«Lisanımızda böyle bir isim yok. Ancak, kelime var. Bunun yalnız, “A”sı ziyâde.» (*)
Tepesinde çay içip Altın Boynuz’u seyrettiğimiz, “Türk Dostu” dediğimiz Pierre Loti, bizi Batı için yazmış, Batı’nın kadınlarımıza olan bin yıllık iştahını terennüm etmiş, hadsiz övgüler almış karşılığında.
«Biz Fransızlar, sizin (P. Loti) sayenizde, sizin eserleriniz sayesinde tanıdık, keşfettik Doğu’yu. Oralarda kendi eviniz, kendi memleketiniz gibi geziyor, bizi de birlikte gezdiriyorsunuz. Doğulunun örf, âdet , yaşayış biçimi ve davranışları üzerindeki esrar perdesini tabaka tabaka kaldırarak bizi bu sırlara muttalî kılıyorsunuz.» (Fransız Akademisi Başkanı Mösyö Mezières)
Hachette Kitabevi, “Dünya Başkentleri” adlı kitabın “İstanbul” bölümünü, «İstanbul’da pek çok kez bulundum. Güzel Türkçe öğrendim. Türk’lere o kadar uydum, o kadar benzedim ki, kıyafet değiştirip içlerine karıştığımda, neredeyse farketmezlerdi.» diyen Pierre Loti’ye yazdırmış.
Tevfik Fikret, Abdülhak Şinâsi, Ömer Lütfü ve Ahmet Rızalar tabiî bozulmuş bu haksızlığa, “Doğu’nun ne sırrı var yahu, bize verin şu tâltiflerin binde birini, ayaklarınızın altına serelim Doğu’nun hırpânîliğini” dercesine hırpalamışlar Pierre Loti’yi: «(Fransız) vatandaşlarını pek güzel aldattığına hiç şüphe yok; onlar sanıyorlar ve inanıyorlar ki, Mösyö Loti “Aziyade”sinde anlattığı gibi, Selânik’ten sonra İstanbul’da gerçekten bir bayanla buluşmuş, onunla yaşamış, Eyüp civarında Fransızlığını hiç belli etmeyerek günlerce onunla birlikte oturmuş. Artık masalın bu kadarına inanınca, yazarın Türkçe’yi anadili gibi bildiği, Türkleri, türklüğü inceden inceye tanıdığı inancı kuvvetlenmez mi?!»
Pierre Loti’nin, bir Ramazan akşamı, Galata’dan dört nala geçişini anlattığı şu satırlar meselâ: «Ve şimdi bu insan seli arasında, yine eskisi gibi yüksek sesle Bestûr! Bestûr! diyerek atımı dört nala sürüyordum...»
Türkçesini eleştiriyor bizimkiler: «Caddenin o kalabalığında dört nala gitmekten çekinmiyor. Pek güzel! Ama o “Bestûr!”lar da neyin nesi? Türkçe’yi bir Türk gibi bildiğini iddia eden zât “destûr!” kelimesini “bestûr!” diye mi telaffuz eder?»
Gerçekçiliğini eleştiriyorlar Loti’nin: «Âdetler, ahlâklar (Loti’nin) arzusuna göre değişiyor; sokaklar istediği zaman tenhâ, istediği zaman kalabalık oluyor; semtler, binalar, binaların konumları bile onun keyfine göre yer değiştiriyor!»
Pierre Loti’yi eleştiren bizimkilerin anlamadığı, Batı’nın ne istediği idi. Gerçeği değil, hayâllerinin gerçek olmasını istiyordu Batı: «Benim İstanbul’daki konumum, Türkçeyi ve türk adetlerini bilmem, özellikle eski kilitlerle kapanan güvenli evim, bu gibi girişimler için çok uygundu.»
