3 Kasım 2002 Genel Seçimleri’nde, kırk milyon seçmenin % 25’i oy kullanmayarak Kemalist - Militarist Demokrasi’ye katılmadı.
Oy kullanan otuz bir milyon seçmenin % 60’ı, merkez partilerine oy vermeyerek, Kemalist - Militarist Demokrasi’yi çayıra saldı.
Oy kullanan seçmenin % 34’ü AKP’ne oy vererek Kemalist - Militarist Demokrasi’ye cephe aldı.
Seçimler, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) açık ara zaferi ile sonuçlandı.
3 Kasım 2002’de Yunanistan’da idim.
Yunan medyası ve siyasası büyük bir heyecan duyuyordu sandıklardan AKP çıktıkça.
Hiç olmadığı kadar meşguldü telefonum; tanıdık gazeteciler ve siyâsîler görüşlerini doğrulatmak için arıyorlardı.
Tahlillerim hayâl kırıklığına uğratıyordu kendilerini.
Onlar saf saf, AKP iktidarının Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokabileceğini duymak istiyorlardı benden.
İslâmcı(!) AKP önderliğinde Avrupa Birliği’ne girmiş bir Türkiye’nin hem İslâmî hem de Stratejik hesaplarının tamamen rafa kalkacağını, Türk’ün Yunan için tehlike olmaktan çıkacağını hayâl ediyorlardı çünkü.
Hayâllerini kırıyordum; itiraf edeyim, ayrı bir zevk de alıyordum bundan.
Hatta bir tanesini, çiçeği burnunda AKP milletvekillerinden biri ile de görüştürdüm.
Büsbütün hayâl kırıklığına uğradı.
Taze gelin misâli utangaç ve tedirgindi meşhur milletvekilimiz; konuşamıyordu.
Zaferin cesareti değil, korku ve endişe vardı ses tonunda.
Korkuyorlardı taze AKP milletvekilleri; bilhassa Millî Görüş gömleğinden soyunmuş olanlar.
Korkuyorlardı; kurmaylarının Avrupa, Amerika ve İsrail ile nasıl bir angajmana girdiklerini, kazandıkları bu zaferin faturasının ne olacağını bilmiyorlardı.
Korkuyorlardı; bu dış angajmanlara ve iç militer baskılara rağmen seçmen kitlesinin kendilerinden beklediği performansı gösteremeyecekleri, verdikleri sözleri yerine getiremeyecekleri besbelliydi.
Bizim ise bu yoldan bir beklentimiz yoktu; ve şöyle değerlendirmiştik Akademya’ya Doğru’da, Kasım 2002 Seçimleri’ni:
1- Bu seçimler şu tezimizi teyid etmiştir ki: Kemalist-Militer yapılanmayı ayakta tutan dış güçler elini çekmeye başladı ve yeni bir angajmana, bir tasfiye sürecine girdiler. Amerika ve İsrail, seçim sonuçlarının belli olmasının hemen akabinde «no problem» mesajı gönderdiler. Avrupa «yeni hükümetle çalışmaya başlamak için sabırsızlandıklarını» deklare etti. Yunanistan başbakanı Konstantin Simitis iki temsilcisini hemen Türkiye’ye gönderdi ve Tayyip Erdoğan’ı Yunanistan’a davet etti. Erdoğan da davete icâbet edeceğini memnuniyetle bildirdi. Yani hem varoluş sebebi olan hem de seksen yıldır ayakta kalabilmesini sağlayan «İslâm tehlikesi» argümanını elinden alıp derin bir boşluğa düşürdü TC’yi Batı.
2- Kemalist-Militer yapılanma, şimdiye kadar hiçbir müdâhalesini dış desteksiz yapamadığı yani Türk halkıyla birebir karşılaşmaya cesaret edemediği gözönüne alınırsa, yeni bir müdâhelede bulunamayacaktır. Türkiye’ye yönelik bu dış kaynaklı tasfiye sürecini doğru okuyarak bir tavır koyabilir, ABD-Amerika-İsrail paradigmasına meydan okuyabilir tabiî; ama hangi halk desteğiyle?! Sen, seksen yıldır bu halkın millî ve mânevî değerleriyle savaş halindesin. Millî ve mânevî değerlerinden arındırılmış, mukaddesâtından soyundurulmuş bir sözde bağımsızlıkçılık edebiyatıyla, kuru bir toprak davasıyla hangi halk desteğini arkana alabileceksin?
