23 Ocak 2007

Hrant Dink’in Ardından -I- ÖYLE DEMOKRASİYE BÖYLE KATILIM

Hrant Dink’i dinliyorum…

Toprağı bol olsun; ölümünden bir ay kadar evvel, 2006’nın Aralık ayında Roj Tv ile yaptığı mülâkatta önemli şeyler söylüyor…

- Halk[lar]ın barışı?

● « - Türkü, Kürdü, Lâzı, Çerkezi, Ermenisi ve Rumu ile Türkiye’de, halk[lar] arasında barışı gerektirecek bir problem yoktur… Problem, devlet iledir; halk[lar] ile devlet arasında bir barış ihtiyacı var…»

- Türk milliyetçiliği?

● « - Türk halkı, devletin istediği kadar milliyetçidir… Devlet milliyetçiliği kontrol edebiliyor; istediği kadar yükseltip alçaltabiliyor… Fakat din öyle değil; devlet, İslâm’ı kontrol etmekte zorlanıyor…»

Bunlar önemli tesbitler…

Bu tesbitleri bir Ermeni entelektüelin ağzından duymak daha da önemli…

Otuz yıllık savaşa, kırk bin kurbana ve devletin bütün bölücü çabalarına rağmen bir Türk-Kürt savaşı olmamışsa, bu ancak İslâm bağıyla izah edilebilir…

Sadece müslüman Türk ile Müslüman Kürt arasında değil, Ermenisi ve Urumu da dahil; İslâm, Anadolu halk[lar]ının barış kaynağı ve bir arada yaşama bağı olmuştur…

Yani TC, İslâm'ı istediği gibi kontrol edemediği için, aslında milliyetçiliği de tam isediği gibi kontrol edemedi; “milliyet” duygusunu İslâm’dan arındırıp büsbütün şövenist “Atatürk Milliyetçiliği” kalıbına dökemedi, dökemiyor…

Hrant Dink’e sıkılan kurşun, aslında bir bumeranktır; dönüp TC’yi ayağından vurmuştur…

Bu son kurşun değil, ilk kurşundur; bundan sonraki kurşun diz kapağından vuracaktır TC’yi; daha sonraki kurşun genital bölgesinden; daha sonraki işkembesinden; nihâyet kâlbinden ve alnından…

Önemli bir ayrıntıdır; Hrant Dink gibi ensesinden vurulmayacaktır TC!..

Hasad zamanıdır; ekilen biçilmeye başlamıştır…

“Doğrudan Demokrasi” de diyebiliriz buna…

Hrant Dink’in katili, Türkiye’nin yönetimine doğrudan katıldığı için; yani yaptığı işte herhangi bir suç unsuru, yüz kızartıcı bir yan görmediği için büyük bir gönül rahatlığı ile yapmış işini; bu yüzden suç(!) aleti olan silâhı ile, eşgâlini ele verecek beyaz beresini kaybetme ihtiyacı da duymamıştır…

Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni bile bu gerçeği anlamış, ilk günün heyecanı ile attığı “Katil Vatan Hâini” manşetinden sonra, 23 Ocak Salı günkü yazısında, “İktidarımızı büsbütün kaybetmektense, nasıl paylaşabiliriz acaba?” sorusuna cevap aramaya başlamıştır:

● « - Beni işte bu ruh hâli korkutuyor. Örgüt olsa, devletin istihbarat birimleri, güvenlik güçleri onu çökertir. Ama burada neyi çökerteceksiniz? Mahalleyi veya bir şehri mi? Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız.»

Bu ülkenin gençleri düne kadar devlet istediği zaman, devletin istediği şekilde, devletin istediğine, devletin istediği kadar “kontrollü” kurşun sıkıyordu…

Ertuğrul Özkök ve iktidarın diğer gizli-açık sahipleri bu “kontrollü savaş”tan hiç rahatsız olmuyorlar; kardeş kanından beslenip gidiyorlardı…

Fakat, devlet istediği zaman, devletin istediği şekilde değil; bilâkis devlete rağmen ülkenin yönetimine ortak olma iradesidir Ogün’ün tavrı…

«Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız.» diyen adam, empatiden anladıkları ne ise, aynı yazının sonunda:

● « - Çok ciddi bir “varoş psikopatlığı” hepimizi tehdit ediyor.»

Diye eklemeden edemiyor…

Vampirler empati kuramaz, fakat vampirlerle empati kurulabilir; korkudan saçmaladıklarını anlamak zor değil…

Ogün, bir “varoş psikopatı” değildir…

“Varoş psikopatlığı” olsaydı mesele, “o varoşlardan birini başbakan edelim, biz gene gemimizi yürütelim” formülü tutardı…

Problem(!), varoşlarda ülkeyi yönetme irâdesinin belirmesidir; halkın, yönetime doğrudan katılma irâdesinin beyânıdır…

Ülkeye düşman bellediği isimlerden Hrant Dink’in ensesine kurşunu sıkan Ogün, devletin bugüne kadar yaptığından farklı bir şey yapmış değildir…

Kaygıya mahâl yoktur; “psikopat” Ogünler devlet kadar kana doymaz canavarlar değildir…

Ogünlerin, devlet kadar katliam yapmayacağı, devlet kadar kan akıtmayacağı bellidir.

Ogünlere kalsa, ülkeyi devletten daha iyi yönetecekleri; akacakları doğru mecrâyı bulmakta, hakikate teslim olmakta gecikmeyecekleri kesindir…

Evet, bir doğrudan demokrasi örneğidir Ogün; 17 yaşındaki bir gencin, ülke yönetimine “doğrudan katılım”ıdır…

Bir İsviçreli, “Bu ne biçim doğrudan demokrasi, bu ne biçim doğrudan katılım?!” diye sorabilir…

Haklıdır…

Fakat, TC yetkililerinin ve kandan beslenen Özkök emsâli vampirlerin böyle bir soru sormaya hakları yoktur!..

Yok illâ soracaklarsa, alacakları cevap şudur: Öyle demokrasiye böyle katılım!!!

(Devamı gelecek…)

mim.saka@googlemail.com

RSS feed Twitter.
İsim: Email:

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.