9 Kasım 2006

UNSER PAVILLON -II. Perde-

Bizim Konak - Unser Pavillon

[Üstad Necip Fazıl’ın “Ahşap Konak” isimli tiyatro eserinden aplike edilmiştir.]

2 PERDELİK TİYATRO OYUNU

.

II. PERDE

Konağın 2. katı...

Aynı şekilde büyük bir salon...

İki yanda iki kapı...

Arkada, merdiven başında, panjurları yarı açık bir pencere...

Koltuklar, masa ve sandalyeler...

Sahne boş...

Merdiven çıkan iki insanın ayak sesleri...

Alt kattan yukarıya çıkan Yüksel ve Hüdâi Dede salona giriyorlar...

Yüksel, dedesinin koluna girmiş...

Kapılardan biri açılır; Belkıs ve arkasından üç kumarbaz tipli adam...

Belkıs bir iki adım attıktan sonra babasını görür ve donakalır...

Hüdâi Dede Yüksel’in kolunda; diğer elindeki bastonunu Belkıs’a doğru kaldırarak...

HÜDÂİ DEDE: - (Yüksel’e...) İyi, bari bunların pisliği gürültüsüz...

BELKIS: - Beni misafirlerimin yanında mahcup etme baba!

HÜDÂİ DEDE: - Kumar diye, başkasının parasını almaktan utanmayanlar mahcup olur mu?

BELKIS: - Lütfen baba! Gençlere kızıp hırsını benden alma!

Üç kumarbazdan ikisi, başlarıyla Belkıs’a selam verip salondan çıkarlar...

Merdivenlerden hızla inen ayak sesleri...

Belkıs, cebinden mendilini çıkarıp gözlerini siler; ağlıyor...

HÜDÂİ DEDE: - Gece gündüz kumar, içki, etrafında bir sürü adam... Ne olacak senin bu hâlin? Elli yaşına geldin; ne vakit uslanacaksın, bilmem ki?!

Belkıs ağlamaya ve mendiliyle gözlerini silmeye devam ediyor...

BELKIS: - (Ağlamaklı; yanındaki kumarbaz tipli adama...) Şunun söylediklerine bak Kemâl! Elli yaşındaymışım, kumar, içki ve yabancı adamlar arasında yuvarlanıyormuşum...

KEMÂL: - Üzülme sen canım; sen elli değil, henüz kırk sularındasın... Kadın bu yaşta kadındır...

HÜDÂİ DEDE: - (Yüksel’e...) Bak; sözlerimde, yaşından başka düzeltecek bir şey bulamıyor... Babasının yanında kızına “canım-manım” diye hitap etmeye de hiç utanmıyor...

KEMÂL: - (Hüdâi Dede’ye...) Beyefendi, biz birbirimizi seviyoruz... Aramızda sözlendik... Yakında evleneceğiz...

BELKIS: - Evet baba! Evlenip Lozan’a yerleşeceğiz biz... Kemâl güzel bir ev buldu Leman Gölü’nün kıyısında... Evin alt katını emlâk şirketi yapacak... Ben de bu konaktan payıma düşenle ortak olacağım Kemâl’e...

Durak...

HÜDÂİ DEDE: - (Kızına dönerek...) Belkıs!

Belkıs başını doğrultup bakar...

Kumarbaz Kemâl ve Yüksel de dikkat kesilmişlerdir...

HÜDÂİ DEDE: - Konak hakkındaki son kararımı bildiriyorum: Ben ölmeden, bu konağı satamazsın!!!

BELKIS: - Fakat baba!..

HÜDÂİ DEDE: - Fakat makat yok! Değil iki milyon, Kırk Harâmiler’in hazinelerini de verseler sattırmam! Ben ölmeden bu konağı satamazsınız! (Belkıs’a ve Kemâl’e bakarak...) Anladınız mı?

KEMÂL: - Anladım efendim... Fakat zaten bana söz düşmez... Ben sadece iki milyonluk harika bir teklif getirdim... Satıp satmamak (Belkıs’ı göstererek...) Hanımefendi’ye düşüyor...

