Eski Yunan’da “politis”…
İslâmiyet’de “medenî”…
Rönesans ve Devrim sonrası Batı’da “sivil”…
Her üç kavramın ortak yönü, “şehirli” olmaları…
Eski Yunan’da, köle değil de politis olmak, “Site Devlet”in vatandaşı olmak…
Rönesans ve Devrim sonrası Batı’da, Feodalite’den ve Kilise’den kurtulup, “Özgür Şehir”ler kurarak sivilleşmek…
Ve İslâm’da, “Bedevîlik”ten çıkarak medenîleşmek…
Fakat sözün burada kesilmesi, hakikâtin bundan sonrasının ketmedilmesi, idraklerimizin buradan öteye geçememesi…
Yani "medeniyet” kavramının “medine-şehir” alâkasına bakıp, “sivilizasyon”un medeniyet diye tercüme edilerek, “Batı Sivilizasyonu”nun da “medeniyet” zannedilmesi…
O da medeniyet, bu da medeniyet hesabı, Batı ile İslam’ı denkleyip, “Sivil Batı”nın bir çırpıda medenîleştirilivermesi…
Ve böylece, “Medeniyetler Çatışması” dedikleri şeyin eşit güçler ve değerler arası bir çatışma zannedilmesi…
Tek kelimeyle vahim…
Biz, Batılılaşma maceramız boyunca korkunç bir kavram kargaşası yaşadık…
Biz, Büyük Doğu-İbda’ya kadar kavramsız ve kavrayışsızdık…
Biz, Milletce, Necip Fazıl Kısakürek ile Salih Mirzabeyoğlu’na olan borcumuzu acaba nasıl ödeyebiliriz?!
Necip Fazıl: “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte, içinde bulunduğumuz çağın nabzını tutan adam! Mütefekkir yetiştiren mütefekkir...” (S. Mirzabeyoğlu)
Necip Fazıl da, Salih Mirzabeyoğlu için, “Beş yüz yıldır beklenen mütefekkir!” derken en küçük bir mübalağa yapmıyordu.
Beş yüz yıldır, Salih Mirzabeyoğlu gibi bir mütefekkirimiz olmadı bizim!
Batı’nın karşımıza dikilmeye başladığı günden Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’na kadar, en baba Solcu, Türkçü ve İslâmcı düşünürlerimiz, Batı’ya karşı olurlarken bile belli mikyaslarda Batı’ya mahkûm olmaktan kurtulamadılar; Batı’nın kavramları ile gerdeğe girmek zorunda kaldılar... Bir dünya görüşüne mâlik olmadan, kavramlara semantik müdahalede bulunulamayacağını bile anlayamadılar…
Bugünküler de hâlâ zavallılıktan kurtulamadıkları için Salih Mirzabeyoğlu’nun adını anmamaya özen göstere dursun; artık Batı bile kendini anlayabilmek ve anlamlandırabilmek için Salih Mirzabeyoğlu’nu okumaya mecburdur; ve okuyor...
Evet, “sivilizasyon”un “medeniyet” zannedilmesi tek kelimeyle vahim…
Batı’daki anlamıyla “medeniyet”, yani “Batı Sivilizasyonu”, “Feodalite”yi de meşrûlaştıran “Religion”dan kurtulmanın adıdır…
İslâm ise religyonlardan bir religyon değildir; İslâm, “religion” değildir!
Religyon denilince çünkü; ilkelliğin, cahilliğin, gericiliğin, bağnazlığın, yobazlığın, akıl ve bilim dışılığın, hukuksuzluğun, eşitsizliğin, baskı ve zulmün mümessili olan Kilise, yani Hristiyanlık, yani “Haçlı Karanlık” akla geliyor Batı’da.
Oysa, Batı insanının, “Kilise”ye karşı çok ağır bedeller ödeneyek kazandığı bir zaferdir “sivilizasyon”...
Ve “Sivilizasyon”, işte bu “Kilise”nin şahsında “Tanrı”ya karşı kazanılmış bir zaferin adıdır; ama “Tanrı”ya karşı “ego”nun, “iman”a karşı “akl”ın zaferi...
