22 Mart 2007

Yeni Teslis: Doğal Takıl, Tenini Kutsa, Bilime İnan!

Ağız alışkanlığı ile “Hristiyan mezhebleri” diyoruz ama mezheb değiller; her biri ayrı bir religyon, tek doğru religyon olduğu iddiasındaki fırkalar, fraksiyonlar, sekteler...

“Baba-Oğul-Kutsal Ruh” ortak kelimeleri...

Bu varlıkların sıfatları bahis mevzuu olduğunda, her biri farklı ve muğlâk şeyler söylüyor ve her biri diğerini kâfir sayıyor.

Geçen yıl Romanshorn Mevlânâ Câmii’nde, “Hristiyanlık nedir, İslâm’ın Protestanlaştırılması ne demektir?” başlığıyla verdiğim seminer vesîlesiyle tekrar gördüm ki Hristiyan akîdesini anlamak da, anlatabilmek de çok zor; çok karmaşık, içinden çıkılamaz çelişkiler ve açmazlarla dolu...

Baba kim, Oğul nereden çıktı, Kutsal Ruh neyin nesi?!

“Atanasian İman Açıklaması(!)”na göre: “Baba anlaşılmaz, Oğul anlaşılmaz, Kutsal Ruh anlaşılmaz”dır?!

Peki İsa neden insanî değil?

Niçin hiç tebessüm etmez, espri yapmaz meselâ?

Hayır, O bir Tanrı ise, neden bu kadar âciz?

“Tanrı İsa”ya mukâbil, Nikos Kazancakis’in “Günaha Son Çağrı”sı ile “Da Vinci Kod” emsâli eserlerdeki “İnsan İsa” arayışı büsbütün yersiz mi?!

Hristiyan akîdesinin çelişkilerini alt alta sıralayıvermek kolay elbette...

Peki ya ben de bir Hristiyan çocuğu olsaydım ve İslâm’la nasiplenmek şerefinden mahrum kalsaydım; intihar mı ederdim, ateist mi olurdum, budist mi, agnostik mi, anarşist mi, hedonist mi?

Ne zaman böyle bir empati kurmaya kalksam içinde yaşadığım toplumla, kendimi kaçarken görüyorum hep.

Evet, İslâm’a teslim olmak dışındaki ihtimâllerin her biri bir “füg” ve hepsini yaşıyor Batı; kaçıyor...

Bir teslisten yine bir teslise kaçıyor...

Reform, Rönesans ve Aydınlanma; Eşitlik (égalité), Özgürlük (légalité), Kardeşlik (fraternité) de bir “füg”dü, bir teslisten başka bir teslise kaçıştı...

Postmodern teslis de bir füg: Bio – Derma – Loji.

“Füg”, Yunanca “terketmek, gitmek” anlamındaki “fevgo” kelimesinden gelir; “kaçış sendromu” diye çevrilebilir.

Bu yeni teslis akîdesi tabiî çok yalın ve anlaşılır; eşek bile anlar: “Doğal takıl, tenini kutsa, bilime inan!”

Eski teslisteki “Oğul”un yerini “Bio” alıyor bu yeni tesliste...

Sen tanrının oğlusun, hatta tanrısın; yırt bütün kateşizmaları, eşekler gibi özgür ol, doğal takıl, gönlünce yaşa, ye, iç, çiftleş...

“Derma” ise “ten” demek oluyor...

Tene itibar etmemeyi, hatta hiç yıkanmayıp teni kirli bırakarak ruhu arındırmayı idealize eden, “Kutsal Ruh”a inanan eski teslisin aksine “hijyen” idealize ediliyor yeni tesliste ve “ten” kutsanıyor...

“Kutsal Ten”!!!

«Geçen hafta bir gün 11. katta asansörü çağırdım. Asansör geldiğinde boştu. Adımımı attığımda, ağır bir ten ve ter kokusu burnuma çarptı. Dayanılacak gibi bir koku değildi. Belli ki benden önce asansöre binen biri veya birileri tenindeki bu ağır kokuyu orada bırakmıştı. İşte o an panik atağım başladı. Korkum şuydu: “Ya asansör ara katlarda durur ve binen kişi şüpheli gözlerle bana bakıp o kokunun benden kaynaklandığını düşünürse...” (...) Hayatta bütün iftiralara, bütün aşağılanmalara, eleştirilere tahammül edebilirim. Ediyorum da. Ama böyle bir şeye asla. O an ölebilirim.» (Salyangozcu)

Eski teslisteki “Baba”nın yerini de elbette “Bilim” alıyor.