HÜDÂİ DEDE: - Hanımefendi’ye değil, bana düşer! Anlaşılan size kumar oynayacak para lâzım... Bu konağı kendi ellerimle cayır cayır yakarım veya adam gibi bir aileye bedava veririm fakat size sattırmam! Anladınız mı?!

Hüdâi Dede döner, sol kolunu Yüksel’e verir, beraber üst kata çıkarlar...

Belkıs ve Kemâl şaşkın, arkalarından bakarlar...

Kemâl, gayet lâubâli bir şekilde Belkıs’ı kolundan tutarak sahnenin önüne götürür...

KEMÂL: - Gel şöyle geçelim canım... Vereceğimiz çok önemli kararlar var; konuşmamız lâzım.

Belkıs ve Kemâl, sahnenin ön kısmındaki iki koltuğa karşılıklı otururlar...

KEMÂL: - Bu konağı mutlaka satmalısın Belkıs!

BELKIS: - Mümkün değil! Gördün ya; kökünden kesip attı...

KEMÂL: - İki milyon ne demek biliyor musun sen? İki milyonla birkaç tane emlâk alım satımı yapsak, bir iki ayda on milyondan fazla paramız olur...

BELKIS: - Tamam da; satmaya razı etsek bile parasını bize mi verecek?

KEMÂL: - Aptal olma Belkıs! Hele bir satılsın; ondan sonrasını bana bırak sen...

BELKIS: - Satmıyor işte! Yakarım da satmam diyor; ne yapalım?

KEMÂL: - (Ciddi ve korkunç bir yüz ifadesiyle...) Kolayı var o zaman...

BELKIS: - (Endişeli bir yüz ifadesiyle...) Ne kolayı?!

KEMÂL: - İki milyonu direkt senin hesabına yatırtacak kolay bir yol... Tertemiz bir iş...

BELKIS: - (Daha da endişeli ve korkulu bir yüz ifadesiyle...) Ne demek istiyorsun sen Tekin?!

KEMÂL: - Korkma, dedim ya tertemiz bir iş... Annene ve babana her gün yaptığın kâlp iğneleri var ya...

Belkıs “ayyy” diye hafif bir çığlık atıp elleriyle yüzünü kapatıp ayağa kalkar...

Kemâl, Belkıs’ı seyrediyor...

Durak...

Kemâl, Belkıs’ın kollarından tutarak yerine oturtur...

KEMÂL: - İndir ellerini yüzünden; bana bak!

Belkıs ellerini indirerek Kemâl’e bakar...

KEMÂL: - (Tane tane, hipnotize edercesine etkili bir ses tonuyla...) Bunu yapacaksın Belkıs! İki milyonu alacağız!.. Gideceğiz buradan... Evleneceğiz!.. Leman Gölü’nün kıyısında harika bir evimiz olacak... Orada büyük bir emlâk şirketi kuracağız! Harika bir hayat yaşayacağız! Sadece sen ve ben!..

BELKIS: - Yapamam! Annemin ve babamın katili olamam! Her gece rüyalarıma girer; çıldırırım!.. Hem polis, doktor, mahkeme... Sonra hapis... İsviçre burası; hemen anlarlar...

KEMÂL: - (Belkıs’ın yüzüne yaklaşarak...) Bırak bu boş lâfları, aptal! Bana güven! Yaşayacağımız hayatı düşün! Sen ve ben! Duyuyor musun; sadece sen ve ben!!!

BELKIS: - Sen bana kaç sene daha daha dayanabilirsin ki? Oğlum yaşındasın...

KEMÂL: - Ölene kadar Belkıs! Yaşın ne önemi var ki!..

BELKIS: - (Kendi kendine...) Allahım, ne kadar iğrencim ben!..

