Bu iki kavramın birbiriyle ilgisi “doğrudan”dır; demokrasinin doğrudan uygulanamazlığı, medyayı (aracıyı) doğurmuştur.
Demokrasi mâlum, halkın kendi kendini yönetmesi. Halkın kendi kendini yönetmesi, uygulanamaz bir utopya olarak kitaplarda kaldığına göre, yani bir yönetici sınıfın varlığı kaçınılmaz olduğuna göre, yönetenle yönetilen arasında bir aracının (medya) varlığı da kaçınılmazdır.
(İslâm’da “tevessül” ise büyük mesele! “Allah’la kul arasına girilmez” diyerek Şeriat’ı, Tasavvuf’u, Şefaat’i ve Himmet’i inkâr edenlere veya şüphe edenlere, İslâm’da “Tevessül ve Mâhiyeti” bahsini Seyyid Muhammed bin Alevî el Mâlikî Hazretleri’nin “Mefâhîm” isimli eserinden okumalarını tavsiye ederiz.)
Medium (Lat.): Araç; Vasıta; Aracı.
Media (Lat.): Araçlar; Vasıtalar; Aracılar.
Medius (Lat.): Orta; Ara.
Medo (Yun.): Aracı olmak; Tavassut etmek; Vesâyet etmek; Kollamak; Kayırmak; Yol göstermek.
Medüz: Denizanası.
Medusa: Yunan Mitolojisi’nde, yılan saçlı Gorgo.
Medyum: İnsanlarla cinler arasında aracılık yapan kişi.
Medyatör: Kamu denetçisi.
Eski Yunan’da, belli günlerde, herkes maskesini takarak kimliğini gizler ve her türlü şikâyetini özgürce dile getirebilir, dilerse krala bile sövebilirmiş. Yani karnavallar, maskeli balolar, soytarılar ve palyaçolar da, yönetenlerle yönetilenler arasında medya (aracı-denetçi) ihtiyacını karşılamış.
Hristiyanlığın Batılılaşmasıyla birlikte, din adamları üstlenmişler bu medyatörlüğü; Tanrı ve Kral ile halk arasında aracılık yapmışlar. Batı’da bugün hâlâ böyle bir işlevi var Kilise’nin. İnsanlarla cinler arasında aracılık yapan medyumlar da hâlâ var. Ama yalnız değiller; sivil toplum kuruluşları, partiler, sendikalar, yazarlar, sanatçılar birer medyatör (aracı-denetçi), yönetenle yönetilen arasında. Tabiî, “yazılı-sesli-görüntülü basın ve yayın vasıtalarının hepsi” anlamındaki “medya”nın fonksiyonu da bu; bu yüzden adı “medya” (aracı-denetçi)...
Yetmedi; bir müstakil kamu denetim kurumu da var: Ombudsmanlık.
Ombudsman: Kılavuz; Tâkipçi; Halk Koruyucusu, Parlamento Komiseri.
Türkiye’de, ombudsman deyince, Gargamel Reha Muhtar geliyor gözümüzün önüne ve gülüyoruz. Ciddi ve çok işlevsel bir kurumun adıdır Batı demokrasilerinde Ombudsman; aracı-denetçi kurum! Bu kurumun ilk ihdas edilişi ile, bizim de tarihî bir ilgimiz var. 1709'da Paltova Savaşı’nda Ruslara yenilen İsveç Kralı XII. Şarl, Osmanlı’ya sığınmış; ve bir süre Edirne yakınlarında yaşamış. Kral Şarl, yokluğunda ülkeyi yönetenlerin ve memurların resmi görevlerini yerine getirirken yasalara uyup uymadıklarını denetlemek maksadıyla, güvendiği ve “Uzaktaki Kral'ın Gözü Kulağı” olacak bir kişiyi Högste Ombudsmannen (En Üst Murâkıp) olarak atamış.
Bugün Fransa’da, Almanya’da, İsviçre’de hemen her konuda başvurabileceğiniz bu kurumlar, sembolik ücretler mukabilinde danışman (Berater), arabulucu (mediateur) ve halk koruyucusu (public protecteur) olarak çalışıyor; yürütme ve yargının yükünü çok büyük ölçüde hafifletiyorlar.
Ombudsman'ın Roma'daki Tribünler'e, Han Sülâlesi zamanında (Çin) kamu görevlilerini denetleyen Kontrol Yuan'a benzediğini söyleyenler var. Kezâ İslâm’daki "Meşveret", Türk geleneğindeki "Kurultay" ve Osmanlı’daki “Divan” da, kamu işlerinin gözden geçirilmesi, halkın şikâyetlerinin ve arzularının bu yolla yürütmeye veya yargıya taşınmasını sağlayan bir vasıta olması bakımından bir nevî Ombudsman’a benzetilebilir.
Türkiye gibi nizamsız ülkelerde ise, vatandaşların yönetimle ilgili şikayetlerini inceleyecek bu tür bir Kamu Denetim Kurumu ihdas edilse, (deveye “neren eğri” diye sormuşlar, “nerem doğru ki” demiş, hesabı) sistemin daha baştan iflâs edeceği âşikârdır. Yegâne çözüm, bu derme çatma gecekondunun kökten yıkılması; ve yerine, Doğu’ya ve Batı’ya parmak ısırtacak Başyücelik Devleti sarayının kurulmasıdır.
