15 Ekim 2007

Gazoz Kapağı

Bir Gazoz Cumhuriyeti, burası!

Askerî, siyâsî, iktisâdî ve medyatik elitler, bu Cumhuriyet’in kapakları!

Ordu, siyaset, ekonomi ve medya sektörlerinin elitleri tarafından yönetilmekte ve yönlendirilmekte ülke.

Türkiye’nin bu yönetici, yönlendirici, şekillendirici elitlerinden biridir Müjde Ar. Medya sektörünün seçkin fâhişelerindendir. Milletimizin mukaddeslerini bozmak ve bütün Türkiye’yi fâhişeleştirmekle vazifelidir.

Vatan Gazetesi’nden (8.10.2007) bir haber:

«NTV ekranlarında “Haydi Gel Bizimle Ol” adlı televizyon programını Çiğdem Anad, Aysun Kayacı ve Pınar Kürle birlikte sunan Müjde Ar, bir lise anısını anlattı: Gazoz kapağımı Bedri açtı, ama içine akıtmadı.”»

“Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir!” lâfı, Gazoz Ağacı’dır bu ülkede!

«Efendiler, sizler ve bütün ulus bilmelidir ki, hem de çok iyi bilmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, şâkirtler ülkesi olamaz. Gerçek ve dosdoğru yol, uygarlık yoludur. İnsan olmak için, uygarlığın gereklerini yerine getirmek yeterlidir. Tarikatların başları, bu gerçeği bütün çıplaklığıyla anlayacaklar ve öğretilerinin çağ dışı kaldığı gerçeğini kabullenip, dergâhlarını kendi gönül rızalarıyla kapatacaklardır. Gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmekte olduğumuz devrimlerin temel amacı, Türk halkını, hem şekil hem de öz bakımından tümüyle modern ve uygar bir toplum konumuna ulaştırmaktır. Bizim devrimlerimizin temel hedefi budur. Ve bu gerçeği anlayıp kabul etmekte zorlanan zihniyeti tümüyle ortadan kaldırmak bir zorunluluktur.» (M.Kemal)

Bu Gazoz Cumhuriyeti’nin güvenlik kapağı ordudur!

«Düşmana mağlûp bir mekânizmanın kendi öz milletine galip gelmeye kalkması, yumruğun ağızdan girip damağı çatlatması ve beyni ezmesi, ne korkunç hâile!..» (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü)

Hükümetlerin üstünde bir konumu olan ordu, kendini ne hükümete, ne de devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı’na karşı sorumlu hisseder! Millî Savunma Bakanlığı, savunma sisteminin hiyerarşik yapısı içinde “üst makam” olarak yazılı ise de, bu bakanlığın işlevi, ordu ile hükümet arasında emireriliğinden öte değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, askerî elitler arasında rütbe ve kıdemce en üst konumda bulunan Genelkurmay Başkanı ve kurmay generaller tarafından yönetilir. Bu egemenlik, ordunun kurumsal bağımsızlığından ziyâde “elit” kimliğinden alır meşrûiyetini. Ve ordu, bu bağımsızlığını ve egemenliğini, halkla ve halkın seçtiği hükümetlerle değil, diğer sektörlerdeki elitlerle paylaşır sadece.

Millî gelirinden askerî harcamalara ayrılan pay bakımından da, bütün Avrupa ülkeleri arasında birinci sıradadır Türkiye. Dünyadaki en yüksek askerî harcamaya sahip ülkeler arasında da üst sıralardadır.

Türkiye için bu kadar pahalıya mâl olan bu ordu, Kore Savaşı sırasında, “Cheap Soldier” diye yazılmıştır Amerikan askerî literatürüne.

Cheap Soldier: Ucuz Asker.

Amerika’da (Washington) Büyükelçi olarak görev yapmış olan Suat Hayri Ürgüplü’ye göre, bir Türk askeri 136 Dolar’a, bir ABD askeri ise 5.500 Dolar’a mâlolmuştur Amerika’ya; 1’e 30! Hayatı da ucuzdur bizim Mehmetlerin; “öl” dersin, gözünü kırpmaz ölür. Kahramanlığı tartışılmazdır. ABD’nin Kore Askerî Müşavir Grubu Komutanı W. L. Roberts'ın şu övgüsüne (!) bakın: “Türk askerleri, mükemmel bekçi köpekleridirler.”

İğrenç köpek!

Ya Kore 8. Ordu Komutanı General Walker'ın kahredici itirafı: “Güçlü düşman taarruzu karşısında çekilmek zorunda kaldığımız zaman, Türkleri savaşa soktum.”

Bu ordu, peki neden yana yakıla teskere istemektedir şimdi hükümetten? Bir dış düşmana karşı savaşmak arzusu ve iradesi mi uyanmıştır 85 yıl sonra? Yoksa, savaştan sıvışmanın bir yolu mudur bu istek? Bu arada hükümeti yıpratmak istemek; “bakın, hükümet izin vermiyor; yoksa ben şey yapardım” demek mi, halka?

Oysa, hiç bir reel politik izahı bulunmayan bir savaşın eşiğinde dünya. Kaçış yok. An meselesi. Patladı, patlayacak. Ne petrol, ne dolar hesabı var bu savaşın arkasında.

Türkiye’den, Kore’ye değil, bir Kıyâmet Savaşına asker isteniyor bu sefer. Asker de değil, ordu isteniyor. Amerika hesabına, topyekûn savaşa katılması isteniyor TSK’nın. Kayıtsız ve şartsız üstelik!

“Yurtta sulh, cihanda sulh!” hikâyesiyle, böyle bin yıl daha yata kalka ve halkı ite kaka gitme rüyaları görürken, iş mi yâni şimdi bu?!

Türkiye, yine şu gerekçelerle çıkıyor, ABD-İsrail huzuruna: Şişenin kapağı açılırsa, cin dışarı çıkarmış; din (İslâm) hortlarmış!

Hükmü yok artık bu kaygıların.

Çoktan çıktı cin, şişeden!

Tarifsiz bir şokta ABD-İsrail; tam ortasından koşuyor Tevrat’ın.

Kıbrıs harekâtını savaş değil, çıkarma sayarsak, Amerika’nın peşinde Kore’ye, Nato’nun peşinde şuraya, buraya birlikler göndermenin dışında, ilginçtir, bugüne kadar hiç bir dış düşmanla savaşmamış tabiî TSK. Bakir bir ordu. Bu bekareti bozmaya, Türkiye’nin gazoz kapağını açmaya kararlı ABD-İsrail.

“The Shock Doctrine”!

Mustafa Saka

15 Ekim 2007 (Baran Dergisi, 41. Sayı)

mim.saka@googlemail.com

RSS feed Twitter.
İsim: Email:
Blogger tarafından desteklenmektedir.