Tezkere gerektiren Anayasa maddesi şöyle:
«Savaş hali ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme: Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına karar verilmenin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar verebilir.» (TC Anayasası, 92. Madde)
Şimdiki, ikinci tezkere oluyor. Birincisi, 7 Ekim 2003 tarihinde ve Hükümet’e verilmişti bir yıllığına. Ancak Hükümet, tepkilere dayanamadı ve bir ay sonra, 7 Kasım 2003’te, Meclis’ten aldığı bu “Irak’a asker gönderme” yetkisini kullanmama kararı almak zorunda kaldı.
Aşağıdaki yazı, bu birinci tezkerenin ertesi günü kaleme alınmış olup, dört yıl önceki tesbit ve teklifin bugün de geçerli olduğu kanaatindeyim: “(Irak’taki) Sünnî Üçgen’de, Sünnî güçlerle tarihî bir buluşma ve mutabakata varmak; ve işgâlcileri beraber vurmak!” Bunun olabilmesi için de tabiî, önce Anadolu’daki Sünnîlikle (Şâfi Kürt’le ve Hanefî Türk’le) buluşması, barışması ve mutabakata varması gerek TSK’nın! Bu günün (20 Ekim 2007) o günden farkı, şimdi tezkere TSK’dadır ve “Irak’a asker gönderme yetkisini kullanmama kararı” almak gibi bir lüksü yoktur! Arzederim...
...
Bugün 8 Ekim 2003!
Bundan 91 yıl önce bugün, 8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı başladı; önce Karadağ, daha sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ettiler...
Dün 7 Ekim 2003’dü!
TBMM, Türk ordusunu Amerika’nın yanında Irak’a savaşa sokma kararı aldı!
Evvelki gün ise 6 Ekim 2003’dü!
İşgâl güçleri, bundan 80 yıl önceki 6 Ekim 1923’de İstanbul’u terkettiler!
Yunanistan’da, bazı dükkan ve kahvehâne duvarlarında, Yunan donanmasının 80 küsur yıl önce, İstanbul Boğazı’nda demirli fotoğraflarını görmek mümkün...
Ben, bir Yunan meslektaşımın yatak odasında başka bir fotoğraf daha gördüm...
Namaz kılmak için gösterdiği yatak odasının duvarında asılıydı o fotoğraf...
Önde, duaları kabul edilmemiş bedbaht bir papaz, yanında, yorgun bir at üzerinde süngüsü düşmüş bir komutan ve arkalarında bitik bir ordu...
"Küçük Asya" faciasını yaşayan Yunan ordusu Yunanistan’a dönüyor...
Ve fotoğrafın üzerinde, aslında bir şey ifade etmeyen bir teselli ifadesi: "Yenilmedik"!
...
Osmanlı ordusu Bağdat’tan 86 yıl önce, 1917’de ayrıldı...
Balkanları zaten kaybetmişti; Bağdad diyârını da kaybetti, her cepheden savaşa savaşa çekilmek zorunda kaldı, eridi ve dağıldı...
Anadolu da işgâl altındaydı!
Osmanlı Mebuslar Meclisi kendini feshetmeden önce son bir hayatî karar aldı:
- "Misak-ı Millî’den geri adım atılmayacak!”
...
Müstevlîler Anadolu’yu paylaşamadılar...
Paylaşabilseydiler de kalamazdılar!
Bu millet yabancı boyunduruğunda yaşamazdı, er geç canlarına okurdu!
Hiçbir sûrette Kemalizm’in tutunabildiği kadar tutunamazdılar Anadolu’da!
Örtülü işgâl için en uygun içbirlikçi bulunmalı ve işgal çizmelerini ona giydirip çekilmeliydiler Anadolu’dan!
Kemal’in merkezî hükümete alternatif bir oluşum hazırlamasına hem göz yumdular hem da yardımcı oldular...
Bandırma Vapuru, İngiliz harp gemilerinin nezâretinde vardı Samsun’a...