«Büyük Doğu nizamında hükûmet, tenkit ve teşhire tâbi tutulmak bakımından, en hakîr fertten daha zaiftir ve ispat edilmek şartiyle her isnada açık hedeftir. Şu var ki, isnadını ispat edemeyen, aynı isnadın veya iftiranın gerektirdiği cezaya uğrar.» (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü)
«Büyük Doğu nizamında basının vaziyeti, nur yuvası gözleri semaya doğru, HAK’tan bahseden Hazret-i Ömer’e boyuna ve her cümlesinde “Allahtan kork, yâ Ömer!” diye bağıran müslümanınkine eşittir. Nasıl öbür sahabîler bu tekerlemeciyi susturmaya kalkışmışlar, Hazret-i Ömer de “bırakınız; bizim vazifemiz hakkı söylemeye çalışmak ve onunki bunları söylemektir!” demişse, bizim basınımızda HAK’ka bağlı ağacın kökü mahfuz ve müstesna, tatbikattaki her noktasını dilediği gibi tenkit etmekte her fert “nâmütenahî” hürdür.» (A.g.e.)
«"Büyük Doğu" mefkûresinin, "Başyücelik Hükûmeti"nde, halk kendisini devletin, devlet de halkın kölesi bilecektir. Yarısı siyaha ve yarısı beyaza boyalı tekerleğin siyah ve beyaz yarım daireleri gibi, her ân halkla hükûmet, birbirinin üstünde ve birbirinin altındadır.» (A.g.e.)
«Büyük Doğu nizamı, başıboşluk mânâsına, demokrasilerde olduğu gibi, bağırsak gurultusuna kadar dilediğini yazmak ve işlemekte serbest basına tahammül edemez.» (A.g.e.)
«Büyük Doğu nizamında, gazetesi, dergisi, kitabı ve her şeyiyle basın, üstün insanın hak ve hakikatle kayıtlı olmasındaki hikmete uygun olarak, cemiyetçe inanılan ve bağlanılan mukaddes ölçüler tarafından kelepçelidir.» (A.g.e.)
Bizim nizamımızın Allah-Kul, yöneten-yönetilen çelişkisi-çatışması üzerine kurulmadığı; sevgi ve teslimiyet üzerine kurulduğu görülüyor.
Batı nizamı ise çelişki-çatışma üzerine kurulmuştur; Tanrı ve Kral ile çelişe çelişe, çatışa çatışa... Rol modelleri Şeytan’dır; nasıl ki şeytan, Tanrı ile çelişerek ve çatışarak dünya krallığını kazanmışsa onlara göre, aynen öyle... İman değil, inkâr üzerine kurulduğu için bu denli yaratıcıdır(!) Batı; inkârcı ve sevgisiz olduğu için de korkunç yıkıcı!
Medusa, Yunan Mitolojisi’nde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgo'dan biridir. Bu üç kız kardeşten yılan saçlı Medusa, kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple Antik dönemde ve Bizans’ta, kötülüklerden (nazardan) korunmak için Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır yapılarda. Hikâyesi uzun; burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Şurası önemli: Tanrılarla çelişmenin ve çatışmanın hikâyesidir. Tarihçi Hesiodos'a göre, denizlerin tanrısı Poseidon, dünyalar güzeli Medusa'ya aşık olmuş ve kuş kılığına bürünerek Tanrıça Athena'nın tapınaklarından birisine kaçırmış Medusa'yı. Athena çok sinirlenmiş bu duruma ve Medusa'nın saç tellerini yılana çevirmiş. Göz koymasın diye kimse, gözlerine de, baktığı kişileri taşa çevirecek bir nazar vermiş. Lâkin, Medusa’yı yok etmek göreviyle karşısına çıkanlar da taş kesilmekteymiş. Hermes (Haberci Hermes) sayesinde kesilebilmiş Medusa’nın başı; bir ayna tutularak Medusa’ya.
Türk medyası ise asla Haberci Hermes değildir; olaylara tuttuğu ayna, lunaparklardaki sihirli(!) aynalardan daha çarpıtıcıdır. Görevi budur; olayları çarpıtmak, dizenforme etmek, idrakleri iğdiş etmek, zihinleri ifsad etmek, dinî ve millî refleksleri köreltmek, mukaddeslerimizi yok etmek, kısaca kendisine bakanı taşa çevirmekle muvazzaf bir Medusa’dır! Gorgo’dur; “korkunç”tur! “Gorgomedya”dır; cadıların tavassutudur, Türk(!) medyası!
Büyük Doğu Nizamı’nda medyanın nasıl olacağının cevabı ise İdeolocya Örgüsü’nde var; “Halk Divanı”, “Matbuat”, “Basın” ve “Radyo” başlıkları altında... Bu nizamın eşiğinde “nasıl bir medya” sualinin cevabı da, “İdeolocya ve İhtilâl”de (S.M.); “Kesin Tavır Alma, Yayın Organı ve Lider” başlığı altında...
Özetle: Gorgomedya’yı boğana dek, kötüleri kovana dek, Büyük Doğu Nizamı’nı müesses kılana dek, yani bu arada; “İdeolocya” ile “İhtilâl” arasında aracı olabildikleri ölçüde her biri diğerinden değerli olan ve fevkalâde fedâkârlıklarla kotarılan öz medyamızı okuyacağız, okutacağız!
Aylık Dergisi’ni, Furkan Dergisi’ni, Baran Dergisi’ni, İlma’ Dergisi’ni, Akademya’ya Doğru sitesini, Gönüldaş Forum’u ve diğer reel-sanal yayın organlarımızı okuyacağız, okutacağız, okuyacağız, okutacağız!!!
21 Kasım 2007
(Aylık Dergisi, 39. Sayı)
Mustafa Saka