Bilim, Loji, Logos...

«En arhî în o lôgos ke o lôgos în pros ton Theon ke Theos în o lôgos: Logos ibtidâda mevcûd idi ve Logos Tanrı’nın nezdinde idi ve Tanrı Logos idi...»

Böyle başlıyordu Yuhanna İncili; “Tanrı Logos idi”...

Logos Tanrı oluyor yeni tesliste...

Nasıl olmasın ki?!

Bir bilim adamı olduğunuzu düşünün; her teori ve her buluşunuz dininizin bir akîdesini yıksın!

Mesela günde beş kere abdest almanın cilt kanserine yol açtığını görün bilimsel bir kesinlikle...

İslâm’ın emrettiği şekilde örtünmenin kadınlarda uyuza ve kelliğe sebep olduğunu ispatlamış olun bir müslüman bilim adamı olarak...

Zekât müessesesinin aslında bir sömürü düzeni olduğunu söylemek zorunda kalın bir müslüman iktisatbilimci olarak...

Namaz kılan insanlarda yaygın olarak unutkanlık ve erken bunama görüldüğünü itiraf etmek zorunda kalın bilim namusunuz gereği...

Bu örnekleri uzatın uzatabildiğiniz kadar...

Ve şimdi bir düşünün!

Nasıl bir inanç sarsıntısı, nasıl bir iç yıkım, nasıl bir travma ve katastrofi, nasıl bir kişilik yarılması ve şizofreni yaşardınız?!

Bunların hepsini yaşadı Batılı; yaşıyor...

«2005 yılının yıldızlı bir gecesiydi. Gökova Körfezi’nde bir iskelenin ucunda tek başıma oturuyordum. Elimde bir kadeh şarap vardı. Bir dolunay gecesiydi. (...) Kendimi, sadece bana ait muazzam bir caminin içinde hissettim. Tek kişilik bir iman, tek kişilik bir cemaat ve tek kişilik bir tarikat. Hallac-ı Mansur’u hatırladım. “Enel Hak” nidası, kulaklarımda çınladı. (...) Uykuya dalmadan önce işittiğim son ses, elimden düşen kitabın çıkardığı sesti. Pascal Picq’in “Nouvelle Historie de l’Homme” adlı kitabını okuyordum. Henüz başlamıştım ve daha ilk sayfalarda, Freud’dan yapılma şu alıntı kafama takılmıştı. “Yüzyıllar boyunca bilim, insanlığın onurunda iki yara açmıştır: Birincisi, dünyanın evrenin merkezi değil de, hayal edilmesi bile güç olan büyüklükteki dünyalar sisteminde küçücük bir nokta olduğunu gösterdiğinde. İkincisi ise, biyolojinin insanın özel bir varlık olarak yaratılmış olma ayrıcalığını elinden alarak onun hayvanlar âleminin bir parçası olduğunu ortaya koyduğunda” (...) Müslümanlıktan uzaklaşıyor muyum? Kesinlikle hayır. Ama kendime tek kişilik bir cemaat yaratıyorum. Bir Hindu gibi, kendi tapınağımı gittiğim her yere taşıyorum. (...) İnanmak tek kişilik bir eylemdir. O mezhebin mensubu tek kişidir.» (Salyangozcu)

Bu yazı içinde iki yerde kendisinden alıntı yaptığım “Salyangozcu”, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’tür... Birinci alıntı 8 Mart 2007, ikinci alıntı ise 4 Mart 2007 tarihli yazılarından...

Hürriyet isimli Pantheon’un 11. katında kendini bir tanrı zanneden, bazen ölümlülerin yaşadığı alt katlara inerken asansörde ten kokularına maruz kalan, kendi tek kişilik tapınağında kendine tapan, kılları ağarmış kıçının b.klu tenini kutsayıp duran kart bir eşeğin şen sıpa gibi zıplama numaraları değil aslında yazımın konusu. O eşek, “Yeni Telis”in Türkiye pastörüdür ve müslüman mahallesinde salyangoz satmaktır görevi. Salyangozcu’dan yaptığım alıntılardan ikincisinin içindeki alıntıdır asıl üzerinde durmak istediğim; Pascal Picq’in Freud’e atfen söylediği söz:

“Yüzyıllar boyunca bilim, insanlığın onurunda iki yara açmıştır: Birincisi, dünyanın evrenin merkezi değil de, hayal edilmesi bile güç olan büyüklükteki dünyalar sisteminde küçücük bir nokta olduğunu gösterdiğinde. İkincisi ise, biyolojinin insanın özel bir varlık olarak yaratılmış olma ayrıcalığını elinden alarak onun hayvanlar âleminin bir parçası olduğunu ortaya koyduğunda.”

