Bu bir basit önermedir; paradoks değil. Doğru. Fakat paradoks da “yanlış” demek değil.
Doksia (Yun.): Zan; Kanaat; İnanç.
Paradoks: Genel kabûlün yanında, gerçeğe aykırı görünen öteki kanaat, zan, inanç.
İlk bakışta ve kendi zaviyemizden çelişik, hatalı, yanlış ve hatta saçma gördüğümüz nice şey, aslında doğru olabilir. Ve nice genel kabûller var, ki yanlış olabilir.
Buyrun, sözde İslâmcı medyadan, “yapmış gâvur abi” kıvamında bir haber:
«Genetik değişiklik yoluyla, yorulmaksızın uzun süre koşabilen, daha sık cinsel ilişkiye giren, daha uzun yaşayan ve kilo almadan daha çok yiyen bir fare türü geliştirildi. Uzmanlar ileride bu teknolojinin insanlara da uygulanabilmesini umuyor... Ntv-msnbc'nin haberine göre, ABD’deki Cleveland Case Western Reserve Üniversitesi biyokimya profesörlerinden Dr. Richard W. Hanson, Journal of Biological Chemistry’nin son sayısında yer alan yazısında, 6 saat durmadan 7 kilometreden fazla rekor bir hızla koşan bu süper farelerin metabolik olarak bisiklet şampiyonu Lance Armstrong’a benzediklerini söyledi. Bu farelerin doğada yaşayan benzerlerine oranla yüzde 60 oranında daha fazla yemek yediklerini de belirten Hansen, bununla birlikte zayıf ve tam formda kaldıklarını ve daha uzun süre yaşadıklarını anlattı.»
İslâmcı(!) gazeteci ya, bir de pek ideolojik bir sorusu var, haberi yapan pek muhteremin: «Küçükken izlediğimiz bir çizgi film vardı: Speedy Gonzales! Sürekli ses hızını aşarak koşardı. İşte o 'Gonzales' şimdi gerçek oldu. Genetikçiler 6 saat koşup yorulmayan fareyi üretti!. Peki bu Speedy'nin üretim amacı, yorulmayan, durmayan, uyumayan insan kölelerin taslağını hazırlamak olabilir mi?»
Olamaz efendim!
Bekçi Murtaz@’ya saygılar; sizden daha hızlı Gonzales mi olur?!
Gen teknolojisi ile yaratmaya kalktıkları, bizzat kendileridir, “üstün insan”dır.
Diğer ırklardan üstün olmadıklarını genetik olarak gördü alçaklar ve hayâl kırıklığına uğradılar. Hemen tevil yoluna saparak; “bu genetik bilimini biz bulduksa, demek üstün insan olmamızın yolu, bu yolla kendimizi yeniden yaratmaktır; bunu istiyor tanrı”, dediler.
Ve dünyanın canına okudular.
Çelişki, açmaz, içinden çıkılamaz bir durum, yanılsama, saçma anlamında kullanıyoruz biz “paradoks”u. Bu anlamda, dünyanın en içinden çıkılmaz, en çelişkili, en açmaz, en saçma, en alçak, en tahripkâr yanılgısıdır Irkçılık Paradoksu.
Örnek: Gavur İzmir Paradoksu!
«... çok tuhaf bir şekilde o yangında İzmir’in Rum ve Ermeni mahalleleri kül oldu da, Müslüman ve Yahudi mahallelerine tek kıvılcım bile düşmedi. Kaçan Yunan ordusu niçin kendi mahallesini yakmıştı da Türk mahallesine dokunmamıştı, kendi kalesine gol atmayı mı seviyordu? Allah’ın işine bak, Yunan ordusu 8 Eylül günü gemilere binerek çekildi (bir kısmı Urla ve Çeşme tarafına kaçtı), biz İzmir’e 9 Eylül sabahı girdik, yangın 14 Eylül’de çıktı. Yunan ordusu, bir hafta önce boşalttığı şehri “uzaktan kumandayla” yakmıştı!»
Örnek: “Türkiye Türklerindir!” diyen Hürriyet Paradoksu.
«Hürriyet’in kurucu sahipleri olan Simaviler Türk değil, Selânik Dönmesi.»
Örnek: “Vatan Bölünmez!” diye diye Vatan Bölme Paradoksu.
«Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, terörle mücadele konusunda Milliyet’e önemli itiraflarda bulundu: “Kürt yok, dedik, sorunu göremedik.”
Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor. Oysa, bizler o dönemde, 'Kürt yoktur' diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta, işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde, sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyoruz”.»
Örnek: Sakallı Nurettin Paşa’nın Kök Kazıma Paradoksu.
1921 Koçgiri (Kürt) İsyanı'nı çok kanlı bir şekilde bastıran, "Zo diyenler (Ermeniler) temizlendi. Lo diyenlerin (Kürtler) kökünü de ben kazıyacağım!" diyen Sakallı Nurettin Paşa.
Baştaki önermeyi tekrar edelim: Güçlü, zayıfı ye(ne)r; kedi, fareden güçlüdür; şu hâlde kedi, fareyi ye(ne)r!
Hayır, bu bir önerme değil, paradokstur.
Kürtlerin ne kökünü kazıyabildi Kedi Nurettinler, ne Kürt meselesini çözebildi! Buna mukabil, en zayıf gününde bile koca İngiliz ordusunu yenebiliyordu bir Osmanlı Paşası; fare cüssesiyle, kedi cüsseli İngilizleri yani...
Kut el Amâra, Bağdat’ın güneydoğusunda, Dicle’nin kıyısında, büyükçe bir şehir. Şimdiki adı Vâsıt. 29 Nisan 1916 günü, büyük bir zafer kutlanıyordu Vâsıt’ta. İngiliz birlikleri, 476’sı subay olmak üzere, 33 bin 390 kişilik mevcuduyla, kayıtsız ve şartsız olarak teslim oluyorlardı, 6. Ordu Kumandanı Mirliva Halil Paşa’ya. İngiliz tarihçisi James Morris, Kut'un kaybını, “İngiltere askerî tarihindeki en aşağılık şartlı teslim olma" diye tanımlıyordu.
Bu yüzden diyoruz ki: Müslüman Kürt halkıyla savaştıkça kaybedersiniz!
Hızlı Gonzales Paradoksu’nu aşın!
Amerika ile savaşın; kazanın!!
Mustafa Saka
04 Kasım 2007 (Baran Dergisi, 44. Sayı)