“Sünnet ve cemaat ehli” üzerine titizlenen yazılarıyla tanıdığımız, bu yüzden sevdiğimiz Muhterem Ebûbekir Sifil Hoca geçtiğimiz ay İsviçre’deydi.
Yolu bizim kasabanın camisine de düştü ve bu vesîle ile tanıştık, konuştuk…
İsviçre’de bir Millî Görüş câmisinde yaşadığı bir hâdiseyi anlattı; vaazında, eğitimin ehemmiyetini anlatan seyler söylerken, caminin imamı olan Diyânet emeklisi müftü efendi heyecanla kalkmış, “merak etmeyin biz cemaate eğitim veriyoruz hocam” demiş, “Mevdudî’nin Tefhîm-ul Kur’an’ını okuyoruz cemaatle”…
“Kollarım böyle iki yana düştü, dilim tutuldu, ne diyeceğimi bilemedim” diye anlattı inkisârını Ebûbekir Hoca…
Konuşmasının bir yerinde, Ebûbekir Sifil Hoca da benim kollarımı aynen öyle iki yana düşürdü…
…
Türkiye’de, Millî Görüş başta olmak üzere bütün parti pırtı cemaat(!) hareketlerinin arkasına sığındıkları bir yalan var; “aslında biz neler yapacağız ama ordu bırakmıyor” diyorlar.
Yalan!
Bunun yalan olduğunu anlamak için şu cemaatin hâl-i pür melâline bir nazar etmek yeter.
Hemen bütün parti pırtı cemaatler, 40, 30, 20, en yenisi 10 yıldır örgütlü(!) burda.
11 Eylül’e kadar herşey serbestti Avrupa’da.
O kadar serbestti ki, bu serbestliği, bir bina satın alıp kapısına “İslâm devleti” tabelâsı asarak harcadılar.
Kaplancılara haksızlık etmemek lâzım; çoğu cemaat câmileri, istiklâlini ilân etmiş bir devlet havasındaydı.
Şeyhülislâm tiranlıkları…
Fetvâ krallıkları…
Hocaefendi prenslikleri…
Abi beylikleri…
Tahribat şeyhlikleri…
Helâl et çiftlikleri…
Siyâset kalpazanlıkları…
Tesettür defîlesi kavatlıkları…
İslâmî holding sahtekârlıkları…
Beş yıldızlı İslâmî tatil saçmalıkları…
“Türbanı biz çözeceğiz” masalları…
“Büyük Türkiye” mavalları…
“Devlet ayrı, rejim ayrı” câhillikleri…
Müslümana “terörist”, TSK’ya “ordumuz” hâinlikleri…
“Önce nefsimizi terbiye edelim” hinlikleri…
“Kurbanınızı biz keselim” cinlikleri…
“Hac turizmi” çiylikleri…
“Dar-ul Harb’de herşey mübahtır” pislikleri…
Bozuk itikad habislikleri…
“Kaba softa – ham yobaz”, hâin, münâfık, ahmak ve câhil soyunun yalanları dolanları ve daha neleri ve neleri…
Türkiye’de, önümüze ordu duruyor diye yapamadıkları bunlarmış demek…
Bu iş için çok para lâzım; İslâmî holdingler kurarak iktidarı ele geçireceğiz diye toplanan paraların büyük kısmını CIA, MOSSAD, MAFYA ve TSK paylaştı...
Bir kısmı toprak ve taş olmuş ölü yatırımlar hâlinde yatıyor…
Teşkilât başları ise % 5-10 “hano”yu daha baştan kapmışlar; 11 Eylül evvelinin “Şeyhülislâm” müsveddesi gibi havuzlu mavuzlu villâlar yapmışlar, her birine helâlinden(!) birer karı kapatmışlar, İslâmî(!) hayat yaşıyorlar şimdi.
Şu zavallı cemaatin hâli ise, zerre mübâlâğa yok, aynen şu: El elde baş başta, geçim darda, kız barda, oğlan hovarda; bir köyüm vardı gerçi orda, lâkin o da ancak mezarda…
Bu başlar müslümansa; bu müslümanların müslümanlara yaptığı kötülüğü gâvur yapmaz!
Muhakkak istisnâlar vardır (Kein Regel ohne Ausnahme); onları tenzih ederim, lâkin istisnalar da kaideyi bozmaya yetmiyor, yetse zâten ona istisnâ denmiyor.
Türkiye’de başörtüsü yasağı var ve sen bunu çözemiyorsun; “efendim, önümüzde ordu var”!
Pekâlâ!
