Statü, bütün savaşların sebebi ve gâyesidir.
Savaş, bir statü edinmek ve bu statüyü koruyup geliştirmek içindir.
Statü; durum, konum, yer, mevzi, mevki, mahâl ve hâl demektir.
Dilemmâ, statü kelimesinin tabiatında vardır; statik olduğu kadar dinamik de bir kelimedir.
Bir statü edinmek ve bunu stabil (istikrarlı, kalıcı, kararlı) kılabilmek için önce bir bir yere (stad, stand, stüdyo, istasyon), o yere aidiyeti belgeleyecek bir etikete (stiker) ve kimliğe (stampa), o yere ait ruh köklerine (stoa), tarih ve kültür mirasına (stok), bir ideolojik modele (standard), ideolojik eğitime (studium), ideolojik-örgütsel-kurumsal yapılanmaya (strüktür), maddî-mânevî öz kaynaklara ve insan kaynağına (stopaj), kararlı adımlara (step), lojistiğe (stepne), çileli bir çalışma ve tekâmül sürecine (staj), tahammül ve tevekküle (stoiklik), gerilime (stres), ordulaşmaya (stratos), kumandanlığa ve sevkülceyşe (strateji) ve nihâyet besmele (start) ile devletleşmeye (state) ihtiyaç vardır.
Bunlar olmadan da devletleşmek mümkündür.
Kimliksiz, kişiliksiz, istikrarsız, köksüz, birikimsiz, ideolojisiz, eğitimsiz, öz kaynaksız, yaban, atâlet içinde, tekâmül şansı olmayan, tahammül gücü bulunmayan, gerilimlere dayanıksız, ordusu teslim alınmış, komutanlarının başına çuval geçirilmiş, stratejisi halka düşmanlıktan ibaret besmelesiz bir devletin varlığı mümkündür ama muvakkattir, parçalanması mukadderdir.
Böyle bir devletin boyunduruğu altında yaşamaya mahkûm edilen bir halkın, haddinden fazla bir süre "öz yurdunda garip, öz vatanında parya" statüsünde kalmasının neticesi ise "status epilepticus"tur. «Otuz dakikadan uzun süren kesintisiz bir nöbet veya nöbetler arasında tam bir toparlanma olmaksızın iki ya da daha fazla ardışık nöbetlerle tanımlanan bir saradır "status epilepticus". Bu statü, kalıcı beyin hasarlarına sebep olur; hastanın aklî tekâmülü durur, moronlaşır.»
Tandoğan'da, Çağlayan'da, İzmir'de sokağa dökülen yığınların, bekâsını istedikleri statü de, korumaya çalıştıkları kendi statüleri de tam olarak budur: "Status epilepticus".
Bir asırdır, silâh zoruyla ve silâhların gölgesinde türlü yollarla statümüzü gaspedenler ve yaşam tarzımızı değiştirenler, saralı yığınları sokaklara döküyorlar bugün, yaşam tarzları tehlikede olduğu iddiasıyla.
Müslüman Anadolu halkının statüsünü gaspeden dönmelerden biri, küstahlıkta sınır tanımayarak şöyle yazabiliyor: «Bu ülkeye "şeriat" gelirse ben ne yaparım? Yani benim, eşimin, kızımın, annemin, kardeşlerimin hayat tarzını değiştirmeye yeltenen bir rejim gelirse demek istiyorum. Ya bu ülkeyi terk ederim. Ya da hayatımda elime silah almadığım halde, hayat tarzımı korumak için ölümüne bir mücadeleye girerim.» (Ertuğrul Özkök, 16.5.2007, Hürriyet) Savcılar uyuyor mu?! Bu bir tahriktir; iç savaş çağrısıdır! Demek her bir Anadolu çocuğunun, kendisinin, eşinin, kızının, annesinin, kardeşlerinin hayat tarzını değiştirmeye yeltenen bir rejime karşı, hayatında eline silâh almamış olsa dahî, ölümüne savaşması meşrûdur?!
Şu hâlde, kısa ama çok kanlı bir iç savaşın yaşanması mümkündür; Türkiye, böyle bir iç savaşa adım atmış bulunuyor.
Uzaktan bakınca, kan gölünü ve kızıl ırmakları hatırlatan kırmızı bayraklı meydanlar ve caddeler, aynen öyle kan akabilir. Gâvur İzmir, yanmanın ne olduğunu bilir; bir kez daha yanabilir.
Böyle bir iç savaş durumunda, bu sara nöbetine tutulmuş yığınların ve koruyup kollamaya kalktıkları epileptik statünün (status epilepticus) ve güdücülerinin îrabda mahalli olmaz!
Metaforik olarak, statü ve yaşam tarzı değişikliği diye okunabilir "irab". Şerhul Muğnî ve Avâmil'e göre, «Îrabın ne olduğunu anlamak isteyen herkesin şu yüz şeyi bilmesi lâzımdır. Bu yüz şeyden altmış tanesine âmil, otuz tanesine mâmûl, on tanesine de îrab denir. Îrab, yani kelimenin sonunun değişmesi ya harekelerle olur ya harflerle olur veya hazif ile olur. Hazif, "kaldırıp atmak, yok etmek"tir. Gayr-i mütekellim (îrabda mahalli olmayan) bir ifadeye muzaf kılınanlar, ref veya cer makamında olsa bile, fetha üzere mebnî olunur.»
İşgâlcilere gelince...
Emperyalist paylaşım savaşları öncesinde, en son Osmanlı'nın mümessil olduğu İslâm coğrafyasından ve bu coğrafyanın hinterlandından kendi rızaları ile makûl bir çekilme plânı uygulamazlarsa... Kendi dünyalarında, kendi öz kaynakları ile yetinecek yeni bir statüye razı olmazlarsa... Bizim içimizde sürdürdükleri kontrollü iç savaş kontrollerinden çıkabilir. Dünyaları başlarına yıkılabilir. Birbirlerine düşebilirler. "Otuz Yıl" ve "Yüzyıl Savaşları"nı, Amerika, İspanya ve Fransa iç savaşlarını aratacak derin savaşlarla tükenebilirler.
İşgâlcilerin ve İslâm ülkelerindeki, Türkiye'deki işbirlikçilerinin en ucuz çıkış yolu, "statu quo ante bellum" (savaş öncesi duruma geri dönmek) istemeleridir!
Mustafa SAKA
20 Mayıs 2007
(Baran Dergisi, 20. Sayı)