23 Aralık 2007

İsviçre Hastalığı

Önce ve çok uzun bir süre, “Metozori Allahsızlaştırma” demek olan Kemalizm ile kanırta kanırta söküp koparmaya çalıştılar köklerimizi. Koparamadılarsa da, hayli örselediler. Şimdi ise, “Ilımlı İslâmcılık” eliyle yapıyorlar bunu.

Bir milletin ruh köklerinin örselenmesi nasıl bir şeydir, endikasyonları nelerdir? Bu soruya cevap olarak Türkiye’ye bir bakmak yeter. Ama yetmiyor. Bakacak olan gözlerimiz de örselenmiş; kataraktlı. Yaşlanma, yanlış beslenme, ultraviyole ışınlar, dış darbeler, metabolik hastalıklar ve kortizon gibi ilaçlar lens tabakasını opaklaştırıyor; ve önce yakın veya uzak görme problemleri, devamında tamamen körlüğe varabilen görüş bozuklukları ortaya çıkıyor imiş. Dinî ve millî görüş bozuklukları da bundan pek farklı meydana geliyor değil.

Bütün bu saldırılara rağmen henüz büsbütün kör olmamışlar için bu haftaki dilemmâ; adı, İsviçre Hastalığı!

Dr. Serol Teber, 1938 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöro-Psikiyatri Kliniği'nde uzmanlık eğitimi alan Teber, 12 Mart sonrası Almanya’ya iltica etmiş. Yirmi yıl, psikiyatri kliniklerinde ve Düsseldorf Üniversitesi'ne bağlı Landeklinik Viersen'de çalışmış. İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları, Doğanın İnsanlaşması, Politik-Psikoloji Notları, İşkence Sonrası Yaşam, Toplama Kampı Sendromu, Ruhun Ölümü, Göçmenlik Yaşantısı ve Kimlik Değişimi, Melankoli: Normal bir Anomali, Davranışlarımızın Kökeni, İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş, Aşiyan'daki Kâhin: Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası, Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud'un Aile ve Tarihsel Romanı gibi ondan fazla kitap yazmış. Türkiye’ye döndükten sonra da yazmaya devam etmiş ve haftalık radyo sohbetleri yapmış bir süre. Bu sohbet notlarını, www.acikradyo.com.tr adresinden okumanızı tavsiye ederim. 26 hafta sürmesi plânlanan radyo proğramı, 15. haftada bitmiş; 10 Kasım 2004’te, malesef intihar etmiş Teber.

Böyle bir referansla yazıyorum; ve bu hastalığın endikasyonlarını kendimde, çocuklarımda, öğrencilerimde ve velilerinde müşahede etmiş biri olarak...

Günümüzden 26 asır önce, Tarihçi Herodot, “kendi kentinden başka yerlere gidenlere, görülmeyen şeytanın eşlik ettiği söylenir” diye not almış. “Demek ki, kentini bırakıp da başka bir yere giden insana bir tuhaflıklar oluyor, ki şeytan eşlik etti diye düşünülüyor” diyor Dr. Serol Teber.

Göçmenlik üzerine ilk hekimâne çalışma, Baselli (İsviçre) Dr. Johannus Operius’a aitmiş; 1678’de, “Nostalgia oder Heimweh” (Geçmiş veya Vatan Sızısı) adlı bir kitap yazmış. Çalışmak için Basel’e gelen bazı dağ köylülerinde zamanla iç sıkıntıları, sebepsiz korkular, gaipten ses duymalar, halüsinasyonlar, hezeyanlar, kusmalar, ishal ve mide rahatsızlıkları görülmüş. “İsviçre Hastalığı” denmesi bu yüzden. Fransız Dr. Larey, “yurtsama” demiş bu hastalığa. Daha ciddi bir çalışma, Avusturyalı Dr. Alain tarafından yapılmış. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Avusturya ordusuna esir düşen üç müslüman Tatar’ı birbirlerinden ayırmış Dr. Alain. Dillerini bilmedikleri Avusturyalı askerler arasında tutulan bu üç Tatar’da da depresyon, korku ve hezeyanla karışık bir tablo belirmiş bir süre sonra. Alman Psikiyatr Grepellin ise, “Kökten Kopma Sendromu” diye isimlendirmiş tabloyu.

“Sadece mekândan kopuş bile çok önemli. Çünkü farklı bir psişik zamanı oluyor her mekânın; zaman akışı farklı oluyor. Akıştaki farklılığa anlam veremeyecek durumda olanların durumu daha da kötü!” diyor Dr. Teber.

“Her kas kasılmasının psikopatolojik bir öyküsü vardır.” demiş Wilhelm Reich.

"Yaygın sırt, bel, baş ve mide ağrıları, içinde yaşandığı halde ait olunamayan bir yerde duyulan korkunun sonuçları. Bu kasılmalar, benliğimizin kendini bir zırhla örtme çabasıdır, dış dünyanın saldırılarına karşı bir tür koruma refleksidir. Görünmeyen, bilinmeyen düşmanın hep arkadan geleceği zannedilir; hayvanlarda da bu böyledir, önce ense kasları kasılmaya başlar.”

Fazıl Say’ın duruşundaki yamukluğa bir de bu gözle baktığımızda, daha iyi anlaşılıyor niçin kaçmak istediği. Lâkin İsviçre de vatan olamaz ebâanceddin Haymatlos familyasına; arkalarını güvende hissetmeleri mümkün değil hiçbir yerde. Tepemize çöreklendikleri ve bütün güç ve imkân ellerinde olduğu hâlde arkalarını güvende hissetmediklerinden bu derece duruş bozukluğu ve saldırganlık sergiliyorlar.

Bize gelince...

Yunanistan’da, Yorgo Papandreu’ya maruzatımı bizzat arzedecek kadar yakın alâka ve dualarını esirgemeyen pek muhterem Gümülcine Müftüsü Meço Cemali Efendi, Habeşistan’a hicret eden sahabelerden birinin bileklerini kestiğini söylemiş, sabır ve metanet dilemişti bana. Yine bazı muhacirlerin Medine’de rahatsızlandıklarını, Mekke’yi çok özlediklerini ve Peygamber Efendimiz’in “Allah’ım bize Medine'yi sevdir. Tıpkı Mekke'yi sevdiğimiz gibi, hatta fazlasıyla! Allah’ım onun havasını sıhhatli kıl.” diye dua ettiğini; ve Medine’nin “münevver” kılındığını, melekler tarafından korunmaya alındığını, Deccal’in oraya giremeyeceğini biliyoruz.

Göç olayı bir travmadır her şeyden önce, bir örselenmedir yani Türkçesi. Cennet’ten dünyaya göçen Hazret-i Adem’in çocuklarıyız; bu sebepten, hüzündür kumaşımız bizim. Dünyevî anlamda kök salmaya, kazık çakmaya, bir yüzüne kuru kuruya bağlanmaya gelmedik dünyaya. Aslî vatanımızın Âhiret Yurdu olduğu unutmamak; ve bir yeri vatan belledikten sonra, oradan bütün yeryüzüne Allah’ın ismini götürmektir vazifemiz.

Böyle vatan kılındı bize Anadolu.

Ve mescit kılındı bütün yeryüzü.

Bizi Anadolu’dan ve nihayet dünyadan koparıp atmak isteyenleri, böyle sahih bir itikad ve sağlam bir ideoloji ile yenebiliriz ancak!


Mustafa Saka

23 Aralık 2007

(Baran Dergisi, 51. Sayı)

mim.saka@googlemail.com

RSS feed Twitter.
İsim: Email:

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.