2002 yılında, Sinami Orhan Beyefendi’ye yazdığım, o vakit Doğu Strateji ve Akademya web sayfalarında “Bir Siyâsî Mültecî Mektubu” başlığı ile yayınlanan bir mektub... Yaramıza tuz basmak niyetine…
Selam ile...
Değerli dostum; kıymetli mektubunuza cevaben hasbihal babında birseyler yazmak istiyorum, derli toplu bir kemmiyet arzetmeyebilir; affola...
Buraya geldiğim ilk günlerde, çok hürmet ettiğim bir sarıklı zat bana iki önemli şey öğretti. Birincisi Asr-ı Saadetten göz yaşartıcı bir sahne: İlk muhacir sahabilerden bir sahabi mültecilik şartlarına dayanamıyor ve bileklerini keserek intihar ediyor... Sahabi intihar eder mi?! Ama Allah Resulü tarafından cennetlik olduğu müjdeleniyor... İkincisi -Mustafa Sabri Efendi Hazretleri ile beraber buraya hicret etmiş ve burada ömrünün sonuna dek İslam alfabesi ile talebe yetiştirmiş, keramet sahibi bir velinin ağzından naklen- şuydu: ‘Bu millete güvenmeyin, haindirler!’
Velhasıl, mültecilik, zannedilenden de zor; hele müslümansanız hem cüzzamlı hem aidsli muamelesi görüyorsunuz; hele şu son süreçte... Buraya ayak bastığımdan beri ısrarla üzerime terör örgütü üyesi damgası vurulmaya çalışılıyor; geride böyle bir eser bırakmadığım halde, -yakinen bildiğiniz üzere- 86’dan beri -iyi kötü- sadece yazmak ve konuşmakla sınırlı faaliyetime rağmen... Koca bir devlet, kocaman bir birlik, koskoca bir dünya elinde küt bir kalemden başka bir şey olmayan bir kişiye raporlarında ‘tehlikeli (=epikindinos)’ diye yer verip üstünü çiziyor; Üsame bin Ladin ben olmadığıma göre, ya paranoyak veya megalomanyak olmam için fevkalâde müsait bir vasat...
Turkêvo (Türkleşmek, Türkleştirmek), Turkokratîa (Türk egemenliği), Turkokratûme (Türk egemenliği altında olmak), Turkokratûmenos (Türk egemenliği altında olan), Turkolôi (Türk gürûhu), Turkopatimênos (Türk çizmesi altında olan), Turkôpiasma (Türk tohumu), Turkôsporos (Türk tohumu), Turkâla (Aşağılık Türk), Gînome Tûrkos (Türk olmak; mec. çok öfkelenmek), Othomanôs (Osmanlı; mec. Türk=Müslüman)... Kelimeler milletlerin hâfızasıdır... Ne diyordu Bayan Karen Fogg: Her gün bir çok şey değişiyor (AGSP, Kıbrıs), ama bazı temel problemler duruyor: Devlet, İslam korkusu... Ne AB, ne de ABD, Türkiye’ye kendi tarihinin hakkından gelmekte nasıl yardım edebilecekleri konusunda ipucuna sahip... Güzel bir deyim var; Fovâte o Yânnis to theriô ke to theriô to Yânni... Motomot tercümesi: Yannis canavardan, canavar Yannis’ten korkuyor... Türkçesi: Gölgem benden korkar ben gölgemden... İstiklâli reddi miras şartıyla bağışlanmış bir devletin maziyi hatırlar ve hatırlatır tutumlar takınması kabul edilemez bir durum; yerden göğe kadar haklı Fogg... Peki Batı’ya kendi tarihinin -korkularının- hakkından gelmekte kim nasıl yardım etsin? Batı da bu mânâda reddi miras etmedi mi; lâiklik, bütün dinlere eşit mesafede durmak değil miydi? Büyük Tavros, boynuzları kırılıverince Haçlı seferi (stavroforîa) ilân edivor... AB, ’noluyoruz?’ diyeceğine, kutsal ittifakta yer alıyor; Doğu’ya yüz yıldır en hakiki mürşidin bilim olduğunu telkin eden Batı kutsala sarılıyor... AİHM’nin başörtüsüyle eğitimi insan haklarından saymaması (Kürtçe eğitim?), RP’nin kapatılmasını onaylaması (HADEP?), bir yazar olarak bana terörist muamelesi yapılması (Kullandığı silahın çapı küçük diye terörist sayılmayan F. E.?); galiba problem ilm-i siyasetin sınırlarını aşıyor, psikopatolojinin ilgi sahasına giriyor...
İlm-i siyaset?!
