22 Eylül 2007

Sosyal Devlet, Yıkılacak Elbet!

«Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve SOSYAL bir hukuk DEVLETidir.» (TC, 1982 Anayasası, Madde: 2)

TC Anayasa Mahkemesi de, 26 Ekim 1988 tarih ve K.1988/33 XE "K.1988/33" sayılı kararında şöyle tanımlıyor Sosyal Devlet’i:

«Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgarî yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir.»

Anayasada böyle denmekle ve pek güzel yorumlanmakla beraber, bir Sosyal Devlet değil TC. Yani, TC savcıları müsterih olsunlar; başlıkta “yıkılacak elbet” dediğimiz, aşağıda n’idüğünü ve niçin yıkılacağını irdeleyeceğimiz Sosyal Devlet, TC değil. İsviçre savcılarının kıllanmasına da gerek yok; teröre teşvik yok bu yazıda; acı ama gerçek tesbitlerde bulunacağım; istifade ediniz.

Bugünkü Batı’nın devlet ve içtimâî nizâmı, ileri kapitalizm, yaygın demokrasi ve sosyal refah sacayağı üzerine kurulu. Bu üç ayaktan herbiri için büyük bedeller ödedi Batı; iki tane dünya savaşı ve çok uzun tarihî, fikrî, ictimâî ve siyâsî çalkantılardan süzülerek kuruldu Sosyal Devlet.

Bu çalkantılı sürecin sonunda erişilen Sosyal Devlet, tabiri câiz ise “saadet asrı”dır Batı’nın. Ve şimdi, yarım asrı bile deviremeden daha, yıkılmak durumunda Sosyal Devlet!

Batı’nın karakter hususiyetlerinden birinin altını çizerek başlayalım: “Dönüştürmek”! Kilise ve krallıklar neye ve nasıl dönüştürülerek çözüldüyse, işçi sınıfı ve ideolojisi de benzer bir dönüştürme ile çözüldü.

Rus Komünist Devrimi tecrübesinin Sosyal Devlet fikrini motive ettiği ve hatta Sosyal Devlet fikrinin komünizme alternatif olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Doğrudur; işçi sınıfı ve demokrasi ile, mülkiyet hakkının tanınması, yani komünizmden ferâgat edilmesi karşılığında ve Sosyal Devlet çatısı altında uzlaştı kapitalizm. Fakat, bundan ibaret ve keyfe keder bir seçim değildi Sosyal Devlet; zorunlu bir tercihti. Çünkü, sadece “sanayileşme” dahî, icbar ettiği çalışma standartları ve sanayi kentlerindeki hayat şartları ile evvelâ aile kurumunu ve sâir içtimâî kurumları, en önemlisi, “hayır” duygusunu yıkmaktaydı. Sanayileşmenin açtığı bu yarıklar ve yolaçtığı ictimâî yaralar, devlet gibi bir büyük organizasyon tarafından dolduruldu ve sarıldı. Bir cümle ile: Sermaye, emek ve siyaset erklerinin uzlaşması oldu Sosyal Devlet. Sosyalizm ve insanın sosyal yardımlaşma duygusu Sosyal Devlet’e dönüştürüldü. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun, “hukuk, ahlâkın pıhtılaşmış (teşekkül etmiş) şeklidir” tesbitinin zıddına, “ahlâk, hukuka nisbetle”dir Batı’da; “yasal olan, ahlâkîdir”! Ve tabiî, hayır yapmasına gerek yoktur artık insanların; “hayır”dan murad edilen şeyi Sosyal Devlet yapmaktadır zaten. Birgün, Zürih Garı’nda kalakaldım. Gideceğim yere bilet almak için 10 kuruşum eksik. Eyvah! Makineler, sadece Zürih’te değil, dünyanın her yerinde, bilet vermez 10 kuruşu bile eksik olana. Tabiîdir; makinedir! Ben de, makineye değil, bilet gişesine gittim; yani insana... Aaa, insan da bilet vermiyor 10 kuruşum eksik diye. “Yahu kendi cebinden çıkarıp 10 kuruş versen n’olur Beyefendi?!” sorumun cevabı: “Olmaz Beyefendi; lütfen ısrar etmeyin!” Bu ahlâksız herif, en ahlâklı kişisidir Sosyal Devlet’in; devletin yasalarına uymaktadır. Bilmektedir ki, bu muhtaç duruma düşmem benim hatamdır; yoksa, gereken yardımı Sosyal Devlet yapmaktadır bana. Ve en hayırlı kişidir bu hayırsız herif; benim gibi sosyal yardımla geçinmemekte, çalışmakta ve Sosyal Devlet’e vergisini vermektedir. Yani zaten bana hayrını yapmıştır; benim gibi asalaklar, bu hayır sahiplerinin vergileriyle finanse edilmektedir.