İşte “bu gibi girişimlerin” gerçek olmasını istiyordu Batı. “Türk güzellerinin rahatça girip çıkabildiği uygun bir ev” hayâl ediyordu; ev hayatı içinde sıkıntıdan patlayan “Mutsuz Kadınlar”, karşısına çıkacak ilk Avrupalı erkeğin kucağına atlamak için sabırsızlanan Müslüman Türk kadınları!.. Tombul ve çirkin Keriman’ı da, işte sırf bu sebeple dünya güzeli seçmişlerdi; Müslüman Türk kızını soymalarının şerefine!
O bizimkilerin pek anlayamadıkları bu basit gerçeği, bu bizimkiler (!) anlamış bulunuyor. Ahmet Altan, Orhan Pamuk romanları da Pierre Loti’ninkiler gibi; bizi yazmıyor, bize yazmıyor. Bizim değil, Batı’nın ilgisini çekecek şekilde ve Batı’nın hayâllerini yazıyorlar. Ve tabiî en az Pierre Loti’ninki kadar berbat bir Türkçe ile...
«İşte sihr-i beyân, işte câzibe-i üslûb!»
Sonra Batı dillerine çevriliyor romanları; Nobel ödülü bile alabiliyorlar!
«Beyaz bir hayalet kadar sessiz ve hareketsiz bu örtülü kadınla yalnız kalırdım. Küreğe geçer, ters yöne doğru çekmeye başlardım. Açıklara doğru uzaklaşırdık. Yeterince uzaklaştığımıza karar verdiği bir anda kollarını bana uzatırdı. Bu yanına oturmak için beklediğim bir işaretti. Ona dokunduğumda titrerdim. Bu ilk temasla içime ölümcül bir güçsüzlük çökerdi. Başörtüsü, Doğu kokularına bulanmış olurdu. Vücudunun teması diri ve soğuktu. (...) İnsan, bu inci tanelerini, bu kasılmış kırmızı dudakları ve olgun bir kirazın etinden yapılmışa benzeyen diş etlerini öpmek için ruhunu satabilirdi. (...) Metresime hayranlıkla bakıyordum. Müziğin kulakları yırtan gürültüsü, kokulu nargile dumanı yavaş yavaş sarhoşluğa neden oluyordu. Geçmişin silinmesi ve hayattaki kötü anların unutulması anlamına gelen Doğu'ya özgü hafif sarhoşluk yayılıyordu.»
Mümkünse yaramızı kanatmak, canımızı acıtmak, -kaldıysa!- onurumuzu hatırlatmak için ve tabiî affınıza mağruren iktibas ettiğim yukarıdaki ifadeler, ünlü oryantalist Pierre Loti’nin “Aziyade” romanından. Yerli oryantalistler Orhan Pamuk, Ahmet Altan romanlarındaki bakış, yaklaşım, ifade tarzı da tam olarak böyle.
Evet, yukarıdaki satırlar yalan!
Yalan yazıyor Pierre Loti; gerçeği değil, Batı’nın gerçek olmasını umduğu şeyi yazıyor. 1923 Yılında, L’opinion dergisinde yayınlanan bir Aziyade eleştirisi ile, bir başka Fransız da yalanlıyor Loti’yi: «Loti’nin Aziyade’yi yazdığı sırada Hıristiyanlarla Müslümanların ilişkileri onun bize anlattığından çok farklıydı. Bize sunulan kibar fahişeler ya Ermeni ya da Rum’du. İster aşağı tabakadan, ister yukarı tabakadan olsun Müslüman kadınların hiçbiri Avrupalılarla yüzü açık konuşmazlardı, zira din ve ahlak kuralları yüzlerini örtmelerini zorunlu kılar. Hele aynı haremin kadınları, kendi aralarında birbirlerini öylesine kontrol ederler ki, hiçbir kaçamak mümkün degildir. Ayrıca, Aziyade’nin yazarı ne derse desin harem ağaları son derece uyanık gözlemcilerdir ve böyle bir olayı hemen efendilerine bildirirlerdi. O dönemde uzun yıllar İstanbul’da ve Ortadogu’da yaşadım. Tek bir istisnayla karşılaştım. O da Avrupa usulü yetişmiş, birkaç yabancı dil bilen, yabancıları yüzleri açık kabul eden Haydar Paşa’nın kızlarıydı. (...) Müslüman kadınlarla ilişki kurmaya çalışmış çok Levanten tanıdım. Hiç biri bunu başarabildiğini söylemedi.»