Hatırlarsın, bir Ankara seyahatimizde, Hatip Dicle’nin ‘bizi niçin destekliyorsunuz sualine’, ‘sizi hallederlerse sıra bize gelecek de ondan’ demiştik. Beklediği cevap bu değildi ki pek hoşnut olmamıştı, şimdi neler düşünüyor acaba, merakımı mûcib; samimiyet izhar etmiştik oysa... Bugün de samimi olarak ABD-İsrail saldırganlığına karşı AB’yi bir dalgakıran güç olarak görüyorum; kendisi öyle olamadığı halde henüz... Ülkede yeni bir tezgah hazırlanıyor; hedef müslümanlar; argüman milli değerler, bağımsızlık vesaire; ve tabii düşman AB... Kemalizm, 99 süreciyle uçurumun kenarına gelmişken, 11 Eylül rüzgarına tutunup kendini yeniden üretme çabasında... 28 Şubat’la bunaltılan müslümanlar bugün başörtüsü karşılığında herşeyini vermeye tav... Mahir Kaynak, Erol Manisalı, Hasan Köni, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük gibi sözcüler Dr’un tabiriyle bir puşt yelpazesi açmışlar müslümanlara gelin siz de serinleyin diyorlar...
AB karşıtlığı bu demek oluyor. Ülkedeki AB taraftarı liberal demokrat cephe ile değişim istemek paydasında paralel görünmekte çok mahzur var mı? O mevhum mefhum İslamcılar içindeki AB taraftarlarını da, bir proje sahibi olamamalarını affedilmez bulmakla beraber bir nebze mâzur (=özürlü) görebilir miyiz? Bilmiyorum. Ama Kemalizmin bu kendini yeniden üretme planını çok tehlikeli görüyorum. Arkasını ABD-İsrail’e öyle dayamış ki akılalmaz küstahlaşabiliyor. Karen Fogg’un maillerinin açıklanması görülmemiş bir küstahlık; hiçbir uluslararası teamülü tanımayabiliyorlar. Tam bir Yeniçerilik. Ulusal onursa, ABD ve İsrail’in çavuş rütbesindeki ajanları daha aşağılayıcı raporlar yazıyorlar, onları da açıklayabilirler mi? Büyükelçi demek ajan demektir, uluslararası teamül böyle; aynı teamüller büyükelçi bizzat operasyona katılmadıkça bunların deşifre edilmemesini de gerektiriyor. Yakın ve sıcak bir misal; Yunan istihbaratı TC konsolosunun raporlarına vakıf değil mi; açıklasalar olur mu? Demirel’in tabiriyle bu ‘rutin dışı’ ve sadece Türkiye’de oluyor. Susurluk’u emekli generaller alenen sahipleniyor ama SK yine de en dürüst ve güvenilir kurum oluyor... Nasıl oluyor?! İslam ülkelerinde halkların ve hakların önünde bir tek gerçek ve yakın mani var; hangi ideolojiye abanılırsa abanılsın SK’lara rağmen de SK’lara paralel de değişim gerçekleştirilemiyor. Bu coğrafya halklarının en büyük yanılsaması SK’ları ulusal kurum zannetmek veya onların içinden bir doğum beklemek oluyor... (Pakistan!) Türk ve Kürt solu bu ümitlerle heba oldular. Bugün bu coğrafya ülkelerinin hiçbir dış düşmana karşı SK’lara ihtiyacı yok (Kuveyt!); mevcudiyetleri halka karşı korunuyor... Eski bir dost bir roman neşretmiş, SK’nın tabii ki siyaset yapacağını söyleyebiliyor; -ne acı- galiba Yeniçeri’yi tekrar okumamız gerekiyor. Özlenen düzen müesses olsa SK’sı siyaset mi yapacak? Hukuk devleti olacaksa hayır!
AB, kendi korkularından (tarihinden) kurtulamamış durumda, Türkiye’nin korkularından (tarihinden) da emin değil. Bir birlik sayılmaması için henüz çok sebep var; bugünkü haliyle Yeni Alman İmparatorluğu demek çok mübalağalı sayılmamalı. İngiltere tarihi melanetçiliğini oynuyor, kendine birlik içinde yeni siyaset arıyor. İslam dünyasına bir güven veremiyor henüz AB; ABD ile aynı kefede değerlendiriliyor haklı olarak İslam dünyasınca; Şaron’u savaş suçlusu olarak yargılayabilir mi mesela Miloseviç gibi? Bu çok belirleyici bir kriter olarak zihinlerde doğuyor. Ama yükselen bir güç olduğunu görmek gerekiyor; ABD korkunç kan kaybediyor çoğunun zannettiğinin aksine; ve bu iki güç arasında çok ciddi bir savaş yaşanıyor. ABD’nin bir dünya gücü olması esasen talihsizlikti. Asya’nın da Avrupa’nın da dışında, dünyanın dışında, dünyanın uzaktan, masa başından idare edilmesi dünyamız için evet bir talihsizlikti. Amerikan halkı dünyadan habersizdi 11 Eylül’e kadar; AB, Avrupalıları Amerikan halkı gibi yalıtıp manyaklaştıramaz, dolayısıyla ABD gibi fütursuz olabilemez. AB’nin yükselen güç olmasında bu bakımdan da bir mahzur görmüyorum şahsen...