“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır; ve 10 kuruşu bile kimseye verilemez!”

“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” lâfı bu anlama gelirken Batı’da, TC gibi bir devletin dilinde ise, at malafatında kelebek gibi durmaktadır! Kezâ, TC’nin Sosyal Demokrat partileri de bu emsâl. Daha müeddep bir ifade ile: Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

Batı’da, Sosyal Devleti doğuran ideolojinin adı, “Sosyal Demokrasi”dir; ve TC tipi sosyal demokrat partilerin, “sosyal demokrasi” ile zerre kadar alâkaları yoktur!

Açalım: Sanayileşmenin meydana getirdiği problemlerde “sosyalizm” ile hemfikir olan, fakat çözüm noktasında sosyalizmden ayrılarak (cayarak) “revizyonist” (dönek) olmakla eleştirilen bir ideolojidir “sosyal demokrasi” veya diğer tâbiri ile “demokratik sol”. Ve... Sosyal devlet ile sosyal demokrasinin temel ilkelerinden biri de, sınıfların varlığını kabul ederek, ama asla sınıf farkına vurgu yapmayarak, farklılıkları vatandaşlık retoriğinde kristalize etmektir. Sosyal demokrat veya demokrat sol partiler de, bir sınıfın partisi değil, özgürlükçü kitle partileridir tabiî olarak. Dönekliğin âlâsı ve her türlü yalan ve talan var da; böyle bir sınıf geçmişi ve sosyal demokrat partisi var mı Türkiye’nin?! Yok!

Sosyal Devlet anlayışının temelinde, istisnasız herkes için asgarî hayat standartının sağlanması var; National Minimum... Sokak insanı ve hatta sokak kedisi ve köpeği bile olmayacak; kayıt dışı hiç kimse, hiç bir şey olmayacak!

Meselâ İsviçre...

En fakiri benim bu sosyal devletin; ve benim gibi “Asylsuchende” statüsünde olanlar, yani mültecî adayları... Mültecî adaylarının çalışma hakları yok. Başta ve sadece başlangıç düzeyinde, bulundukları kantonda konuşulan dili (Almanca, Fransızca veya İtalyanca) öğrenmek için ücretsiz kurs alabiliyor bu kişiler. Temel eğitim, “Asylsuchende” çocukları için de mecburî ve ücretsiz. Temel eğitimlerini tamamlayan çocuklar, başarılı iseler, yine ücretsiz olarak eğitimlerine devam edebiliyor veya meslekî eğitim alabiliyor, çalışabiliyorlar. Bu statüdeki bir kişinin sağlık sigortası var; primlerini devlet ödüyor. Bu statüdeki bir kişi, mültecî kamplarında kalıyor; elektrik, su vs. faturası ödemiyor. Mutfak ve giyim masraflarını mültecî adayının kendisi karşılıyor. Bu masraflar için, 84 Frank haftalık veriliyor. Öyle ince hesab edilerek belirlenmiş ki bu miktar; mültecî adayı, ayda bir de olsa bulunduğu kasabanın dışına çıkıp gezecek kadar tren parası biriktiremiyor... Tren demişken... Gerçek mi, uydurma mı bilmiyorum; Lenin’le ilgili çok hoş bir anekdot: İsviçre’de mültecî olduğu dönemde, tren ücretlerini nasıl protesto edebileceklerini soruyorlar Lenin’e. “Bir gün trenlere binmeyin.” diyor Lenin. O gün binmiyorlar trenlere, ama tren biletlerini alıyorlar. Çünkü: “Devlet zarar görmesin!” “Burada devrim olmaz!” diyor Lenin.