Şimdi nasıl olur da İslâm’a ait “medeniyet” kelimesini ifade etmeye güç yetirebilir “Zivilisation”?!
“Medeniyet” kavramını Batı için, bir ifâde-i meram mecburiyetinden dolayı “Batı Medeniyeti” şeklinde kullanacaksak illâ, ki kullanıyoruz; mutlaka bilmemiz ve bildirmemiz lâzım:
“Batı” dinden (Hristiyanlıktan) kurtularak sivilleşmiştir, bizi ise dinimiz (İslâm) medenîleştirdi!
Bu yüzdendir ki, “Religion” denilince kulakları dikiliyor Batı insanının.
Religyon denilince çünkü; ilkelliğin, cahilliğin, gericiliğin, bağnazlığın, yobazlığın, akıl ve bilim dışılığın, hukuksuzluğun, eşitsizliğin, baskı ve zulmün kendi tarihindeki kanlı canlı acı fotoğraflarını hatırlıyor Batılı...
Buna dikkat etmeli; “Religion”un, Batı zihninde, “insanlık” açısından tarihî bir sapma ve inkıtâ demek olduğu unutulmamalı...
Yahudilik, Hristiyanlık ve diğerleri evet “Religion”dur; her biri, bizce de tarihî birer dalâlet ve inkıtâyı temsil eder...
Hazret-i Adem’den beri bir tek din vardır: İslâm!
İslâm dışı her inanç, insanlıktan bir sapma ve bir kopmadır...
Bendeniz, “Tradition” kelimesinin, ihtivâ ettiği “süreklilik” bakımından, “İslâm Dini”ni Batı idrakine daha doğru taşıyabileceğini düşünüyorum...
Tradition: Gelenek. Hadis. Sünnet.
Traditionalismus: Gelenekçilik. Ortodoksi. Orta yol. Sünnete bağlılık...
Tradisyon kelimesinin, “Din”in Batı dillerindeki en doğru karşılığı olduğunu söyleyebilmek mevkiinde elbette değilim; lâkin religyon kelimesinden çok daha ehven olduğundan kuşku duymadığımı söyleyebiliyorum.
“Medeniyet” kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı olarak da; Fransızca “Sivilizasyon” yerine, Almanca “Kültür” kelimesinin çok daha münâsip olduğunu düşünüyorum...
“Kult, Kultur, Kultus” kelimeleri çünkü, hem arzî hem de semâvî mânâlar taşıyor...
Kult: Tapınma, perestiş.
Kultisch: Tapınmaya müteâllik.
Kultivieren: Toprağı işlemek. İmar etmek. Medenîleştirmek.
Kultstätte: Tapınma yeri.
Kultur: Ziraat. Medeniyet. Hars. Kültür. Bakteriyel kültür.
Kulturgeschichte: Medeniyet tarihi.
Kulturkampf: Bismark ile Katolik Kilisesi arasındaki dinî ve siyâsî mücadele...
Kulturland: İşlenmiş toprak.
Kulturlosigkeit: Bedevîlik.
Kulturmensch: Medenî insan.
Kulturstufe: Medeniyet seviyesi.
Primitive Kultur: İptidâilik. Yabânilik.
Kultus: Diyânet İşleri.
Kultusminister: Alman Millî Maârif Nâzırı.
Dikkatinizi çekmiş olabilir; “religyon” ve “sivilizasyon” kelimelerine karşılık önerdiğim iki kelime de Almanca... Bu bir rastlantı değil. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “inanmayı bilen” Alman’ı ve Alman disiplinini tabiî seviyorum... Ama ne Germanofil olmam, ne Alman soylu bir toplumda yaşıyor olmamdır bunun sebebi... Lâtin ve Frenk fobim de yok...
Religyon ve sivilizasyon kelimeleri, “İslâm Dini ve Medeniyeti”ni ifade edebilmekten çok uzaktır...
“Religion” Haçlı karanlığı, “Zivilisation” ise Aydınlanmacı karanlığı ifade ediyor!!!
Haçlı karanlığın ne demek olduğu herkesce biliniyor; peki ya “Aydınlanmacı karanlık”?!
Batı lisânında “medeniyet”in karşılığı olmadığı gibi, “millet”in karşılığı da yok...