Pierre Loti’nin Müslüman (Türk) kadınları: “Aziyade” ve “Mutsuz Kadınlar”; Cenan, Melek, Zeynep... Her biri, Amerikalı “Desperate Housewives” sanki...
Ahmet Rıza da isyan ediyor bu duruma: «Loti’ye göre, Türk kadınlarına Folibergère’in ya da Olympia’nın kaldırımlarında geceleri açan sokak fahişelerinden daha kolay yaklaşılabiliyor ve aşk yapılabiliyor. Müslüman haremlerini, Avrupa’lı olmak şartıyla, erkeklerin canı çektiğinde girebileceği yerler saymak gibi garip bir fikre nereden varmıştır?»
Ömer Lütfü’ye göre ise: «Romanın baş kişisi André Lhery’nin vermek istediği mesaj, yüzyıllardır gelenek ve kurallar içinde boğulan, devinimsiz, durağan bir yaşama uyma zorunluluğuyla bunalan bu mutsuz kadınların, aniden, üzerlerinden geçen Batı rüzgarının etkisiyle, “bilgi” nin verdiği acıyla uyanışları, bastırılmış arzu ve istekleri, varolma çabalarıdır.»
“Batı rüzgârının etkisiyle, bilginin verdiği acı?!”
Hoş bir lâf! Lâkin, bilgi değil, şehvet rüzgârıdır esen.
Bilginin verdiği acıyla değil, bilumum muzahrefat kanallarından estirilen Batı rüzgarıyla, evet şehvetler uyandırıldı! Süflî arzuları ayaklandırıldı bir milletin. Namazda bile, libidolardır artık, kıyâma duran!
Bir istisna değil, tramvaydaki şu kızcağız!
Sadeddin Ustaosmanoğlu, “Nefsin en çok hoşuna giden, mollalıkla hovardalığı bir arada götürmektir!” demişti, 1999’da, Metris Cezaevi’nde...
Aynen öyle! Şöyle fısıldayarak esiyor çünkü bütün evlerde ve göğüslerde, bu şehvet rüzgârı: “Mini etek giyemiyorsan başörtülü kızım; dert etme, şimdilik uzun bir etek veya pantalon çek altına, onun üzerine giy miniyi, biz hayâl ederiz gerisini ve gelir gerisi! Vücudunu gösteremiyorsan zavallım; vücut hatlarını göster bâri! Omuzlarını, sırtını, göbeğini ve göğüslerini gösteremiyorsan bi tanem; iç çamaşırlarını dışına giy, bilinsin senin de şeylerin olduğu!”
Şöyle bir tesbitte bulunmuştuk, geçen ayki, “Kaliforniya’ya Nasıl Gidilir?!” başlıklı makalemizde: «Kapitalist sistemin bir endüstri kolu olarak, kâr maksimizasyonu ve “porno estetiği” ile üretim ve pazarlama yapıyor “Tekbir Giyim”ler de... Söylemesi çok acı ama, “porno estetiği” ile örtünüyor bizim kızlarımız da!»
İslâmcılıkla Allahsızlığı bir arada götürmeye kalkarak, kızlarımızı da bu hâle sokan Allahsız İslâmcılara lânet!
Pierre Loti’ye gelince!
«Sen, Piyer Loti! / Sarı muşamba derilerimizden / birbirimize / geçen / tifüsün biti / senden daha yakındır bize / Fransız zabiti! / Çürük Fransız kumaşlarını / yüzde beşyüz ihtikârla Şark’a satan: / Piyer Loti!» (N. Hikmet)
(*) http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/2003202ZeynepMennan.pdf
Mustafa Saka
20 Ekim 2007
(Furkan Dergisi, 19. Sayı)