Evet, en fakir bendeniz fakire bile “national minimum” sağlanıyor. Sonrası?! Sonrası, aynı Türkiye! Zenginle fakir arasındaki uçurum, orantısal olarak Türkiye ile aynı. İsviçre’nin % 80’ini de 300 aile yiyor. Fakat “national minimum” sağlandığı için, sosyal rahatsızlık çıkmıyor.

İşsizlerin bile “national minimum” düzeyinde geliri var, sosyal güvenlik hizmeti alıyor, eğitim hizmeti alıyor, sağlık hizmeti alıyor, barınma hizmeti alıyor...

Güzel!

Peki nereden geliyor bu değirmenin suyu?!

İsviçre bankalarındaki mevduat toplamı, 2,5 trilyon doların üzerinde. Bunun yarısı yabancılara ait. Yayınlanmış bir istatistik bilmiyorum, ama bu meblağın yabancılara ait kısmının pek büyük bir kısmının da müslüman ülkelerden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Batı, bu refahın finansmanını Türkiye gibi fakir (!) ülkelerden sağlıyor. Sadece İsmet İnönü’nün İsviçre bankalarındaki batık özel hesabının birikmiş faizi, bendenizi ve buradaki tüm Türkiyeli mültecîleri ve yedi sülâlemizi finanse etmeye yetecek kadarken; iktidar partisi SVP, önümüzdeki genel seçimler için, bütün propagandasını genelde yabancı, özelde müslüman düşmanlığı üzerinden yapıyor. Yukarıda gördüğünüz afiş, SVP’nin; ak koyunlar, kara koyunları dışlıyor... Hâlbuki, sahip oldukları refahı, dışladıkları kara koyunlara borçlu ak koyunlar!

Sonuç olarak...

1- Sosyal Devlet, arkasındaki ideoloji “dönüşük” olduğu ve yarım asır geçmeden boşa düştüğü, yani ideolojisizleştiği için...

2- Sosyal Devlet, insânî hasletleri insandan alıp kurumlaştırdığı, yani insansızlaştığı için...

3- Sosyal Devlet, asıl insânî meselelerin, insanın karnı doyduktan sonra başladığını düşünemediği için...

4- Sosyal Devlet, sosyal refahın getirdiği sosyal problemlere çözüm üretemediği için...

5- Sosyal Devlet, “Global Terör” yüzünden, her geçen gün, dış kaynak transferinde zorlandığı için...

6- Sosyal Devlet, “Global Terör” yüzünden, her geçen gün, kaynaklarının büyük bir kısmını güvenliğe aktarmak zorunda kaldığı için...

7- Sosyal Devlet, “national minimum”u kendi öz kaynakları ile sağlamadığı, yani sömürgeci geleneğe dayandığı için yıkılacak...

Bu maddeleri daha çoğaltmak ve detaylandırmak mümkün...

Bu 7 madde ile mâlûl bir toplumun, ciddî bir toplumsal problemle yüzyüze gelindiğinde nasıl birbirini yiyeceğini düşünebiliyor musunuz?!

Evet, Sosyal devlet, yıkılacak elbet!

SVP’nin başındaki Herr Blocher, bir “tehdit” olarak olarak algılayabilir “kara koyun”un yukarıdaki “tesbit”lerini. Batı’nın bir şansı var yine de; Micheline Calmy-Rey gibi güzel insanları var...

Mustafa Saka

22 Eylül 2007 (Aylık Dergisi, 37. Sayı)

mim.saka@googlemail.com

RSS feed Twitter.
İsim: Email:
Blogger tarafından desteklenmektedir.