TSK Kemalist mi?
Fetullah Gülen Hocaefendi mi?
Ergenekon Çete mi?
O raddeye geldi ki hâdiseler, gerçekte ne olursa olsun, kendi iradesini aşan bir rol oynayacak herkes; son bir günah işlenecek!
Kazancıoğlu Niko’ya göre, çarmıha gerilmiyor Hazret-i İsa; fakat çarmıha gerilen bir insanın çekebileceği bütün acıları çekiyor mânâ âleminde. Sonra kaçıp bir köye yerleşiyor. Adını Lazarus olarak değiştiriyor. Evleniyor. Marangozluk yapıyor.
Hristiyanlığın Hazret-i İsa’yı tanrılaştırmasını sorgulayan “Günaha Son Çağrı”da, bir başka korkunç cinayet işleniyor; basit bir insan olarak resmediliyor Hazret-i İsa. Yıllardan sonra bir gün, Hristiyanlığın mimarı Pavlos geliyor Lazarus’un kaldığı köye. Lazarus’un, yani güya Hazret-i İsa’nın da aralarında bulunduğu köylülere Hristiyanlığı tebliğ ediyor Pavlos.
Pavlos: Nasıralı İ...’yı duymuşsunuzdur... Yusuf ile Meryem`in değil, Tanrı`nın oğlu idi; Rab idi O. Rabbimiz yeryüzüne indi; ve insanlığı kurtarmak için insan biçimine büründü. Yahudiler onu çarmıha gerdiler. Ama üçüncü gün mezarından kalktı Rabbimiz; ve göğe çıktı. Ölüm yenilmişti artık kardeşlerim, günahlar bağışlanmıştı, göklerin kapıları açılmıştı.
Nasıralı İ...: Dirilen bu Nasıralı’yı gördün mü sen? Kendi gözlerinle gördün mü? Neye benziyordu?
Paul: Gördüm! Konuşan bir yıldırıma benziyordu.
Nasıralı İ...: Yalancı!
Pavlos: Havariler gördü onu. Çarmıha gerildikten sonra bir tavan arasına toplanmışlardı. Birden Nasıralı gelmiş, selâm vermiş. Hepsi görmüş, gözleri kamaşmış. Tomas inanmamış, parmağını yarasına sokmuş ve yesin diye balık vermiş ona.
Nasıralı İ…: Yalancı! Yalancı! Nasıralı İ… benim. Ben ne çarmıha gerildim, ne de dirildim. Ben Tanrı’nın oğlu değilim; insanım. Nasıralı marangozum ben. Ne büyük küfürler ediyorsun! Ne büyük yalanlar!.. Sen bu yalanlarla mı dünyayı kurtarmaya kalktın düzenbaz herif?”
Pavlos: Kapa çeneni. Bu dünyanın pisliğine, yoksulluğuna, çürümüşlüğüne karşı çarmıha gerilen ve dirilen bir Nasıralı İ…’ya ihtiyaç var. Namuslu, hakkı yenmiş olan kimselerin biricik avuntusu bu. Doğru veya yanlış; ne fark eder! İnsanlar avunsun; yeter!
Nasıralı İ…: Yalanla kurtulacağına, hakikâtle yok olması yeğdir dünyanın. Asıl sen sus!
Pavlos: Hayır, susmayacağım! Hakikat umurumda değil. Onu görmüş olayım olmayayım, çarmıha gerilmiş olsun olmasın; ne fark eder?! Ben yaratıyorum hakikâti. İnat ve hasretin izdivacından doğuyor hakikât. Hakikâti bulmak için çabaladığım yok; ben kuruyorum hakikâti! İnsandan daha yüksek kuruyorum Nâsıralı İ…’yı; insanı büyütüyorum böylece. İnsanlar gerçekten avunacaksa, senin çarmıha gerilmen gerekli. Duyuyor musun; gerekli! Sen ister iste, ister isteme; ben seni çarmıha gerdim. Dirilmen de gerekiyordu; ve ben seni dirilttim. Sen istersen burada, bu sefil köyde otur; masa, sandalye ve çocuk yap. Ben de bir marangozum, bir heykeltıraşım; bir Nasıralı İ… yonttum ben; bir Tanrı yarattım. Senin zayıf vücudun, dikenli tacın, avuçlarındaki çiviler ve kanın… İnsanlığın kurtuluş mekanizmasının birer parçası her biri. Her biri gerekli. Dünyanın diğer ucunda da sayısısız gözler yukarı bakıp seni havada çarmıha gerilmiş görecekler; ağlayacaklar; gözyaşları günahlarını temizleyecek insanlığın; ruhlarını arıtacak... Üçüncü günü seni mezardan kaldırdım; çünkü dirilme olmadan olmaz kurtuluş. En korkunç düşman ölümdür. Ölümü yok edeceğim. Nasıl mı? Tanrı’yı göklerden yere indirerek ve insanlar arasından bir tanrı çıkararak; insanı tanrılaştırarak…
Nasıralı İ…: Alçak yalancı! Dünyayı dolaşıp yalanlar yayma! Kalkıp bağırırım “çarmıha gerilmedim ben” diye, “mezardan kalkmadım” diye, “ben Tanrı değilim” diye!
Pavlos: Hah, hah, haaa…
Nasıralı İ…: Ne diye gülüyorsun?
Pavlos: Nasıl bağırırsan bağır. Ne dersen de. Senden korkum yok. Artık sana ihtiyacım da yok. Çark döndü bir kere. Artık kim durdurabilir ki onu? Sen gerceği bağırsan da, kulların seni yakalar, kâfir diye ateşe verip yakarlar!..
Meâlen şu minvâlde bir diyalog geçiyor “Günah’a Son Çağrı”da, Pavlos ile Nasıralı İ... arasında!
Günaha Son Çağrı: O Telefteos Pirasmos.
Pirasmos (Yun.): Günaha davet; İğvâ; Baştan çıkarma...
«Bizde, iyileri ve kötüleriyle bütün inkılâplar orduya dayanılarak yapılmıştır. Tanzimat’a gelinceye kadar nice devlet ve idare değişikliği olduysa, sadece Yeniçeri veya çerileştirilmiş isyan hizipleri tarafından başarıldı. Yeniçeriliği ortadan kaldıran da, devlet himayesine mazhar başka ve asrî çerilerdir. (...) fikir evvel, teşkilât ve ordu sonra olduğuna göre, ulvî fikrin manivelası olan ordu, birtakım istismarcılar elinde kendi orduluğunu fikre takaddüm edici bir vasıta diye kullanmaya başlarsa, her şeyden evvel ordu elden çıkmış ve gerçek ordunun biricik fazileti itaat tersinden kullanılmış olur. Ordunun da hakkı, fikrin, bütün fikirler âleminde mîzanına istekli ve ondan sonra madde ve (aksiyon) dünyasına talip olarak, sadece fikir haysiyetiyle zaferini elde etmektir. Artık bu memlekette, tokmak inkılâbına değil, fikir inkılâbına sıra geldiğini kafalara tokmakla ihtar günü gelmiştir.» (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü)
(23 Mart 2008, Baran Dergisi 64. Sayı)