“Gurbetçi Türkler”in “diaspora” olarak görülmesi, Org. Büyükanıt’ın şahsî görüşü müdür, TSK’nın kurumsal görüşü mü?
Geçen sayıdaki “Dilemmâ”dan sonra, Org. Büyükanıt’ın halkımızdan özür dileyip istifa edebileceğine elbette ihtimâl vermiyorum...
Peki TSK, “halkımızın en güvendiği kurum” olma sıfatıyla, cevap verme ihtiyacı duyar mı geçen sayıdaki sorularımıza?
Meselâ: «Org. Büyükanıt’ın “Türk Diasporası” lâfı, evet yanlıştır, maksadını aşan bir ifadedir. Sayın Büyükanıt, “Yurt dışındaki Türkler, Türkiye’nin menfaatleri için neden yeteri kadar gayret sarfetmiyorlar? Neden bulundukları yerde TC’nin nüfuz politikalarının bir eli dili olmuyorlar?” demek istemiştir.» diyebilir mi?
Böyle dendiğini varsayalım; ve TC’nin nüfuz politikalarına göz atalım...
Nüfuz?!
1. İçe geçme, işleme, sirâyet...
2. Geçerli, cârî, mer’î, işler olma...
3. Bir kimsenin, bir fikrin, bir kurumun, bir devletin varlığının geçerli, sârî, etkili, ve işler olması...
Peki, TC’nin bir nüfuzu ve bir nüfuz politikası var mı?
Cevap bir büyük dilemmâ olmakla beraber, evet TC’nin bir nüfuzu ve bir nüfuz politikası vardı; “Dış Türkler” üzerinde yadsınamaz bir nüfuzu ve bir nüfuz politikası oldu düne kadar...
Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nin Batı Trakya’da neşrettiği “Yarın” nüshalarının her biri delildir: Anadolu insanına şiddet ve katliâmla dayattıkları Kemalist devrimleri, “Dış Türkler”e de ihrac etmeye çalıştılar...
Ve Anadolu’da handiyse her hane ile kan davası bulunan Kemalist yapılanma, Osmanlı’nın meşhur devşirme sistemini “Dış Türkler”e uyguladı.
“Dış Türkler”den, sistemli bir şekilde kadro ve ajan devşirildi; Balkanlar başta olmak üzere, Kafkaslardan ve hatta tâ Doğu Türkistan’dan...
Fakat bu politikadan en büyük zararı yine Dış Türkler gördü; TC’de sivrilen soydaşlarıyla duydukları kuru bir gurur oldu bütün kârları...
TC’nin bu politikası, Dış Türklerin vatandaşı oldukları Osmanlı fobisiyle mâlûl devletler tarafından bir yayılmacılık emeli olarak değerlendirildi; ve “Dış Türkler”, bulundukları yerde dışlanmaya ve muhtelif baskılara maruz kaldılar...
TC’nin, aslında altı boş bu politikası ve meselâ bir döneme döneme damgasını vuran “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” gibi kof sloganları, bilhassa Balkanlardaki müslümanların daha fazla dışlanma ve baskıya maruz kalmalarına sebep oldu.
Ortodoks âleminin kâbusu, tarihî düşmanları Katolik Haç ile Hilâl arasında ezilmekti; ve tabiî bu korkularının faturası, bu coğrafyadaki Osmanlı bakiyesi müslümanlara kesildi...
Dış Türkler ezâ cefâ gördüler, dışlandılar, yalnız kaldılar, eğitimsiz kaldılar, fakir kaldılar, geri kaldılar; ama herşeye rağmen daha düne kadar TC’yi kendileri için bir güvence olarak gören bu insanlar, artık bazı gerçekleri anlamaya başladılar...
Soğuk Savaş dönemi sona erdikten sonra yıkılan duvarlar, açılan kapılar “Dış Türkler”in gözünü de açtı.
Bulgaristan Türkleri bile, artık “Türkiye Türkleri”nden daha ileri bir özgürlük ve refahın adayı hâline geldiler...
