Hak peygamberlerin gelişlerinin öncesinde sahte peygamberler çıktığını, Hazret-i Mehdi’nin zuhûrundan evvel de sahtelerinin çıkacağını; ve bu sahte çıkışların gerçeğin habercisi olduğunu biliyoruz.
BD’den evvel de böyle oldu; Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla, hemen bütün tv kanallarında ve gazetelerde Büyük Doğu’dan bahsediliyor... “Sanırsın BD kuruldu”!
Üstad Necip Fazıl’ın ilk dergisinin ismi, “Ağaç”tı; meyvesi “Büyük Doğu” olan “Ağaç”..
«Adımızı Ağaç koyuyoruz. (...) Ağaç insanlara neler öğretmedi? En eski dillerde iyilik, fenalık ve bilgi ağaçları birer düstur oldu. En eski çağlarda, geniş alınlı ve kıvırcık sakallı düşünce adamları onun altında toplandılar. Zaten insanoğlunun dünyaya düşüşünü anlatan Şeytan ve Kadın unsurları yanında, yasak meyvayı yetiştiren Ağaç nedir?» (NFK, Ağaç, 14 Mart 1936)
Ve iki önemli ağaç hadisesi var, pek uzak olmayan tarihimizde. Biri Vakâyi Vakvâkiye, diğeri Vakâyi Hayriye!
Çınar Olayı (1656) diye de anılan “Vakâyi Vakvâkiye” bir askerî darbedir. Girit'ten dönen Yeniçeri, para yüzünden isyan çıkardı. Kellesini istedikleri devlet erkânının listesini IV. Mehmed'e ilettiler. Alçaklar, cesetlerin başlarını keserek Sultanahmet Meydanı’ndaki çınar ağacının dallarına astılar. Meyvesi insan olan mitolojik ''Vakvak Ağacı''ndan mülhem ''Vakâyi Vakvâkiye” denildi bu olaya,.
Vakâyi Hayriye ise bir sivil darbedir. İkinci Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için fırsat kolluyor, engel çıkarması muhtemel kurum ve kişileri denetimi altına ala ala bu vakaya hazırlanıyordu. Bunun için, "Eşkinci Ocağı" isimli bir yan ordu kurdu. Bu paramiliter güç, vurucu sipahi gücü olacaktı ve zaman içinde ana ordunun yerini alacaktı. Başta Şeyhülislâm olmak üzere ulema da Padişah’tan yanaydı; ve halk, Yeniçeri’den yaka silkiyor, nefret ediyordu. Âkıbeti gören Yeniçeri, 14 Haziran 1826 gecesi ayaklandı. Padişah, “Bu hainlerin cezalandırılması için göze alamayacağım tedbir yoktur. Kıtalden de, katliamdan da çekinmem." dedi ve Yeniçeri’nin üzerine gidildi, canlarına okundu. Kelleleri, “Vakâyi Vakvâkiye”de olduğu gibi ağaç dallarına asıldı. “Vakâyi Hayriye” diye anıldı bu hadise de.
Her ne kadar “hayırlı” dense de bu olaya, inkılâp çapında bir yenilik yapılamadığı için pisliğin kökü kazınamadı. Yeni bir sistem kurulamadı, yıkıldı Osmanlı.
Türkiye Cumhuriyeti’ne gelince...
TC’nin asıl kurucu unsuru olan dış güçlerin isteği üzerine çok partili sisteme geçildi. TSK, güya sivillere devretti iktidarı. Yine hep dış güçlerin izni ile yapılan askerî darbelere de, gerekli ayarlar yapıldıktan sonra iktidarın yeniden sivillere devredilmesi şartıyla izin verdi dış güçler. Bütün ayarlara rağmen, her seçim, müslüman halk tarafından verilmiş bir muhtıra oldu TSK’ne. TSK’nin asıl gücünün dışarıda olduğunu, TC’nin vesâyet altında olduğunu, bu vesâyetin İngiltereden Amerika’ya devredildiğini Üstad Necip Fazıl öğretti Erbakan’a da, Özal’a da, Erdoğan’a da, Gül’e de...
Erbakan dinlemedi Üstad’ı; mayınlı tarlaya hiç girmedi. Özal tersinden dinledi Üstad’ı; BD İdeolocyası ile değil, kendi psikolocyası ile hareket etti. Basbayağı Amerikancı oldu. Amerika’ya sırtını dayayıp TSK ile sürtüştü. Yeniçeri’ye karşı kurulan Eşkinci Ocağı gibi, TSK’ya karşı paramiliter bir güç olarak Özel Harekat’ı kurdu. Öldürüldü. 28 Şubat Darbesi’nin hedeflerinden biri de, bu Özel Harekât’ı silahsızlandırıp dağıtmaktı.
22. 12. 2006 tarihli gazetelerden bir haber: «Girne’de Yaşar Öz ile Melih Turgut arasında çıkan çatışmada ölen Musa Çakmak, Danıştay saldırısıyla ilgili aranırken intihar girişiminde bulunan eski subay Muzaffer Tekin’i hastaneye götüren isim olarak gündeme geldi. Musa Çakmak ile Yaşar Öz’ü bir araya getiren nokta ise Susurluk bağlantısı. Çakmak’ın bir dönem korumalığını yaptığı Özel Harekat Başkanı İbrahim Şahin, Yaşar Öz’le birlikte “Susurluk Davası” sanığı olarak yargılandı. Musa Çakmak ile Yaşar Öz de bu süreçte tanıştı.»
Mekânı Cennet olsun, Rahmetli Musa Çakmak’tan ve M.Ş.’den dinlediklerimi aktarıyorum:
«O gece bütün generalleri evlerinden don gömlek toplayacak plân yapılmış ve Genelkurmay önünde de pusuya yatılmıştı. Nasip olmadı.»
Erdoğan ve Gül’e gelince...
Erbakan’ın Allah Rızası için girmekten imtinâ ettiği mayınlı tarlaya, ABD-İsrail eşeği olarak girdi bunlar. Fakat ne ordu ne de bu eşekler, sonuç alacak güç ve iktidarda değiller. Baran’ın fevkalâde tesbitiyle bir “korkaklar savaşı” oluyor.
Öyle veya böyle, tarafların attığı veya atamadığı her adımda mâlum son yaklaşıyor. Taşlar oynadı, sınırlar aşıldı, sırlar çözüldü bir kere. Herşey mümkün artık; geri dönüşten gayrı!
Asker ve sivil hain başlarının dallarında beraber sallandığı bir hayırlı “şecere-i vakvak” tablosu çiziyor Ressam; bir vakvak ağacında iki vaka birden...
Ağaç (Moğolca ve Türkçe): Ağan, aşan, yükselen, çıkan, beliren, zâhir olan...
Mustafa Saka
02 Eylül 2007
(Baran Dergisi, 35. Sayı)