TSK’nın resmî internet sitesi http://www.tsk.mil.tr/askerimuze/kesici_silahlar.htm ‘den: «Balta, en eski harp silahlarından olup, günümüzde de genellikle istihkam silahı olarak kullanılmaktadır. Teber, genellikle hükümdar maiyetinde bulunan özel muhafızlar ile dervişlerin kullandığı, ay biçiminde, bazen de çift yüzlü olan bir savaş baltası ve derviş sembolüdür.»
“Türkiye şeyhler ve dervişler ülkesi olmayacak!” ve “Yurtta sulh, cihanda sulh!” fehvâlarınca dervişler ve bütün derviş sembolleri kaldırıldı. Buna mukabil, muvakkat bir bağımsızlık tanındı Türkiye’ye. Toprağa gömüldü savaş baltaları. Böyle ilelebet pâyidâr oluruz sanıldı. Türkiye, Batı labirentine tıkıldı.
Şimdi Amerikan Tomahawk (Savaş Baltası) füzeleriyle kuşatılmış durumdaki Türkiye, toprağa gömdüğü o çift yüzlü savaş baltalarına ve ay yüzlü dervişlere muhtaç.
Biz Türkler, mitolojik dehlizden (Ergenekon) zor da olsa çıkmışız. Asıl çıkışımız ise İslâm’la olmuş; masal değil, gerçek bir medeniyet kurmuşuz.
Bizi yine aydınlığa çıkartacak olan, o ay yüzlü dervişler.
Nerdeler?!
Mürid - mürşid arasındaki râbıta gibi, “balta - derviş - labirent” kelimeleri arasında da pek mânidar bir korelasyon var.
Geçen “Dilemmâ”da “Paralel Hayatlar” isimli eserinden bahsettiğimiz Plutarkhos’a göre, “Labirent” kelimesi, Lidya dilinde “çift yüzlü balta” demek olan “labris”den geliyor.
Kral Minos’un, Girit’in başşehri Iraklion’da yaptırdığı devâsâ bir labirent şehir (Knossos Sarayı) var. “Çift yüzlü balta”, diğer Minos şehirlerinde olduğu gibi, bu labirent şehir Knossos’un da baş sembollerinden.
Atina kralının oğlu, bu lâbirentten çıkmayı, aşığının kendisine verdiği ipin ucunu bırakmayarak başarabilmiş. Lâbirentlerde çıkışı bulmanın belki uzun ama pratik bir yolu da, sağ elini girişten itibâren duvardan hiç çekmeyerek yürümeye devam etmekmiş...
Ruh köklerini ve tarihî-kültürel bağlarını koparıp atmış, sağ elini duvardan çekmiş, hatta omuzundan kesmiş bir Türkiye’nin, Batı dehlizlerinden çıkabilmek için kanatlanması gerek şimdi?!
Mimar Dedalos ile oğlu, öylesine görkemli bir labirent yapmışlar ki Girit’te; Kral Minos, lâbirentin sırrını başkalarına açıklamasınlar diye baba ile oğulu, kendi yaptıkları lâbirente hapsetmiş. Kendi labirentlerinde çıkışı bulamamışlar ve balmumundan kanatlar yapıp havalanarak çıkmışlar. Dedalos oğlunu uyarmış: “Oğlum fazla alçakdan uçma kanatların nemlenir, ıslanır, ağırlaşır uçma kabiliyetini yitirir; düşersin. Fazla yükseğe de çıkma, ki güneşin harâretiyle kanatların erir; düşersin! Fakat uçmak hoşuna gidiyor oğulun; babasının ikazlarına aldırmayarak yükseliyor, yükseldikçe şuur kaybına uğruyor. Ve güneşin harâretiyle balmumundan kanatları eriyor; düşüyor.
Knossos sarayından çok daha görkemli bir İdeolocya örgüleştiren Büyük Doğu Mimarı da şöyle demişti Mirzabeyoğlu’na: “O kadar yükseklere çıkıyorsun ki kanatların yanabilir! Sana en büyük tenkid de bu, en büyük methiye de...”
İbda Mimarı’nın, nasıl bir aşkla fikir göklerinin müntehâsına kadar yükseldiği ve Türkiye’yi nasıl yükseltmek istediği İbda külliyâtından takip edilebilir.
“Hipoksi”ye kapılmadan!
Atmosfer, canlıları hem güneş ışığının zararlı etkilerinden koruyan, hem de yaşayabilecekleri vasatı sağlayan bir hava örtüsü, bir şemsiye olarak tarif ediliyor. İrtifa yükseldikçe, atmosferin bu koruyucu özelliği zayıflıyor. Yeterli oksijenin solunamaması, vücut foksiyonlarında ve davranışlarda bozulmalara neden oluyor.
Havacılık literatürüne geçmiş bu patolojinin adı Hipoksi. Aynı şey denizin ve yerin dibinde de geçerli.
İpo+oksi: Oksijen altı.
Böyle bir olay 1. Dünya Savaşı’nda yaşanmış; bir İngiliz pilot, 19.000 feet irtifada uçarken karşılaştığı düşman uçaklarının pilotlarına dost gibi el sallamış, arkadaşlarının ikazlarına rağmen ateş etmeye veya kaçmaya davranamamış.
Batının karanlık dehlizlerinde şuurunu yitirmiş olan Türkiye de, dostlarını düşman görüyor, düşmanlarına el sallıyor, cellatlarına gülümsüyor. Yabancılarla savaşmak yerine halkıyla savaşıyor. Küfürle mücadele etmek yerine, din ve imanla uğraşıyor. Amerika’yı bölgeden kovmak yerine, Kürt köylerini bombalıyor.
Türkiye’nin savaşması gereken düşman, Kur’an okuyan çocuklar ve Kürt köylüler değil, Amerika’dır. Ama düşmanını tanıyacak bilince, Amerika ile savaşacak cesarete, çift yüzlü savaş baltalarına ve savaşçı dervişlere ihtiyaç var.
Haziran 2007 itibariyle Türkiye, bir asra yakın başını duvarlarına vurduğu lâbirentin en çıkmaz yerine gelmiş bulunuyor.
Buradan öteye, “çıkmaz yol” bile yok!
İbda Mimarı ve O’nun Anadolu’ya âşık “Yıldızlar Kuşağı”, Türkiye’yi bu durumdan kurtarmak, kanatlandırıp uçurmak için çırpınıyorlar...
Türkiye, daha fazla kayıtsız kalamaz bu aşka!
Ki onlar, ay yüzlü dervişler...
Ve ellerinde, çift yüzlü savaş baltaları...
Fikir ve Aksiyon!
Mustafa SAKA
10 Haziran 2007
Baran Dergisi, 23. Sayı)