Yorumunu merhum Aliya’dan okuyalım:

«Arap bilim adamı Birûnî, Kopernik’ten beş asır önce dünyanın hem kendi ekseni etrafında hem de güneş etrafında döndüğünü söylemişti. O bu beyanlarından dolayı ne sapkın olarak ilân edildi, ne de öğretisi dine aykırı görüldü. Bu, toplumun daha liberal bir tavra sahip olmasından kaynaklanmıyordu. Kopernik’in güneş merkezli sistemi Hristiyan âlem idrakiyle çatışıyordu. Çatışma dünya ve onun konumuyla ilgili değildi. Kopernik, insanı, Dünya ile birlikte çevredeki bir daireye yerleştirmişti. Artık ne dünya ne de insan âlemin merkezini teşkil ediyordu. Bu durum, Hristiyanlık için son derece yıkıcı olabilirdi; ama herhangi bir üstün insan fikriyle yüklü olmayan İslâm’ı sarsamazdı. Oysa insanı Tanrıyla özdeşleştirmeye (“İnsan Tanrı”) hazır olan bir öğreti, Kopernik’in nazariyesini affedilmez bir sapkınlık ve mümtaz anlayışlarından birine saldırı olarak görmek zorundaydı. Bu, Kopernik ile Birûnî’ye yönelik farklı tepkileri ve onların farklı akıbetlerini açıklar.» (Aliya İzzetbegoviç, Zindandan Notlar, Klasik, s.260-261)

Kıssadan hisse:

1- Demek Hristiyanlık, “maksat bilime düşmanlık olsun” diye karşı gelmiyormuş dünyanın dönmesine ve sâir bilimsel verilere. İslâm da, “maksat bilim sevilsin” diyor değil; gaye, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bilimsel ve teknolojik bütün buluşlar da, Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle, “Allah’ı arayan insanın yolda buldukları”dır.

2- İki yüz yıldır bütün üniversiteler ve modern bilim mahfilleri gayrimüslimlerin elinde olduğu hâlde İslâm’ın prensiplerinden biri bile bilimsel olarak yalanlanamamış olsa da, “İslâm bilime uygundur” ifâdesi şu bakımdan yanlıştır: Uyulması gereken İslâm’dır; bilimin İslâm’a uygun olması gerek.

3- “İslâm bilimsel bir dindir” falan demek, saçmalamaktır. Din (İslâm) mutlak doğrular manzûmesidir. Bilimin doğruları ise mutlak olamaz! Logik der Forschung (Bilimsel Araştırmanın Mantığı) yazarı Avusturyalı bilim adamı Karl Popper’a göre meselâ, bilimde “falsifiability” gereklidir: “Bilimsel kuramlar mutlak doğru olamazlar ama yanlışlanabildikçe hakikate en yakın hâle gelebilirler.” İslâm ise tarihsel (zamanla mukayyet) değildir. Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle: “Çağlar üstü Mutlak Hakikat”tir İslâm!

4- Hep Hristiyanlık’tan bahsettik ama Yahudilik için de geçerlidir bu makaledeki tüm eleştiriler; hem de fazlasıyla... İlk teslisin mimarı Pavlos, yahudidir. İkinci ve üçüncü teslisin mimarları da yahudi... Yahudilik, korkunç bir “falsifikasyon” hareketidir! Popper’ın bahsettiği bilimsel falsifiability ile alâkası yoktur bu falsifikasyonun; düpedüz çarpıtma ve tahrifatçılık demektir. Fitne, fücûr, fesat... Müslüman mahallesindeki salyangozcular da tam olarak bu işi yapıyor.

5- Batı Kütüphânelerinde “İslâm Bilimi” diye sayısız eser olmasına mukabil, “Hristiyanlık Bilimi” veya “Yahudilik Bilimi” diye bir şey yoktur. Yahudi ve Hristiyan kalarak bilim yapılamamıştır. Yahudi ve Hristiyan kökenli bilim adamlarının havraya ve kiliseye gidenleri de dahil hepsi bu yüzden ya ateisttir ya agnostiktir veya bilmem nedir...

6- İslâm’a teslim olmak dışındaki ihtimâllerin her biri bir “füg”dür!!!

Mustafa SAKA

22 Mart 2007 (Aylık Dergisi Nisan 2007 Sayısı)

mim.saka@googlemail.com

RSS feed Twitter.
İsim: Email:

0 yorum:

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.