Avrupa’da başörtüsü serbestti, 11 Eylül’den sonra da hâlâ serbest; kızlarımızı Türkiye’den Avrupa’ya getirip okutalım diye bir çözüm(!) önermiyorum, fakat Avrupa’da yaşayan müslümanların kızları niye başörtüsüyle gitmiyor okullara?
3 yaşından itibaren ele aldığınız, câmilerde iyi kötü on yıl Kur’an ve ilmihâl öğrettiğiniz kız çocukları yaşları 13’e gelince niçin ve nasıl kayıyorlar elden?
Erkek çocukları kezâ, niçin ve nasıl topçu, popçu, hapçı ve hiphopçu oluyorlar?
Türkiye’de özel İslâmî okullar açmak yasak; “efendim, önümüzde ordu var”!
Pekâlâ!
Nerede, Avrupa’nın belli, başlı şehirlerinde açılmış olan özel İslâm kolejleri?!
Parti pırtı cemaat gazetelerini cemaat okumuyor.
Cemâatin çocukları ise, bu gazeteleri bile okuyacak kadar Türkçe bilmiyor; ne Türkçe biliyorlar ne Almanca, ikisinden birer tutam Tarzanca konuşuyor çocuklar…
Hoş, cemâat okusun derdinde değil başlar; cemâat abone olsun, para versin.
Cemâat, bunların gözünde sağmal inektir; sadece para versin!
Cemâatin verdiği milyonlar metruk fabrika binâlarına yatırılsın, bütün yatırım sadece binaya yapılsın, cemâatin sadece gözleri boyansın; oh ne güzel, milyon euroluk lüks câmilerimiz var diye hava atılsın…
Köyden, kasabadan getirilen Diyânet emeklisi imam efendinin namaz kıldırmaktan başka bir vasfı olmasın; bir nevî kaçak işçilik yapsın; peki 500 euroya muhtaç bir adam nasıl emr-i bi’l mâruf ve nehy-i ani’l münker yapsın?!
Çok mu ağır yazıyorum?
Sanmıyorum; muhterem M. Şevket Eygi bundan daha ağır şeyler yazıyor hergün Millî Gazete’de.
Millî Gazete’de yazdığı için zâhir, hiç üstüne alınmıyor Millî Görüşçüler; cemâat de okumuyor nasıl olsa...
[Yeri gelmişken Sayın M. Şevket Eygi’ye bir soru sormam lâzım: Sayın Eygi “kaba softa – ham yobaz, hâin, münâfık, ahmak ve câhil” soyundan değildir. Sünnet ve cemâat ehli hassâsiyetine sâhiptir, dinî bilgisi yerindedir, kültürlüdür, zevklidir, edeplidir, medenîdir… Gelgelelim, en azından Galatasaray mezunu bir kişi
, nasıl olur da “devlet ayrı, rejim ayrı” diyebilir? Rejimi yıkmak, devleti yıkmanın aynı olduğu gibi; devleti yaşatmak, rejimi yaşatmanın aynı değil midir?]
…
“Efendim, önümüzde ordu var”!
Yalan!
Bu mâzeretin arkasına sığınıp da hâli ve hâlini meşrûlaştırmaya çalışan her parti pırtı ve cemâat yalancıdır!
Doğru, önümüzde ordu var!
Bunda samimiysen, sen de ordulaşmaya bak!
Samimiyetin ölçüsü budur!
Hiç olmazsa oturduğun yerde otur; böyle bir derdi ve gayreti olanlara dua et!
Türkiye’de, arkasında ordusu olmadan, bir “rejim sorunu” olan türbanı ve diğer meseleleri mecliste çözeceğini söyleyen herkes yalancıdır, sahtekârdır, kalpazandır.
“Yalan”a millîlik kazandırmış adamlarının partisi de, pırtısı da, stratejisi de ve tabiî gazetesi de yalandır; “Millî Yalan”!
“Bir kurtlu peynir gibi ortasından kestiğim;
Buyrun maktaından seyredin, işte evim!”
Üstad Necip Fazıl’ın bu mısralarının sonunu “işte eserim” diye okuyup, özür mâhiyetinde kendi ipini kendi çekmesi, sandalyesini kendi tekmelemesi, harakiri yapması, ne bileyim utancından yerin dibine batması, hiç olmazsa gözden ırak kalması gereken adamlar; kalkmış, “2007’deki seçimlerde nasıl bir strateji izleyelim?” diye istişâre(!) toplantıları yapmaktaymış.
İşte bunu duyunca Ebûbekir Sifil Hoca’dan, kollarım böyle iki yana düştü; dilim tutulmadı tabiî, diyeceğimi dedim…
Mustafa SAKA
mim.saka@googlemail.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Blogger tarafından desteklenmektedir.