Ama işbirlikçi güçün “göstermelik” bir zafere ihtiyacı vardı; bunun için “göstermelik” bir düşman lâzımdı...
Müstevlîler kendileri "yenik" pozisyonda çekilecek değildiler ya!
Kemal hazırlıklarını tamamladığında bulunuverdi o “göstermelik” düşman da: Yunan!
Yunan Anadolu’ya sokuldu; gemileri Boğaziçi’ne demirledi, İzmir’e Yunan bayrağı çekildi...
Ta Eskişehir’e kadar ilerledi Yunan...
Askerî uzmanlar diyorlar ki: "Yunan’ın işgâl ettiği topraklarda hakimiyeti sağlayabilmesi için, o günkü hesapla 300 bin askere ihtiyacı vardı. Fakat bütün Yunan ordusu bile bu kadar değildi...
...
Emperyalistler, çıkardıkları çizmeleri Kemâl’e giydirdiler ve gittiler...
17. yy. Divan Şairi Sümbülzâde Mehmed Vehbi Efendi’nin devrin padişahı için yazdığı hicviyeden şu beyitleri de terennüm ettiler belki, işgâl çizmelerini Kemal’e giydirirken:
"Lalü şarap içürem ve ıslatup geçürem,
Parmağına yüzüğü hatemi zer drahşan.
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
Öyle bir sokayım ki kalmasın dışarda hiç,
Düşmanının bağrına hançerimi nagehan."
Müstevlîler, Anadolu’da bir "Türk" devleti kurdurulması, bu devletin lâik olması, Hilâfet’in kaldırılması ve bildiğiniz sâir “inkılâplar”ın yapılması hususunda Kemâl’e “tezkere” imzalatıp gidiverince ancak uyandı Yunan “Büyük Helen Rüyâsı”ndan...
...
Anadolu’ya nasıl sokulmuş ve nasıl yüzüstü bırakılmışsa sonra Yunan; benzer bir akibet de Türkiye’yi bekliyor Irak’da...
Nitekim bizimkiler çocuklarımızı Irak bataklığına göndermek için tezkere geçirirlerken, Amerikan halkı da Colorado’da bulunan Savunma Bakanı Rumsfeld’i “Çocuklarımızın, hemen şimdi ülkelerine dönmesini istiyoruz!” yazılı pankartlarla protesto ediyordu!
Ve Türk’le Kürd’ün, Kürd’le Arab’ın, Arab’la Türk’ün arasına kan davası sokulacak!
Türk ordusu hem Arab’a hem Kürd’e tokatlattırılarak darası alınacak, burnu sürtülecek, süngüsü düşürülecek!
...
"Kuzey Irak’da bir Kürt devleti kurulmasını engellemek ve PKK’ya karşı mücadele etmek için Irak’a girmek mecburiyetindeyiz” gerekçesiyle Meclis’ten “Tezkere” geçiren Türkiye ordusu, Irak’tan geri dönüşünde muhtemeldir ki Türkiye sınırlarını da değişmiş bulacak; Türkiye’den Bağdat’a varmak için yürüdüğü yolun iki katını yürüyecek Bağdat’tan Türkiye’ye varmak için!
Dimyad’a "Kürd"e giderken evdeki "Kürt"den de olacak yani...
...
Bir ihtimâl daha var hiç şüphesiz!
Dost Strateji aylar önce şu teklifi yapmıştı: “Sünnî Üçgen’de Sünnî güçlerle tarihî bir buluşma ve mutabakata varmak; ve işgâlcileri beraber vurmak!”
Başta Lozan olmak üzere ne kadar tezkere varsa yırtmak!
İngiliz kalemiyle çizilmiş bütün sınırları yıkmak!
TC’den çıkıp BD’ye varmak!!!
...
Berat kandilimiz mübarek olsun...
8 Ekim 2003
Mustafa Saka
20 Ekim 2007 (Aylık Dergisi, 38. Sayı)