Eğer Kürt hakkında konuşacaksanız, “Müslüman Kürt”ün dününü ve bugününü göz önüne alarak konuşmalısınız.
Türkler, üç tarihî dönemeci Kürtler’le elele geçtiler. Bu her üç dönemeçte Kürtler, din kardeşleri olan Türkler’le bir oldular.
Müslüman Kürtler ile Müslüman Türkler’in ilk önemli birliktelikleri, bundan 1000 yıl öncesine, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alparslan'a kadar uzanır. Bizans İmparatorluğu ile Alparslan arasındaki Melezgirt Savaşı’nda, Kürtler'in Alparslan'ın ordusunda yer almasıyla, savaş, Selçuklu Türkleri'nin zaferiyle sonuçlandı. Bu savaşı kazanmakla, Türkler için Anadolu'nun kapısı açılmış oluyordu. Eğer Türkler bugün Anadolu'yu kendilerine yurt edinmişlerse -Resmî Tarih’in bütün ihanetine ve sessizliğine rağmen!-, bunun en büyük destekçisi ve yardımcısı Müslüman Kürtler olmuştur. Deyim yerindeyse, kalenin kapılarını içerden açmışlardır.
Kürtler'in, Melezgirt Savaşı'nda Türkler'in safında yer almalarının sebebi ise, Türkler'in kendi din kardeşleri -Yani Müslüman!- olmasındandır. Müslüman Kürtler'in, Müslüman Türkler’le ikinci büyük birlikteliği, bundan 500 yıl öncesine dayanır. Osmanlı Devleti döneminde, Safevî İran Devleti şiî propagandası, Ortadoğu'da ve Anadolu’da Osmanlı aleyhine tehlikeli bir şekilde büyüyordu. Bu şiî propaganda ile Safevîlerin etkisi Kürdistan üzerinden ta Anadolu'nun içlerine kadar uzanmakta idi. Yavuz Sultan Selim, Safevîlerin bu tehlikeli gelişmesini yakından takip ediyordu. Zira biliyordu ki bu gelişme, Osmanlı için hayatî bir tehlike arz ediyordu. Yavuz Sultan Selim, bu tehlike karşısında İran üzerine sefere yöneldi. Yavuz Sultan Selim'in, Kürdistan'lı “Mir”leri yanına alarak yaptığı bu savaş, Kürdistan coğrafyasında, Çêldêran Ovası'nda meydana geldi. Müslüman Kürtler, bu savaşta mezhep olarak kendilerinden olan Sünnî Osmanlı ordusuyla beraber savaştı. Ve bu savaşın sonunda Osmanlı için (yani hem Türkler ve hem Kürtler için), şiî tehlikesi ortadan kalktı ve hem de Doğu sınırları güvence altına alındı.
Müslüman Kürtler ile Müslüman Türkler arasında üçüncü büyük birliktelik, bu yakıntarihe, 90 yıl öncesine dayanır. I. Dünya Savaşı bitmiş ve bu savaşın sonunda yenilmiş ve enkaza dönmüş bir devlet yığını kalmıştı. Son padişah Vahdettin, yaveri M. Kemal'i Anadolu'ya son bir umut, son bir direniş için gönderdi. M. Kemal, Amed, Erzurum ve Sivas gibi Kürt şehirlerinde ziyaretler, ilişkiler ve kongreler düzenleyerek Millî Mücadele'yi organize etmeye başladı. Kürtler, geçmişte olduğu gibi yine Türkler’le kader birlikteliği yaptılar ve Müslüman Türkler'in yanında yer aldılar. Cumhuriyet’in ilânından ve Lozan Anlaşması'ndan sonra ise, herkesin bildiği inkâr, imha ve asimilasyon ile geçen kanlı ve kirli süreç başlamış oldu.
Tarihte bu üç önemli dönemi -ayrıntılarına girmeden- anlatmamızın sebebi, MüslümanTürkler ile Müslüman Kürtler'in birlik, beraberlik ve kardeşliğini vurgulamak, Kürt Meselesi’nin çözüm zeminini göstermek içindir.
1- Müslüman Kürtler, din kardeşi olarak gördükleri Müslüman Türkler'e karşı, dünden bugüne kadar hiç ihanet etmediler.
2- Müslüman Kürtler, din kardeşi olarak gördükleri MüslümanTürkler'in en zor zamanlarında, Müslüman Türkler’le bir ve beraber oldular.
3- Müslüman Kürtler, din kardeşi olarak gördükleri Müslüman Türkler'le olan birlik ve beraberliklerinin hiç birinde asabiyete, küçük ve basit çıkarlara itibar etmediler.
Tarihe bakın; koca Osmanlı Devleti’ni yıkıp dağıtanlar kimlerdir?!
Kendilerini “en milliyetçi”, “en devletçi” gören ve bunun (ırkçılığın) propagandasını yapan İttihat ve Terakkîciler değil midir?!
Bugün yine aynı şeyler tekrarlanıyor. Kendilerini devletin sahibi olarak gören ve yine “en Türk, en vatansever” olarak kendilerini sunan, kendilerinin dışında kalanları “ötekiler”, “vatan hainleri”, “iç düşmanlar” gibi kavramlarla nitelendiren ve tamamen İslâm karşıtı ve Kürt karşıtı olarak kendilerini konumlandıranlar var.
Ne tuhaf!!!
İttihatçılar, Osmanlı’nın anasını ağlatırken bunu “Vatan-Millet” diyerek yapıyordu. Bugünün Neo-İttihatçılar(ı) da aynı teraneleri söylüyorlar ve Türkiye’nin anasını ağlatıyorlar, Türkiye’yi parçalanmanın eşiğine getirmiş bulunuyorlar.
Tarih, Müslüman Kürt ile Müslüman Türk’ün ittifakından hep büyük zaferlerin ve büyük gelişmelerin ortaya çıktığını kaydetmiştir. Selçuklu’da, Osmanlı’da ve Kurtuluş Savaşı’nda bu gerçeklik kendini çok net bir şekilde göstermiştir.
21. yüzyılda, şimdi bir daha neden olmasın?!
Özetleyerek ve redakte ederek arzettiğim bu tesbitlere ilâve edebileceğim tek şey, iki dilden bir haykırış olabilir:
Yeter Artık Arkadaş!!!
Edî Bese Hevâl!!!
11 Kasım 2007 (Baran Dergisi, 45. Sayı)
Mustafa Saka