“Nation”; etnos, kavim, ırk demektir.
Fransız Devrimi’nin aydınlanmacılığı da, en az “Haçlı Karanlık” kadar karanlıktır!
“Nasyonalizm” demek olan uluslaşma ve ulusalcılık, dünyanın en ilkel, en karanlık ve en barbar inanışıdır.
Bizi ümmet olmaktan çıkarıp uluslaştırdıkları için, bir de teşekkür bekliyor bizden Kemalist köpekler...
Hâlbuki, “millet” olmak demek, medenî olmak demektir! Kavim hakikatini red ve inkâr etmeden, kavim üstü ümmet şuuruna ererek millet olmaya mukâbil “uluslaşmak” ise köylüleşmektir, bedevîleşmektir, ilkelleşmektir, yabânileşmektir, barbarlaşmaktır, vandallaşmaktır!!!
“Köylü milletin efendisi” olabilir mi; “ulusalcılık” bilâkis en vahşî “köylülük”tür!
“Medeniyet” deyince eski çanak çömlek anlayan, “Câhiliye Türkü”ne ait çanak çömlek bulmak zor olduğundan, Nasreddin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği iğneyi, orası karanlık diye dışarıda aramasına benzer bir garâbetle Eti ve Hitit çömleklerinde “Türk Milleti”ne yeni bir kimlik pişirmeye kalkan Kemalist ulusalcılığın nasıl bir ilkelliği, karanlığı ve barbarlığı temsil ettiği anlaşılmıyor mu?!
Müslümanlık, “Cahiliye Arabı”nı da, “Câhiliye Türkü”nü de, “Câhiliye Kürdü”nü de “kavim üstü ümmet şuuru”na erdirerek medenîleştirmiştir.
Kavimlerin dillerini, geleneklerini, kavim husûsiyetlerini Allah’ın âyetlerinden sayarak! Amerikanizm gibi tektipleştirmeden...
«Türk, Müslüman olduktan sonra Türk olmuştur! (Necip Fazıl)»
“Medenî Türk Milleti”ni yeniden ilkel bir ulusa döndürmeye kalkan Kemalist-Şöven milliyetçiliğe karşı -bugün komada olsa da- aşılıdır Türk!
Aynı şekilde, Sümer paçavralarından yeni bir don biçerek Kürt’ü uluslaştırmaya çalışan “Atakürt”lere karşı, “Medenî Kürt Milleti” de aşılıdır!
Türk Milliyetçiliği’ne İslâm aşısı yapan, Necip Fazıl’dır...
Salih Mirzabeyoğlu da, Kürt Milliyetçiliği’ne İslâm aşısı yapmıştır...
Türk’ün de Kürt’ün de yeniden ayağa kalkıp yücelmesi, işte bu İslâm aşısının tutmasına bağlıdır!
Türk, Kürt, Arap, Lâz, Yunan, Alman, Fransız ve sair bütün kavimlerin yücelmeleri, kavim husûsiyetlerini koruyarak ama kavim üstü bir mânâ ve şuura ererek “millet” olmaları, “medenî” olmalarıyla mümkündür...
Şimdiki, “Medeniyetler Çatışması” dedikleri şeyin doğru ifâdesi ise, “Kültürler Çatışması”dır...
Her çatışma zemini, aynı zamanda bir diyalog zemini demektir.
Müslümanlar, Batı ile çok samimi bir diyaloga girmiştir...
Bu diyalog, ağlayıp Gülen hocaların anladığı tarzda bir diyalog değildir!
Bu sımsıcak diyalog sayesinde, “kavim üstü ümmet şuuru”na ererek milletleşme, yani medenîleşme sırası, şimdi Batı kavimlerine gelmiştir...
«Veraeytennâse yedkulûne fî dînillâhi efvâcâ... (Nasr Sûresi, 2. âyet»
Şimdi Batı’nın da fevc fevc, kavim kavim “kavim üstü ümmet şuuru”na ererek milletleştiğini, yani medenîleştiğini göreceğiz...
Mustafa SAKA
15 Şubat 2007 (Aylık Dergisi Mart 2007 Sayısı)