KEMÂL: - Aptallaşma Belkıs! İğrenç olan, senin gibi modern bir kadının (Eliyle tavanı göstererek...) şunların baskısı altında yaşaması! Özgürlük senin de hakkın... Daha kaç yaşına kadar (Tekrar eliyle tavanı göstererek...) bu morukların baskısı altında yaşayacaksın? Sana bütün hayallerimi veriyorum ben; gençliğimi veriyorum... Yeni ve zengin bir hayat... Özgürlük...

BELKIS: - Yapamam Kemâl, lütfen üstüme gelme!..

KEMÂL: - Ne yapmanı istiyorum da senden, “yapamam” diyorsun?

BELKIS: - Annemle babamı iğneyle zehirlememi...

KEMÂL: - Hayır Belkıs! Anneni, babanı iğneyle zehirle filân demiyorum sana!..

Belkıs şaşkın...

Aptallaşmış bir yüz ifadesiyle Tekin’e bakıyor...

Durak...

KEMÂL: - Periyodik olarak damarlarına sıktığın kâlp ilâçları var ya, morukların...

BELKIS: - (Aynı şaşkın yüz ifadesiyle...) Eee?

KEMÂL: - İşte yarın, enjektörlere o ilaçları koymadan, boş iğneyi damarlarının içine sıkacaksın. Hava sıkacaksın... Hava... Zehir değil!

BELKIS: - (Aynı şaşkın yüz ifadesiyle...) Eee, ne var ki bunda?

KEMÂL: - Bir şey yoksa, yap o zaman!

BELKIS: - Herhâlde bir bildiğin var senin!..

KEMÂL: - Bildiğim şu: Sen iğneleri yaptıktan biraz sonra ikisinin de kâlbi aniden duruverecek... Ne zehir, ne yara, ne de başka bir iz... Hıh... Burası İsviçreymiş, hemen anlarlarmış... Sana garanti veriyorum Belkıs; dünyanın en büyük doktoru gelse, beyinlerini yarıp incelemeden bir şey anlayamaz!..

BELKIS: - Korkunç!..

KEMÂL: - Yapacaksın değil mi?

BELKIS: - Yapamam!..

KEMÂL: - Yapacaksın! Bir hemşirenin doktoru dinlediği gibi beni dinleyeceksin ve yapacaksın... Hem de bu gece!..

BELKIS: - Yapma Kemâl! Yapamam!.. O an, iğneyi batıramadan heyecandan düşüp ölebilirim...

KEMÂL: - Eroin yatıştırır seni... Önce kendine sıkı bir doz eroin yaparsın!..

BELKIS: - İstanbul’da bir dairem kaldı Kemâl; onu satarız... En az 300 bin eder... Onunla kurarsın emlâk şirketini...

TEKİN: - Saçmalama! O kadarcık şey bizim eroin ve kumar paramıza yetmez!

Sessizlik...

Belkıs ağlıyor...

Durak...

Merdivende bir ayak sesi...

KEMÂL: - Sus, birisi geliyor...

Aysel salona girer...

KEMÂL: - (Aysel’i hiç görmemiş gibi davranarak, Belkıs’a...) Evet Belkıs, haklısın; şu üç katlı konakta, üç farklı nesil artık yaşayamaz oldu...

AYSEL: - (İkiliye yaklaşır...) Doğru, ben de bunun için geldim. Satılsın! Parasını paylaşalım ve herkes payına düşene razı olup kendi yoluna gitsin!.. Ben de payıma düşen parayı alıp Tekin’le ayrı bir eve çıkmak istiyorum anne... Bıktım artık burada, morukların baskısı altında yaşamaktan...

Merdivenlerden yukarıya çıkan kalabalık ayak sesleri...

1. Perde’deki genç kızlar ile genç erkekler ve Tekin 2. katın Salonuna doluşur...

TEKİN: - Neredesin Aysel?

BİRİNCİ GENÇ KIZ: - Birden kayboldun...

İKİNCİ GENÇ KIZ: - Merak ettik seni...

ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ: - Evet merak ettik...

