Bazı vaziyetler vardır, şeddeli ifade etmek ihtiyacı duyarız; eşek demek yetmez, eşşek diye ünleriz. Sakildir ama, “korkunç güzel” dediğimiz de olur. Biraz şâirâne, “sessiz çığlık” da atarız. Yorgunluktan öldüğümüz olur, içimiz dışımıza çıkar, ayaklarımıza kara sular iner, mutluluktan ölürüz bazen. Mecazdır, teşbihtir; bellidir ne demek istediğimiz. Anlaşılırız; ve “ne saçmalıyorsun” demez kimse, makaraya sarmaz veya boyumuzun ölçüsünü almaya, alnımızı karışlamaya kalkmaz.
“Bildiğim, bir şey bilmediğimdir” der filozof. “İnsan, özgürlüğe mahkûmdur” der bir başkası. Anlarız. Ucuz malın daha pahalıya gelmesini, hakiki liderin aynı zamanda hakiki bir takipçi olmasını, aşkın (yani adanmanın) gerçek özgürlük olmasını da anlarız.
Paradoksları çözmekte zorlandığımız olur, diyalektiklerin çelmesine takılırız çokça. İzah edilirse ve anlamaya çalışırsak, bunlar da anlaşılmaz ve aşılmaz değildir.
Bütün bunların dışında, anlaşılması asla kabil olmayan bir dil konuşuluyor Türkiye’de. Saçma veya deli zırvası diye nitelemek kâfi değil. Mütefekkirimizin ifadesi ile, ancak iğdiş edilmiş idraklere mahsus bir dil bu.
Meselâ: “Türkiye Cumhuriyeti, Lâik - Kemalist - Demokratik Hukuk Devletidir”...
Meselâ: Bu ülkenin lâik ve müslüman, antiemperyalist ve Kemalist olabilen vatandaşları... Kendilerini demokrat müslümanlar olarak niteleyen Başbakan ve Cumhurbaşkanı...
Muhafazakar Eşcinseller... Ilımlı İslâm... Türk-Amerikan Stratejik Ortaklığı... Türk-İsrail Savunma İşbirliği... Hayata Dönüş Operasyonu... Eve Dönüş Yasası... Yeşil Sermaye... Dekolte Tesettür... Modern Mahrem... Alevî İftarı... Milliyetçi Sol... Hayat Kadını... Orijinal Kopya... Haha, hihi, hoho...
Ve bir “Sakallı Teyze”: Ahmet Taşgetiren...
«Vaktiyle bir İbda-C mensubuna "Nedir bu İbda-C?" diye sormuştum. O da, "Yerel örgütlenmeler", diye cevap vermişti. "Nasıl eylem yaparlar?" diye sormuştum. "Herkes kendi inisiyatifini kullanır" demişti. "O zaman İbda-C adına herkes eylem yapabilir ve bu, İbda-C'yi çok kötü eylemler içinde göstermez mi?" demiştim. İbda-C gide gide, akıl almaz eylemlerin içine sürüklendi. Vaktiyle, Aczmendi lideri Müslüm Gündüz'le de böyle bir konuşma geçmişti aramızda. Patır patır Aczmendi Dergahı açılıyordu. "Nasıl oluyor bu, diye sormuştum. Bir dergahın açılması bu kadar kolay mı, o dergahın başına geçen insanın yetişmesi bu kadar kolay mı? Tasavvuf ki uzun bir nefis terbiyesini gerektirir!" Müslüm Gündüz, "Arkadaşlar açıyor işte" diye cevap vermişti. Ona da "O takdirde Aczmendilik adına herkes her şeyi yapabilir" demiştim. Aczmendilik de sonunda provokasyonların göbeğine düştü. Belki başlarken de öyleydi. Bunları neden anlattım? Şu an DTP'nin ve PKK'nın geldiği kaos cehennemini yansıtabilmek için.»
“Zırva tevil götürmez” demiş atalarımız. Bu sakallı teyzelerin, bu embesil çözümlemelerin bir adı var Yunanca’da: Oksimoron...
Oxinos (Yun.): Ekşi.
Oxys (Yun.): Sivri.
Occident (Lat.): Batı.
Occidere (Lat.): Düşmek; Batmak; Telef olmak.
Moron (Yun.): Bebeksi; Bebe kadar aklı olan yetişkin.
Oksimoron: Öküzün konuşanı; Mandanın söğüt dalına yuva yapanı; Embesil; Sakallı Teyze...
Desek ki bunlara, “İslâm adına herkesin ahkâm kesmesine ve kafasına göre takılmasına mâni olmaksa derdiniz; “İslâm’a Muhatap Anlayış”ınız nedir, “Tatbik Fikri”niz nedir, çabanız nedir?”
Demeyelim; beyler pasif direniyor.
Pasifizm ile direnişi bir araya getirmek de bir oksimoron kavramlaştırmadır! Pasif değildir Gandi’nin direnişi. 1930’da, 78 yoldaşı ile yaptığı “Tuz Yürüyüşü” vardır. Yürüyüşün amacı, Doğu Hindistan Kumpanyası’nın mirası olan ve yılda 25 milyon poundluk vergiye kaynaklık eden Tuz Yasası’nı ihlâl etmek için denizden tuz çıkarmaktır. Yürüyüş kolunda kadın yoktur; kadınların varlığının İngilizler’i şiddete başvurmaktan alıkoyacağını, dolayısıyla kışkırtma işinin başarıya ulaşamayacağını düşünür Gandi. Gujarat Eyaleti’nin başkentinden yola çıkan heyete binlerce kişi katılır yolda. Hint Okyanusu kıyısına kadarki 388 kilometrelik mesafeyi çıplak ayakla, 24 günde kat eden Gandi, 6 Nisan sabahı İngiliz polislerinin şaşkın bakışları arasında denize yürür ve çamura karışmış bir topak tuzu avuçlarına alarak tatlı suda yıkar. Böylece ünlü Tuz Yasası’nı ihlal etmiş olur. Ardından on binlerce köylü denizden tuz çıkarmaya başlar. Gandi ve 60 bin eylemci hapse atılır, ancak yasa da işlemez hale getirilmiş olur.
Evet, şiddete başvurmaz Gandi; çünkü Satyagraha, insanın Mutlak Hakikat'i bilememesi sebebiyle cezalandırmaya da yetkili olamayacağı inancına binâen şiddet kullanmayı dışlar. Fakat “pasif direniş” değildir Satyagraha; Batı dillerine bu şekilde çevrilmesine itiraz etmiştir Gandi. “İstikâmet ve Sebat” demektir çünkü, Gujarat dilinde Satyagraha.
Hem, istikâmet ve sebat yoksunu kayıkların pasif direnişe de yetmez ki yürekleri.
Bugün, klasik silahlı örgütlenme ve kalkışmaya imkân tanımayan aşırı orantısız teknolojik devlet üstünlüğüdür terörü doğuran. Teknolojiden öte bir medenî üstünlüğü bulunmayan, medenî çözümler üretemeyen devletler, daha ne kadar dayanabilirler bu akınlara?!
13 Ocak 2008
(Baran Dergisi, 54. Sayı)
Mustafa Saka