Yunanistan Trakyası’nda müftülükler Şeriat’la hükmediyor; ve Türk medyası, “Avrupa Birliği’ndeki son şeriat devleti” manşetleriyle yırtınıyor...
Yıllardır Türkiye’ye özgür vatan hayaliyle bakan Makedonya’da, kız öğrencilerin başörtüleriyle okuma özgürlükleri bulunuyor. Türkiye’de başını örterek okuma özgürlükleri olmayan müslüman kız öğrencilerden, Makedonya’ya gelip okuyanlar oluyor... Makedonya’da müslümanlar orta öğrenimlerini medreselerde görüyorlar. Bu medreseler dinî ve pozitif dersler veriyor ve medrese mezunları diledikleri üniversiteye girebiliyorlar... Bayan öğretmenler başörtüleriyle derslere girebiliyorlar... Üsküp çarşısında çarşaflı kadınlar ve sarıklı şalvarlı erkekler arasında dolaşırken, zaman tünelinde yolculuk yaptığınız hissine kapılıyorsunuz...
TC’nin en önemli nüfuz alanı olan Kıbrıslı Türkler dahî Türkiye’ye yüz çevirmeye başladılar; Kıbrıs’ta yayınlanan Türk gazeteleri, “Kıbrıs Türkünün kurtuluşu, Türk Genelkurmayı’nın vesâyetinden kurtulmaktan geçer” diye manşetler atabiliyor...
Yani TC’nin “Dış Türkler” üzerindeki “nüfuz politikası” iflas etmiş bulunuyor artık!
TC’nin nüfuz politikalarından biri de, “Dış Türkler”in bulunduğu ülkelerde NATO ve ABD’nin taşeronluğunu yapmaktı.
Balkanlarda NATO’nun, Orta Asya’da ABD’nin...
Sonuç: Şimdi, küçük kardeş Azerbaycan bile kendisi muhatap oluyor Big Brother’la...
Yani bu taşeronluk politikası da iflas etti!
Balkanlarda ve Orta Asya’da Big Brother’a taşeronluk politikası da iflas ettikten sonra, Kemalist yapılanmanın reddi miras prensibinden dolayı hiç istemediği bir ihale aldı Türkiye: Araplara “Lâik İslâm” ihrac etmek...
Ilımlı İslâm ve BOP...
Türkiye’ye bu yeni misyonu yükleyenlere de, bu misyonu yüklenenlere de, 17. asır Divan Şairi Sümbülzâde Mehmed Vehbi Efendi’den bir medhiye(!) ithaf ediyorum:
Lalü şarap içürem ve ıslatup geçürem,
Parmağına yüzüğü hatemi zer drahşan.
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
TC, nüfuz politikaları olan bir devlet değildir, nüfuzlar altındadır!!!
TC’nin “Gurbetçi Türkler” diye bir ciddi devlet politikası da olmadığını; 1960’lardan itibaren yurt dışına sistemli işçi gönderiminin nüfuz sahipleriyle bir nevî köle ticareti olduğunu söylemeye gerek var mı?!
Türkiye’deki Türkler gibi başörtüsünden, cübbesinden, sakalından dolayı konsolosluk kapılarında hakâretlere uğrayan, aşağılanan, eline ve diline vurulan gurbetçiler, bu şartlar altında nasıl eli ve dili olsunlar Türkiye’nin?!
Tekrar soruyorum: Org. Büyükanıt’ın, yurt dışındaki Türkleri “diaspora” olarak görmesi şahsî görüşü müdür, TSK’nın kurumsal görüşü mü?
Ve Org. Kenan Evren’in, “Türkiye’yi sekize bölelim” lâfı bir bunağın hezeyânı mıdır; “Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün yegâne garantisi” olan TSK’nın kurumsal misyonunda bölücülük de var mıdır?
Mustafa SAKA
3 Mart 2007
mim.saka@googlemail.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Blogger tarafından desteklenmektedir.