BİRİNCİ GENÇ ERKEK: - Seni değil, evi merak ettiler...

İKİNCİ GENÇ ERKEK: - Ben şahsen kaç kere geldiğimi hatırlamıyorum buraya, ama ilk defa çıkıyorum 2. kata.

BİRİNCİ GENÇ KIZ: - Evet, evi merak ettik n’olmuş?..

İKİNCİ GENÇ KIZ: - Ay ben de çok merak ediyorum. Bütün evi dolaşmak istiyorum.

ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ: - Özellikle 3. katı... N’oolur Aysel, yukarıya da çıkart bizi...

TEKİN: - Tutturdular, hadi yukarı çıkalım, geri kafalı morukların katını da görelim diye...

Tam bu esnâda Yüksel girer salona...

Son söylenenleri duymuştur...

YÜKSEL: - (Kızgın...) Siz yükselmek değil alçalmak istiyorsunuz... Çamurlu kâlplerinizle orayı da kirletmenize izin veremem! Aslınıza dönmeye, temizlenip arınmaya niyet etmeden çıkamazsınız yukarıya! (Belkıs’a dönerek; aklına yeni gelmiş gibi telâşlı...) İkisi birden rahatsızlandılar anne... Hemen iğnelerini yapman lâzım! (Genç kızlara ve genç erkeklere dönerek; sinirli...) Siz de lütfen aşağıya inin! Hemen!!! (Belkıs’a dönerek...) Hadi Anne; çabuk ol!..

Belkıs, iğneleri hazırlamak üzere salondaki dolaba yönelir...

Yüksel, geldiği gibi telâşla yukarıya çıkar...

Genç kızlar ve genç erkekler kendi aralarında fısıldaşarak aşağıya inerler...

Belkıs arka plânda, profilden, iğneleri hazırlarken görülmekte...

Kemâl, Belkıs’a birşeyler fısıldayarak yan odaya geçer...

Aysel ve Tekin sahnenin ön kısmında...

TEKİN: - Bu konakta huzur kalmadı Aysel...

AYSEL: - Sana ne? Sen burada yaşamıyorsun ki!

TEKİN: - O ne biçim söz Aysel? Biz nişanlı değil miyiz? Ben hergün senin için burda değil miyim? Senin derdin benim de derdim değil mi?

AYSEL: - Ama ben usandım artık Tekin... Beş yıldır beni oyalıyorsun?

TEKİN: - Ne demek istiyorsun Aysel, beş yıl ne ki? Daha flört etmemiz lâzım, birbirimizi tanımamız lâzım...

AYSEL: - Yalancısın sen! Beni kandırıyorsun...

BELKIS: - (Komodinin üzerinde, arkası dönük, iğneleri hazırlarken, kendi kendine...) Allahım, sen bana yardım et!

TEKİN: - (Belkıs’a duyurmak ister gibi yüksek sesle; Aysel’e...) Biliyor musun, anneciğimiz mükemmel iğne yapıyor Aysel...

AYSEL: - (Aysel, bir Tekin’e, bir annesine bakar... Annesine bakarken, îmâlı...) Biliyorum... (Aysel, aniden aklına gelmiş gibi, Tekin’e...) Peki, sen nereden biliyorsun? Seni de mi alıştırdı yoksa eroine?

TEKİN: - Daha neler?! Ben bir futbolcuyum... Sporcu adam eroin kullanır mı?

AYSEL: - Sporcu adam kumar da oynamaz! Kumara hemen alıştın ama... Her gece kumar masasındasın... (Durak... Kızgın...) Hadi, aşağı inelim... Çocukların yanına...

Tekin Aysel’e cevap vermeden birkaç adım gerisinden takip eder...

Aysel ve Tekin beraber salondan çıkarlar...

Kemâl, yan odadan salona girer, Belkıs’ın yanına gider...)

KEMÂL: - Ya şimdi yaparsın veya hiç... Eğer yapmazsan bir daha hiç göremezsin beni Belkıs! Şimdi gidiyorum...

