Her bir saksının kendi içine kapanmasına da “ulusal birlik” denildi; düşman belletildi her biri diğerine.
Mikro plânda ise, Anadolu saksısı içindeki saksıcıklardan birine (parti, grup, cemaat vb.) duyduğumuz aidiyet, sahte kimliğimiz oldu. Kimliksizliğimizin, kişiliksizliğimizin, sefilliğimizin gözle görülmesine, sefaletimizin hayâl kırıklığına ve nihâyet isyâna dönüşmesine mâni oldu.
Sömürgecilerin saksımızı değiştirme ihtiyacı duydukları, köhnemiş “Kemalizm” yerine “Ilımlı İslâm”ı koymaya kalktıkları bu mevsim, ne kadar saksı varsa kırılması için en uygun mevsimdir; “ulusçuluk” denilen “deli çömleği”nden kurtulmak, medenî bir millet olduğumuzu hatırlamak ve milletçe köklerimize ilticâ etmek vaktidir. Olanca derinliğine ve olabildiğince genişliğine, yeniden vatan kılmak zamanıdır kendimize Anadolu’yu...
Mîlâdî 2008 ile Hicrî 1429 yılını bu inançla selâmlıyoruz...
Eric Hoffer, Amerika'ya göçmüş bir Alman. Kitle hareketlerinin anatomisine dair tetkik ve tahlilleriyle meşhur. "Kesin İnançlılar-Kitle Hareketlerinin Anotomisi (The True Believer)", "İnsan Aklının Hırslı Dönemi (The Passionate State of Mind)", "Değişimin Sıkıntıları (The Ordeal of Change)" ve "Zamanımızın Çılgınlıkları (The Temper of Our Time)" isimli kitabların yazarı. Yukarıdaki iktibas ve aşağıdaki paragraflar, Hoffer’in ilk kitabından:
- Bir imanı mümkün kılmak için ne kadar inkâr gerektiğini görmek dehşet vericidir!
- Kitle hâlinde harekete geçebilme kabiliyetsizliği, bir toplum için hayâtî bir kusurdur.
- Sadece kendilerini hayatta tutacak şeyler için didinen insanlar, hayvanlar gibidir; acı duymazlar ve hayâl kurmazlar.
- Aşırılık?! Tuhaftır; dünya bu ruh hastalığına yakalanmakla, toplumları ölümden diriliğe geçiren doğaüstü bir buluş kazanmış oldu.
- Kutsal bir amacı bulunmayan insanlar, karaktersiz ve temelsiz insanlardır. Ama, birbirlerinden nefret etmeye ve birbirlerini boğmaya hazır oldukları hâlde, farklı renklere bürünmüş kesin inanç adamları birbirlerine saygı duyarlar. Hatta sıkı bir dindar ile militan bir dinsiz bile birbirine karşı saygısız değildir. Çünkü, tam bir münkir, en mükemmel bir inancın eşiğinde duran kimsedir. Fakat, kayıtsız insanın aşağılık korkularından başka hiç bir kutsalı yoktur.
- Bir yerde, daha önce bulunmayan bir yazar-konuşmacı-eylemci azınlığın ortaya çıkması, orada devrime doğru atılmış bir adımdır.
- Kitle hareketlerinin zafere ulaşmaları, ancak dirayetli bir liderin sahneye çıkmasıyla sağlanabilir.
- Bir liderin olağanüstü kapasitesi, kitleleri elde etmekten önce, yüksek kapasiteli insanlardan oluşmuş küçük bir grubu etkisi altına alma ve neredeyse onları büyüleme yeteneğine bağlıdır. Bu adamların korkusuz, kibirli, zeki, örgütçü ve büyük işleri sürdürebilecek kapasitede olmaları, fakat liderin emir ve görüşlerine tamamen boyun eğecek, ilham ve enerjilerini ondan alacak ve bu teslimiyetten gurur duyacak bir yaratılışta olmaları gereklidir.
- Eski düzenle mücadelenin sertliğe ve kargaşalığa dönüştüğü ve zaferin ancak maksimum beraberlik ve fedakârlıkla kazanılabileceği zamanlarda, reformistler bir kenara itilir ve kitlenin yönetimi, mevcut düzeni aşırı derecede hor gören söz ve eylem ustası devrimcilerin eline geçer.
- Özgürlüksüz adalet, adaletsiz özgürlükten daha dengeli bir toplum düzeni kurar.
- Rejimlerin kendi ecelleriyle ölmeye bırakıldıkları yerlerde sonuç, çoğunlukla toplu bir uyuşukluk ve ictimâî çöküntüdür. Hem de, belki hiç bir zaman çaresi bulunamayacak bir çöküntü!
- Her kitle hareketi bir göçtür; yani, vaad edilene doğru bir yürüyüştür…
30 Aralık 2007
(Baran Dergisi, 52. Sayı)
Mustafa Saka
mim.saka@googlemail.com