Sherlock Holmes ile Dr. Watson, açık arazide çadır kurmuşlar. Yemeklerini yiyip birer şişe şarabı da devirdikten sonra yatıp uyumuşlar. Bir ara Holmes uyanmış ve arkadaşını dürtüklemiş.
- Watson, kalk ve ne gördüğünü söyle.
- Yıldızlı bir gökyüzü.
- Yani?
- Yani, dünyamızdan başka sayısız gezegen var kâinatta. Yıldızların konumuna göre, saat 2’yi biraz geçiyor. Teolojik açıdan, tanrının kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Meteorolojik verilere göre de, yarın havanın güzel olacağını tahmin ediyorum. Eee, neden uyandırdın beni?
- Çadırımızı çalmışlar!
Hoş, ironik bir fıkra bu. Sir Arthur Conan Doyle kaleminden çıkma hayâlî bir hafiye, Sherlock Holmes. Joseph Fouche ise gerçek bir kişilik; Napolyon’un polis şefi. Kriminal kişilik analizleri ile suçluyu arayan hafiyelerin pîri sayılıyor. Bir kitap da yazmış bu hususta. Balzac, Zweig, Poe gibi dehâları etkilemiş bir kişilik. Bu gerçek ve sanal hafiyeler, çok benziyorlar birbirlerine. Edgar Allen Poe’nun kaleminden çıkma Dedektif Dupin, meselâ...
«Dupin çok kültürlüdür. Çok kitap okur, kendisinin ifadesiyle, bazı suçlar da işler, şiir yazar; ve bölgenin resmi polis şefi, şiir yazmak gibi bazı saçmalıklarla uğraşsa da, bu adamın suçları çözmekteki şaşırtıcı başarısını itiraf eder. Olayları, neredeyse evinden hiç çıkmadan, sadece gazete sütunlarından takip ederek kolayca çözer; ve polis, çok basit bazı vakaların içinden çıkamayıp ona danışmak zorunda kalır. Bunların en ünlülerinden biri, Açık Mektup Vakası’dır, Lacan psikiyatrisinin anahtar yapıtlarından birini oluşturur, çok öğreticidir. Fransız polisi bütün aramalara rağmen, bir türlü, bulamaz suçluyu. Ama Dupin, oturduğu yerden bilir ki, mektubu çalan kişi matematikçi ve şairdir. Bir şair ve matematikçi ancak, kombinasyonu polisin düşünemeyeceği şekilde düşünür ve mektubu gizli bir yere değil, şöminenin üzerine bırakır. Delil, gözümüzün önündedir. “Gizem, aşırı ölçüde ortadadır” der Poe, Dupin kitabında. İleride psikiyatriye, semptomları aramakta ve psişik sorunları irdelemekte çok büyük bir anahtar verecektir bu: “Görünene bakın” der. Bu, psikiyatr açısından da doğru sanıyorum. İnsan olmak gerekiyor galiba.» (Didik Didik Freud, S. Teber - Ş. Ayla)
Hz. Ömer’in, “görünen” suya ve toprağa bakışı:
«Mısır’ı, Hz. Ömer’in(ra) komutanlarından Amr bin As(ra) fethetti. Fetihten sonra Mısırlılar, Amr b. As’a (ra) gelerek bir âdetlerini anlattılar: “Ey komutan, âdetlerimize göre Haziran ayını on iki gece geçince, bakire bir kızı güzelce süsleyip giyindiririz ve Nil nehrine atarız. Böyle yaptığımız zaman Nil yükselir, çevresini sular. Amr b. As(ra) Mısırlılara dedi ki: “Böyle bir işin İslâm’da yeri yoktur. Bu kötü bir âdettir. İslâm geçmişteki kötü âdetleri kaldırmıştır.” Ve Amr b. As(ra) Mısırlıların bu kötü âdetlerini kaldırdı. Fakat Nil, o yılın yaz mevsiminde yükselmeyince kuraklık başladı, halk göç etmeye hazırlandı. da durumu bir mektupla Hazret-i Ömer’e(ra) bildirdi. Hz. Ömer(ra), Amr b. As(ra)’a cevâben şunları yazdı: “Şüphesiz ki sen doğrusunu yapmışsın. Sana bir pusula gönderiyorum; bunu Nil’e at.” Pusulada şöyle yazıyordu: “Allah’ın kulu ve mü’minlerin emîri Ömer’den Nil nehrine. Ey Nil, eğer sen kendiliğinden akıyorsan, hiç akma! Ama Allah’ın emriyle akıyorsan, yüksel ve etrafını sula!“ Hz. Amr b. As(ra)’ın, bu pusulayı Nil’e attığı gecenin sabahında, Nil’in 7-8 metre yükselerek etrafını sulamaya başladığı görüldü. Ve Nil, bugüne kadar bu emre uydu.» (Târih-u Medîneti Dimaşk, 44/337; el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7/107)
«Bir gün Hazret-i Ömer, bulunurken minberde, Bir zelzele olmuştu, âniden Medîne’de. / Derhâl tövbe ederek, iniverdi minberden. Kamçısını, şiddetle toprağa vurdu hemen. / Buyurdu ki: “Ey zemin, sallanıyorsun, fakat, Biz istiğfâr eyledik, sen de ol sâkin, râhat. / Vaktâ ki Ömer Fârûk, yere böyle buyurdu. Zelzele de, o anda sâkin oldu ve durdu. / Hattâ Hazret-i Ömer, hayâtta oldukça hem, Medîne’de, bir daha olmadı öyle deprem. / Sonra halkı toplayıp, buyurdu: “Ey cemâat! Ben, Resûl-i Ekrem’den işitmiştim ki bizzât, / Depreme sebep olan, iki mühim şey vardır. Bunlardan biri zulüm, ikincisi zinâdır. / Âşikâre olursa eğer zulüm ve zinâ, Yer, tâkat getiremez yapılan bu isyâna. / Allahu Teâlâ’ya, yalvarır bu sebeple. Ağlar, inler, sallanır, böyle olur zelzele.» (Abdullatif Uyan)
...
«Sonu başa bağlıyorum... Bir “Yevmiye” bahsi: “Bir el düşer böyle, görürsün; ve kim olduğunu görmesen de, bilirsin. Sinema rejisörlerine kadar bilinir bu. Hazret-i Ali’nin meşhur sözüdür: Parça bütünün habercisidir... Bazı teferruat vardır ki, aslı gösterir; hakikati ihlâs ile yaşayanda, ihmâle gelmez bu!”... Şerlok Holmes’in vatanı İngiltere, hâdiseleri raksettiren keyfiyeti “gizli el” diye ilân etti; yâni, “dest-i hafî”... Ebcedi, dest-i salih’e denk gelir; salih eli... Salih belli; Üstadım ve ölen ve “ölmeden ölenler”iyle salihûn. El de; zihne gireni bileni de, bilmeyeni de avucuna alıyor “kendinden zuhur”... Gerçek FURKAN zevkine vesile olması dileğiyle eserimi sunarım!» (FURKAN -Lûgat-ı Salihûn-, Salih Mirzabeyoğlu, İbda Yay., İst. 2007)
6 Ocak 2008
Mustafa Saka
(Baran Dergisi, 53. Sayı)