3- Ve şu açıkça bir kere daha isbat olundu ki: TC tarihinde görülmemiş bir büyük ekonomik buhrana rağmen, bu seçimlerde de Anadolu’nun tercihini «ekonomi» değil «İslâm» belirledi. Halk, açlığına rağmen «Ekonomik Kurtarıcı Derviş»li CHP’ye oy vermedi. Ankara merkezi ile Ege, Akdeniz ve Trakya gibi fuhuş ve şarap merkezleri dışında bütün Anadolu’da barajın altında oylar aldı CHP. ANAP, DYP, DSP, MHP ve YTP (İsmail İpekçi) gibi sistemin omurgasını teşkil eden partiler sandığa gömüldü; SİSTEMİN BELİ KIRILDI!!!
4- AKP, hem dış güçlerle, hem Kemalist-Militer yapılanma ile ve hem de seçmeni ile angajmana girmiş bir iktidar olarak her yanı boklu bir değnek alıyor şimdi eline; bakalım ilk kimin eline yüzüne bulaşacak? (4 Kasım 2002 - www.geocities.com/mustafasakaupto/maksaka26.htm)
Dört buçuk yıllık iktidarı döneminde, başta Müslüman seçmenleri olmak üzere, İsrail’i de, Amerika’yı da, Avrupa’yı da memnun edemedi AKP.
AKP’den umutlar kesildi; fakat umut beslenecek başka partilerin de kökü kesildi.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne gireceğine ve bu sayede Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük geleceğine dair umudu olan aklı başında bir Allah kulu bile kalmadı. AB konuşulmuyor bile artık; bilâkis, hiç olmadığı kadar Avrupa düşmanlığı yükseldi Türkiye’de.
Başörtüsü ile eğitim meselesini halledemedi AKP.
Müslümanlara verdiği hiçbir sözü yerine getiremedi.
Cumhurbaşkanını seçmeyi bile beceremedi.
Ve halkımız, bütün bu olan bitenler karşısında, AKP’den ziyade Kemalist - Militer yapılanmaya kinlendi büsbütün.
AKP, bu dört buçuk yıllık % 100 başarısızlığına rağmen şu anda anketlerden birinci parti olarak çıkıyorsa; halkımız, bütün olumsuzlukların kaynağının Dönme - Kemalist - Militer yapı olduğunu gördüğü içindir.
Halkımız, Dönme - Kemalist Militarizm’den nefret etmektedir!
Ve şimdi, 22 Temmuz seçimleri öncesinde havalar korkunç sıcak; taraflar soyunacak.
Kimi tehditle, kimi şantajla, kimi zevkten, kimi cezbeden, kimi Cem Hakko gibi, alkolün verdiği rehâvetle konuşacak: «Esas patron biziz, seçimden sonra görüşeceğiz! 22 Temmuz’dan sonra neler olacağını göreceksiniz, bizi azınlık görenler bu ülkedeki patronların kim olduğunu öğrenecekler. Amerika ne derse o olur. Biz ülkenin Mûsevî vatandaşları olarak patronuz. Siz işçisiniz.»
Kimi, halkı “bölücü” ve “gerici” diye ikiye bölüp topyekûn “düşman” ilân ederek varlığını sürdürmüşken 80 yıldır, Amerika’da, Amerikalılarla beraber Türkiye’yi bölme plânları üzerinde çırılçıplak basılacak; gerçek bölücünün kim olduğunu herkes anlayacak.
Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün, yahudi lobilerinde gizli kamera ile çekilmiş pornografik görüntüleri de medyaya çıkacak.
Memleketim Kastamonu’nun deyişiyle: “Daş düşebülücek, ayu çıkabülücek!”
3 Kasım 2002 seçimleri, “çıkmaz” da olsa bir “yol”du; sonrası için yorum yapılabiliyordu.
Seçimler olsa da olmasa da 22 Temmuz’da; yolun bittiği yerde, Türkiye üzerine hesabı olan dış güçlerin de katılımıyla korkunç bir hesaplaşma olacak!
Türkiye’nin önünde, bu mukadder hesaplaşmadan başka “çıkmaz yol bile yok” artık. Dönme – Kemalist – Militer Demokrasi ile buraya kadar TC!
Bundan sonra BD inşâallah!!!
25 Haziran 2007
Mustafa Saka
Aylık Dergisi 34. Sayı
25 Haziran 2007
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Blogger tarafından desteklenmektedir.