Kemâl, hızla salondan çıkıp gider...

Belkıs, elinde şırıngalar...

Dehşetli bir yüz ifâdesi...

BELKIS: - (Seyircilere doğru...) Yapacağım! Onlar da kurtulacak, ben de...

Belkıs da salondan çıkar...

Bütün ışıklar söner...

Koro, karanlıkta sahnenin ortasında yerini alır...

Işıklar tekrar yanar...

Korodan sırası gelen üç adım öne çıkarak repliğini söyler ve olduğu yerde kalır...

1. SOLO: - Onlara (Elleriyle tavanı işâret ederek...) n’oldu; öldüler mi diye merak etmeyin... Hüdâi Dede ve hanımı Hatice Nine, bugün değilse, yarın muhakkak ölecekler... (İşâret parmağını seyirciler üzerinde gezdirerek...) Siz de öleceksiniz!

2. SOLO: - Evet (İşâret parmağını seyirciler üzerinde gezdirerek...) siz, bizi merak edin! Onlar, ilk kuşak (Elleriyle tavanı işâret ederek...) Avrupa’ya geldiler, işçi veya dönerci oldular... Helâlinden para kazanmaya çalıştılar... Güçleri bu kadarına yetti...

3. SOLO: - Fakat, daha fazla para kazanalım derken bizi unuttular...

4. SOLO: - Hayır bizi unutmadılar aslında! Fakat yeteri kadar ilgilenemediler bizimle... Bilemediler...

5. SOLO: - Köyden kasabaya bile inmemişken çoğu, Avrupa’nın göbeğinde buldular kendilerini... Şaşırdılar, sersemlediler... Bilemediler böyle olacağını...

6. SOLO: - Bu böyle olmaz diyebilenleri de oldu... Toplanıp kendi aralarında, câmiler açtılar imkânları elverdiğince...

7. SOLO: - Bu böyle gitmez deyip câmilere gidenlerden bir kısmı da, bizleri câmiye göndermeyi ihmâl ettiler...

8. SOLO: - Çoğu câmiye de gönderdi bizi, öğrenelim diye dinimizi... Fakat okuldaki derslerimizle ilgilendikleri kadar ilgilenmediler câmideki derslerimizle...

9. SOLO: - Ve câmiler... Ah câmiler... Boş kaldı çoğu, doldurulamadı hem madden hem de mânen... Câmiler hayatımızın merkezi olamadı...

10. SOLO: - Hele sokaklara hiç taşamadı câmiler... Hiç taşamadık sokaklara câmilerden... Câmiden bir ruh taşıramadık sokaklara... Câmiden bir mâna taşıyamadık sokaklarda...

11. SOLO: - Câmiden bir ruh ve câmiden bir mânâ kuşanamadık... Donatamadık evimizi, sokağımızı, mahallemizi ve hattâ câmimizi cemaat ruhuyla...

12. SOLO: - Kurtuluş yine de câmide!!!

KORO: - Kurtuluş hep câmideydi, yine câmide...

Biz yeni nesil; câmilerde İslâm nuruyla donanmış olarak ve cemaat

ruhuyla dolarak, girdiğimiz her yeri insanlık onuruyla dolduracağız!

Gittiğimiz her yere insanlık ve esenlik götüreceğiz biz!..

Biz, yeni nesil, (Elleriyle tavanı işâret ederek...) 3. katta öldürülmeye çalışılan

bu rûhu, bütün evlere ve bizden sonrakilere eksiksiz nakşedeceğiz!

Dinimizi sırtımızda bir kambur gibi değil; İslâm’ı alnımızda bir güneş gibi

taşıyacağız biz!

Dünyayı yine biz döndüreceğiz!!!

Verstehen sie uns?!

-------------------------- PERDELER KAPANIR --------------------------------

Aplikasyon: Mustafa Saka

10 Kasım 2006 - Weinfelden

RSS feed Twitter.
İsim: Email:

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.