PKK, DHKPC vesaire... TC’nin bütün anti AB propagandası malumunuz AB ülkelerinin terörü desteklediği ve PKK ile DHKPC’yi terör örgütü saymadıkları yolunda yoğunlaşıyor. AB, TC’ye olduğu gibi bu örgütlere de birer ev ödevi verdi; terör yapmayacaksınız, eski kimliklerinizi ve söylemlerinizi bırakıp temel insani haklar ve özgürlükleri taleb eden faaliyetlere yöneleceksiniz... Her iki örgütün de bunu kabul ettiği anlaşılıyor; yani aslında AB, TC’ye güzellik yapmış olmuyor mu?
AB, TC’ye, yani ABD’ye rağmen Kıbrıs Rum kesimini tek taraflı olarak bünyesine alabilecek mi? Alsa bile TSK’nın uzun bir süre adayı boşaltacağına ihtimal vermiyorum.
Irak muhtemelen bölünmeyecek ve özerk Kürdistan’a razı edilecek TC. Bugünkü şartlarda TC’nin yani TSK’nın ABD-İsrail taleplerine gık diyebilmesinin imkan ve ihtimali yok. Irak’a saldırıda istenen katkıyı verecek, Afganistan’da da barış gücünün komutanlığını alacak, çuvallar içinde mehmetçik ölüsü gelecek ülkeye... Başından belli olan bugün iyice görülüyor ki Afganistan Vietnam’ı çok aratacak ABD’ye... Afganistan, Somali, Filipinler, Irak ve belki Kafkasya; aynı anda birden fazla cephede savaş... ABD’nin buna gücü var diyorlar. Aksini kim iddia ediyor ki! Hitler’in de gücü vardı! Belki ABD’nin dünya sahnesinden silinip kendi içine kapalı bir ada devlet, hatta korkunç iç savaşlar neticesinde bir sürü devletçikler haline gelmesi böyle olacak...
Totalleştirirsek; ABD, AB hepsi bir arada Batı iflas etmiş durumda. Yüzyılın başında Doğu’nun yaşadığı umutsuzluk ve güvensizlik duygusunu Batı yaşıyor bugün... AB yeni bir heyecan arayışı aslında ama halkları sürükleyemiyor, bilakis küreselleşme karşıtları ateş topu gibi düşüyorlar Avrupa merkezlerine; Brüksel’e, Cenova’ya, Barselona’ya... Batı entelijensiyası yeni birşey üretemiyor; yeniden yeniden yeniden ürettikleri değerler artık dikiş tutmaz oldu. İdeolojisizlik ve düşmansızlık Batı’nın belini büküyor, dermanını kesiyor. İslâm’ı düşman ihdas etmek halkları nezdinde aksi tesir doğuruyor; İslamlık bugün mazlumluk demek oluyor çünkü; düşene vurmak insanlıktan zerre kadar hissesi olan her ferdin vicdanını kanatıyor... Buna mukabil İslam dünyasında farkedilir bir entelektüel çaba var, üretim var; Akademyaya Doğru kadrosunu bütün dünya okuyor, anlamaya çalışıyor.
Bana gelince kıymetli dostum; kanaatlerimi, daha doğrusu gözlemlerimi haddim olmayarak serdettiğim konular üzerine -stratejik veya taktik- ilmi tahliller yazacak bilgi birikim ve kaynak imkanlarından mahrumum. Herseyden olduğu gibi kitaplardan bile tehcir olmuş vaziyetteyim. Evde on civarında kitabım var dönüp dönüp onları okuyorum. Basından ülkeyi takip etmeye calısıyorum. Ve bir an önce bu dilde bari yeni kitaplar okuyabileyim diye Yunanca öğrenmeye ağırlık vermiş bulunuyorum. Ağır gidiyor; çok zor bir dil ve ben de o kadar zeki olmadığımı öğrenmiş bulunuyorum. Galiba dil için en azından yaşlıyım da. Buraya geldiğimde en büyük korkum mülteci kamplarına düşmekti; tam bir canlı insan mezarlığı; ülkemin insanları karın tokluğuna kafayı yiyor buralarda. Şimdi düşersem kamplara düşme şansım da yok, sokaklara düşebilirim artık; kimseye muhtac olmamak ve sokaklara da düşüp yitip gitmemek için çalışıyorum. Ayakta durmaya, hayatta kalmaya çalışıyorum. Bu çabanın ötesine geçebilenlere de büyük saygı duyuyorum, dua ediyorum. Ne diyeyim, bir dokundun bin ah işittin, kusura bakma; Allah sonumuzu hayretsin...
18 Temmuz 2008